11 Mayıs 2023

Seçimlerle ilgili biraz kişisel, biraz duygusal bir yazı

Hayatım boyunca desteklediğim hiçbir parti seçim kazanamışken bugün 'kazanacağız' diyebilmek bana ne hissettiriyor? Üstelik ne CHP'nin üyesiyim, ne de diğer muhalif partilerin

Biraz kişisel olacak diye bu yazıdan vazgeçmeyi düşündüm önce.

Ama sonra benim gibi çok fazla insan olduğunu, dile getireceğim duyguların muhtemelen başkaları tarafından da paylaşılacağını tahmin ettim.

Konu seçimler.

Hayatımız boyunca görüp yaşadığımız seçimler.

Yani çocukluğumuzdan, gençliğimizden bu yana hep kaybettiğimiz neredeyse bütün siyasi seçimler…

Ve bu pazar günkü sınavımız…

 * * *

 Ben neredeyse çocuk yaşta sosyalist düşüncelere bağlanmış, sonradan türlü aşamalardan geçmiş, şu an yaşı 60’ı aşmış biriyim.

Türkiye’de yapılan seçimlerden neler hatırlıyorum diye hafızamı zorladığımda, aklıma ilk olarak “Halkçı Ecevit” sloganları ve “mavi gömlekli Karaoğlan”lı 1977 seçimleri geliyor.

Yaşça henüz “reşit” olmasam da Marksist görüşlerle bir parça tanışmış ve genel olarak sol içinde yer almakla birlikte, kendisini Ecevit CHP’sinin “daha ilerisinde” gören bir yeni yetmeydim.

Üstelik seçimlerden tam 35 gün önce katıldığım 1 Mayıs kutlamalarında, üzerine kurşunlar yağan ve Taksim Meydanı'ndan koşarak kendini zor bela kurtaran biri olmanın şokunu henüz tam atlatamamıştım.

Onun için CHP’nin 1977 genel seçimlerde yüzde 41,4 ile kazandığı zaferi üstüme al(a)madım.

Sonra ne mi oldu?

Darbe oldu. Ve hayatımız karardı.

Birçok arkadaşım hapse atıldı, işkence gördü, ölenler oldu.

Ben yurtdışına çıktım.

O zamanlar Sovyetler Birliği’nin “yeryüzü cenneti” olduğunu düşünen bir genç komünisttim.

Gittiğim ve yıllarca öğrencilik yaptığım diyarlarda (hatta daha sonra çalışmak amacıyla uzun bir süre için tekrar kapısını çaldığım “SSCB’nin devamcısı” ülkede) seçimlerin “pek de seçime benzemediğini” anladım zamanla.

Seçilecekler “önceden belli” olduğunda seçim de göstermelik bir oyuna dönüşüyordu.

Uzaktan izlediğim memleketimde seçimler devam ediyordu: 1982’de Evren yüzde 91,4 oyla seçilmişti.

Sonra 1983, 1987, 1991, 1995, 1999 seçimleri…

“Biz” hiç kazanamadık, hep yenildik.

Sonra Erdoğan’lı ve AKP’li yıllarda yaşadığımız “yenilgiler serisi” başladı: 2002, 2007, 2011… Ve devamı… Referandumlar, cumhurbaşkanlığı seçimleri…

Yenilgiler, yenilgiler, yenilgiler…

Bir tek 2019’daki yerel seçimlerde yüzümüz güldü. Belki de bu, üç gün sonraki cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin işaret fişeğiydi.

 * * *

 Bugün neredeyse varlık yokluk sorunu olarak gördüğümüz bir oylamanın arifesindeyiz.

Uzun süredir Erdoğan, iktidarın değişmesi gibi Türkiye açısından eskiden çok doğal olan bir geleneği korkunç bir gerilimle reddetmeye, ne olursa olsun sonuna kadar koltuktan kalkmamaya yeminli görünüyor.

Ama niyeti ne olursa olsun, gücü eski günlerdeki gibi değil. Üstelik muhalefet geçmişten daha bilinçli, daha sabırlı, daha aktif, daha akıllı, daha kararlı…

Bu özellikler kazanmaya yeter mi? Emin değilim. Ama yeteceğini sanıyorum.

Bu seçimlerin 21 yıllık AKP dönemini bitireceğine inananlardanım. Hatta bunun pazar günü yapılacak birinci turda mümkün olduğunu umuyorum. Ve böyle olmasını yürekten istiyorum.

Bir gazeteci olarak bunları böyle açıkça yazmam, konuşmam doğru mu? Bugün ülkemizin içine sokulduğu kutuplaşma ortamında, baskılar, yasaklar ve tehditler içinde, evet! Net tavır koymak mümkün, hatta gerekli diye düşünen gazetecilerden biriyim.

Peki 61 yıllık hayatım boyunca, neredeyse hiçbir zaman desteklediğim veya sempati duyduğum siyasi güçlerin seçim kazanamadığı bir ortamda, duygularım nasıl?

Doğrusu garip hissediyorum.

Heyecan, coşku ve iyimserlik içindeyim.

Bazen kimseye göstermeden korktuğum anlar oluyor; hatta endişe rüzgârlarından üşüdüğümde “yeter artık” diyen bir isyan hissiyle örtüyorum üzerimi.

Ve her ihtimale karşı ara sıra “bu sefer de olmazsa, her şeyin sonu gelmez tabii” diye kendime fısıldayıp sonra kendi fısıltımı bastırarak hemen coşkulu iyimserliğimi öne çıkarıyorum.

“Muhalefet kazanacak bu sefer” diyorum.

“Kazanacağız” diyorum.

 * * *

 “Kazanacağız” mı?

Kim? Biz kimiz? Ben kimim ki kazanacağım?

Ne CHP’nin üyesiyim ne de Millet İttifakı’ndaki öteki partilerin.  Diğer muhalif partilerden birinin üyesi falan da değilim.

Üstelik geçmiş yazılarıma bakarsanız yalnızca iktidarı değil, neredeyse bütün muhalif partileri eleştirdiğimi görürsünüz.

Kemal Bey’i eleştiren yazılarım da var.

Kendisiyle son aylarda görüştüm, yazıştım. Uzmanlık alanım olan Rusya ile ilişkiler konusunda bir milimetrelik, bir gramlık da olsa ilerleme sağlanması için kendimce çaba sarf ettim. Ve onun iyi niyetini hissettim, samimiyetini gördüm.

Muhalefeti birleştirmesindeki başarısını selamladım.

Ama…

Yarın yönetime gelseler Kemal Bey’i, CHP’yi, diğer Millet İttifakı üyelerini eleştirmez miyim? Nasıl olsa bir kâbus geride kaldı diyerek, yeni iktidar karşısında selama duranlar arasına mı katılırım?

Hayır.

Eleştirmek, önermek, ilerlemeye yardımcı olmak, olumsuzluğa direnmek… Bunlar bizim kuşağın 70’li yıllardan bugüne taşıdığı özellikler diye düşünüyorum.

Geçmişi hatırlıyorum. Uzun ve zor yılları…

Soğuk bir karanlık içinde yalnız hissediyorum kendimi.

Yalnızım, partisizim, 18 yaşımdaki gibi siyaset ve ideolojiye insan hayatlarını değişecek ve herhangi bir lidere ölümüne bağlanacak değilim artık.

Kendi kararlarımla, kendi düşüncelerimle, kendi duygularımla yalnızım. Ve bağımsızım.

Ama bugün öyle bir gün ki…

Kemal Bey, CHP, Millet İttifakı, Emek ve Özgürlük İttifakı ve diğerleri “kazanacak” demiyorum. “Kazanacağız” diyorum.

“Biz”in içine sevgi, saygı ve güvenle adımımı atıp oradaki mütevazı yerimi alıyorum.

On yıllar boyunca yaşadığım/yaşadığımız yenilgilerden sonra…

Bugün bana benzeyen ve benden çok farklı olan milyonlarca insan ile birlikte…

Aynı kelime altında özne ve yüklemi paylaşarak, hiçbir kompleks duymadan ve umutla haykırıyorum:

“Kazanacağız!”

“Bu sefer kazanacağız!”

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Putin, NATO ile çok uzun bir savaşa hazırlanıyor

Rusya'da yeni hükümet kuruldu, 12 yıldır savunma bakanlığı yapan Şoygu'nun yerine ekonomist Belousov geldi

Üçüncü Dünya Savaşı artık çok uzak bir ihtimal değil

Türkiye, iktidarıyla ve muhalefetiyle bu tehlikenin farkına varmalı, ondan korunmak için şimdiden hazırlık yapmalıdır

Rusya’da 2 numara kim?

Putin 5. başkanlık dönemine başlarken iktidarın ikinci önemli koltuğu olan başbakanlığa kimin getirileceği üzerine tahminler yapılıyor