12 Mayıs 2023

Neden Kılıçdaroğlu, neden Yeşil Sol Parti? Ya da, "Biz çoktan kazandık Hakan!"

Kılıçdaroğlu'nun, son on yılda kendi muhasebesini yaparak ilerleyen tek siyasî lider olduğunu düşünüyorum, samimiyetine inanıyorum. Bu yüzden içim rahat, bağrıma taş basmadan, mecburiyetten değil bilinçli ve gönülden tercih olarak Kılıçdaroğlu diyorum

Bu yazıyı yazmakta, hele de başlığını koymakta kararsız kaldım. Ben de sevgili Hakan Aksay gibi kendi özelimi ilgilendiren/açıklayan bir yazıya hakkım olmadığını, bunun okuru ilgilendirmediğini düşünüyordum. Sonra Hakan'ın yazısından cesaret aldım, samimiyetin gücüne sağındım.

83 yıldır bu ülkede yaşamış, kişiliğinizi bu ortamda şekillendirmiş, yanlışlarınızla doğrularınızla toplumsal-siyasal akış içinde yer almış, tam başaramadıysanız bile, her şey daha iyi, daha adil, daha güzel olsun diye çabalamış biri iseniz çok şey görüp geçirmiş, çok umutlanmış, çok hayal kırıklığına uğramış, çok örselenmiş, epeyce acı çekmişsinizdir. Türkiye insanı, özellikle de Türkiye aydını, son demlerinde, "Bir ömür boyunca böyle olsun diye çabalamamıştım, hayal ettiğim ülke bu değildi," duygusuna kapılır çoğunlukla. Yenilgi, en azından başarısızlık, duygusudur bu. Kurtulmanın tek ilacı pes etmeden devam etmektir. Beckett'in Godot'yu Beklerken oyunundaki ünlü replikle: "Hep denedin, hep yenildin, olsun! Yine dene, yine yenil, daha iyi yenil!"

Belki de bu buruk, kekremsi tat sadece bize özgü değildir, beterleri de yaşanmıştır, bilmiyorum. Ben kendimi, kendi çevremi, sadece kendi kuşağımın macerasını değil son 100 yıllık tarihimizden tanıklıkları değerlendirerek bu sonuca varıyorum.

Seçimden çok daha fazla bir şey olan 14 Mayıs'ın arifesinde…

İki gün sonra 14 Mayıs. Sandığa gidip oy kullanacağız. Bu seçimlere ilişkin her şey yazıldı, söylendi, konuşuldu. Her bilinçli seçmen -hangi ittifaktan, hangi partiden, hangi çevreden olursa olsun, ister bu iktidarı ister muhalefeti desteklesin- bu seçimlerin öncekilere benzemediğinin, oylarıyla ülkenin kaderini, kendisinin bugününü, çocuklarının geleceğini belirleyeceğinin farkında.

Ben de bir yurttaş, bir seçmen olarak oyumu değişimden, umuttan, gelecekten yana kullanacağım. Bu dünyadan çekip gitmeden önce yeni bir yenilgi yaşamak, "bu ülkeden bir halt olmaz," duygusuna kapılmak istemiyorum. Hele de artık mücadele gücüm ve zamanım azalmışken kötülüğün, ilkelliğin, ahlaksızlığın, karanlığın kazanmasına hiç râzı değilim.

Bu yüzden de: ince hesaplara, armuda sap üzüme çöp takmaya, raf ömrü tükenmiş sağ-sol hamasete, uzlaşmazlığı ilkelilik ve devrimcilik sanan psikolojiye kapılmadan elimdeki tek silah olan oyumu, bağrıma taş basmaya gerek kalmadan, içim rahat ve ferah olarak kullanacağım.

Oyum Kılıçdaroğlu'na çünkü:

Hayır, Millet İttifakı'nın Emek ve Özgürlük İttifakı tarafından da desteklenen ortak adayı olduğu için değil. Kendini aşabildiği ve kendi partisini de elinden geldiğince ileri taşıyabildiği için; kendini hak-hukuk-eşitlikten yana ilerletme, değiştirme becerisini gösterdiği için; -utangaçça da olsa- tabular kovanına çomak sokmaya cesaret edebildiği, Alevi olduğunu göğsünü gere gere ilan ettiği, Kürt ve Kürt siyasal hareketi düşmanlığından korunduğu için; helalleşme sorumluluğu taşıdığı için, en önemlisi de egosu şişkin, narsist ve hırslı olmadığı, çatışmacı değil uzlaşmacı olduğu, hele hele sabrı ve tahammül gücü için.

Kılıçdaroğlu'nun, son on yılda kendi muhasebesini yaparak ilerleyen tek siyasî lider olduğunu düşünüyorum, samimiyetine inanıyorum. Bu yüzden içim rahat, bağrıma taş basmadan, mecburiyetten değil bilinçli ve gönülden tercih olarak Kılıçdaroğlu diyorum.

Neden Yeşil Sol Parti?

Oyumu İstanbul 2. Bölge'de kullanacağım. Yeşil Sol Parti'ye, yani HDP'ye oy vereceğim. Çünkü ülkenin çatışma ortamından çıkmasının, yaralarını sarmaya başlamasının, toplumun normalleşmesinin önkoşulunun demokratikleşme olduğunu düşünüyorum. Türkiye'de demokratikleşme: başta Kürt sorunu olmak üzere etnik, kültürel, dinsel, mezhepsel sınıfsal sorunların her türlü ayrımcılığı reddeden özgür ve eşitlikçi bir ortamda tartışılabilmesi ve çözülmesi demektir. Ülkenin bütün siyasal yapılanmaları, partileri, akımları arasında Yeşil Sol Parti = HDP'nin bu sorunu iliğinde kemiğinde duyarak ve toplumsal uzlaşmayla çözmeye en yakın ve yatkın parti olduğunu düşünüyorum.

Partiye ve Kürt toplumuna giderek hâkim olan Demirtaş çizgisi YSP'nin güvencesi olarak görülüyor. Seçime doğru giden süreçte HDP'nin son iki yıllık sorumlu, ilkeli ve uzlaşmacı siyaseti gelecek için umut vaad ediyor. Önümüzdeki dönemde Meclis'e güçlü şekilde girmesi halinde, Yeşil Sol Parti Millet İttifakı'nın kimi ortaklarından kaynaklanan şoven milliyetçi- devletçi- sağ siyaset çizgisinin karşısında demokratik siyasetin sesi ve kaldıracı olabilir.

Seçimlere bağımsız olarak veya kendi ittifaklarıyla katılacak sosyalist sol partiler/gruplar, devrim programlarını ve söylemlerini normalleşmenin ve demokratikleşmenin önüne koyduklarından, dönemin ruhunu ve ihtiyacını ıskalamış görünüyorlar. Ayrıca Türk solunun ulusalcı damarı -ki bu damarı besleyen kan Kürt çekincesidir- bundan en arınmış sanılanlarda bile kendini gösteriyor. Hiç umulmadık anda zurna zırt diyor, en ummadığınız ağızdan çıkan sözler -ne kadar özür dilense- gerçek düşünceyi ayân ediyor.

Sonuç ne olursa olsun biz çoktan kazandık

Bizler: Türkiye'de hak, hukuk, adalet, barış, demokrasi, fırsat eşitliği, eşit yurttaşlık isteyenler, yalanın talanın, ahlaksız siyasetin, kin ve nefret söyleminin son ermesini özleyenler seçimlerin sonucu ne olursa olsun şimdiden kazandık. Uzun zamandan bu yana ilk kez meydanlar kazanma umuduyla, değiştirme azmiyle, aydınlık yarınlar coşkusuyla, "yine bahar gelecek" diye inliyor. Korku duvarı aşılıyor. Birlik ve uzlaşmanın değeri hayatla denenerek kavranıyor.

Toplumun çoğunluğu bir kez bu coşkuya kapılmışsa, geleceğine kendi tercihi, kendi oyuyla yön verebileceği umudunu kazanmışsa artık vazgeçmez, vazgeçmemelidir. Hakan Aksay'ın yazısına ve duygularına atıfla, eşik aşıldı diyorum ben. Belki şu anda farkında değiliz, belki seçimlerin sonucu ne olacak diye kaygılanıyor, heyecanlanıyoruz. Ama ben biliyorum ki eşik bir kez aşılmışsa ileriye doğru gidiş artık engellenemez. Bugün bütün güçleriyle, bütün hukuksuzlukları ve belden aşağı hamleleriyle engellemeye çalışsalar yarın sel daha da büyür, engelleri yıka yıka su yatağına kavuşur.

İyimserim. İyimserliğim seçim sonuçlarından umutlu olmak kadar, sonuç ne olursa olsun rüzgârların değişimden yana esmeye başlamasından kaynaklanıyor. Rüzgârın seçim gecesi durmasına izin vermezsek, başlamış olan umuda yürüyüşü sürdürebilirsek, seçim sonuçlarından bağımsız olarak kazanan biz olacağız.

Oya Baydar kimdir?

Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi.

Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı.

1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı.

Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı.

Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi.

1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye'de ilk üniversite işgali eylemi oldu.

1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı.

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı.

12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.

Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı.

Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu.

Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı.

İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü.

Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu.

2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi.

Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24'te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor.

ESERLERİ

Roman

Allah Çocukları Unuttu (1960)
- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)
- Kedi Mektupları (1997)
- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)
- Sıcak Külleri Kaldı (2000)
- Erguvan Kapısı (2004)
- Kayıp Söz (2007)
- Çöplüğün Generali (2009)
- O Muhteşem Hayatınız (2012)
- Yolun Sonundaki Ev (2018)
- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)
- Yazarlarevi Cinayeti (2022)

Deneme

- Surönü Diyalogları (2016)

Öykü

- Elveda Alyoşa (1991)
- Madrid'te Ölmek
- Mırınalı Madride (2007)

Anlatı

- Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)
- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk
- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)
- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021)

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Devletin birliğini bütünlüğünü bozan hainler kimler?

Dikkatimi çeken, Demirtaş'a devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaktan, Figen Yüksekdağ'a da devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaya yardımdan ceza kesilmiş olması. Soruyorum: Devletin bütünlüğünü, milletin birliğini bozanlar Kobane davasında mahkûm edilenler mi, onları mahkûm ettirenler mi?

 "Alavere dalavere, Kürt Memet nöbete" mi, hukuka dönüş umudu mu?

Yazının başlığı; çocukluğumdan beri duyup bildiğim, gündelik yaşamda ve siyasette her an tanık olduğumuz haksızlığı, hukuksuzluğu, eşitsizliği ifade eden, yaşam pratiğinden süzülmüş bir deyim...

1 Mayıs'ta Taksim'e çıkamamanın sorumlusu kim?

45 bin polisin işe koşulduğu bir ortamda, eski gücünde olmayan sendikal hareketin, uzun yıllardır pasifize edilmiş, aş-iş-ekmek derdindeki emekçi sınıfları Taksim'e çıkarmaya niyeti vardı, ama gücü yoktu