08 Mart 2025
Yaşadığımız hayat, ömrümüz, bir insan vücuduna dönüşebilseydi nasıl görünürdü acaba?
Kaç çizik, kaç yara izi olurdu bu vücudun üzerinde?
Çizik mi? Yara izi mi?
Hayır, sadece onlar değil, bazı etlerimizin koparıldığı çıkardı ortaya.
Çoğumuz yüreğimizin delik deşik olduğunu görürdük, eğer hayatımız bir insan vücudu olarak masaya yatırılabilseydi.
* * *
Hangi lider, hangi parti, hangi ideoloji, siyaset veya din insanları daha çok mutlu eder?
Kimin taraftarı olalım, kimi ve neyi alkışlayalım?
Bırakın bunları!
Kim halkını, sıradan insanları daha mutlu yaşatabiliyor bu dünyada, ona bakın siz.
Ömür dediğin bilemedin 70-80 yıl sürüyor.
O da ekonomik sıkıntılar, hastalıklar, aşk acıları, aile ve akrabalık sorunları, çalışma hayatındaki zorluklar ile hızla tükenip gidiyor.
Ülkelerin mutluluk endeksini ve yaşam kalitesi araştırmalarını okuyun.
Sağlık, eğitim ve dinlenme şartlarına, refah düzeyine, ekolojik ortamına, güvenlik duygusuna bakın.
Bu listelerin üst sırasında çoğu zaman uluslararası gerilimlere ve siyasi kavgalara karışmayan ülkeleri görürsünüz.
Çoğu küçüktür. Ama yurttaşlarının mutluluğu büyüktür.
Onların hayatları birer insan vücuduna dönüşseydi herhalde çok daha az çizik ve yara izi görürdük.
Bizimse etlerimiz paramparça, yüreklerimiz delik deşik…
* * *
Bunları düşündüm Hâlâ Buradayım filmini izlerken...
Hiç sıkılmadığım ama acı çektiğim, 2-3 kez ağladığım 2 saat 17 dakika içinde.
Kameralar Brezilya’yı gösteriyordu…
Ama görüntüler beynime gidene kadar Türkiye’ye dönüşüyordu.
Orada 1964’te askerî darbe olmuş ve diktatörlük 21 yıl sürmüştü.
Bizde birkaç darbe olmuştu. Benim payıma düşenlerin en irisi 1980’deydi.
“Komünist ve terörist avı” orada da burada da cani bir coşkuyla sürüyordu.
Karanlık gecelerde, daha şafak sökmeden yolları işgal eden tankların, askerî araçların ve polis otolarının farlarının cılız aydınlıklarında nice hayatlar, nice umutlar sönüyordu.
Tutuklamalar, işkenceler, ölümler olağanlaşmıştı.
Bütün bunlar yetmez gibi bazen insanlar kayboluyordu. Aylarca, yıllarca arıyordun ve tepende kibirle hüküm süren devletin temsilcileri, sorduğun yakınların için sadece “bilmiyoruz” diyorlardı, “bilmiyoruz, kayıp işte!”
* * *
Hani insan her şeye alışan bir yaratık ya… Filmin ilk bölümünde (1970’lerin başı Brezilya’sı) eski milletvekili Rubens Paiva, eşi, dört kızı ve bir oğlu tankların gölgesinde neredeyse olağan yaşamlarını sürdürürken mutluydular.
Adam darbeden sonra yurtdışına kaçmış ancak 9 ay sonra dönmüştü. Şimdi mühendislik yapıyordu. Her şey yolunda gibiydi.
Bir gün evlerine, ürkütücü sessizlikleri ve bellerindeki silahlarıyla başkalarının hayatını bir anda değiştirecek güçte olan “siviller” gelmişti.
Hemen döneceğini söylerken gülümseyen Rubens’i son görüşümüzdü bu.
Bir süre sonra eşi Eunice ve kızı Eliana da göz altına alınmış, günler sonra bırakılmışlardı.
Artık evin temel direği anne idi. Eunice hem çocuklarının direncini yerinde tutuyor, hem evi geçindiriyor, hem de eşinin izini sürerek başına neler geldiğini öğrenmeye çalışıyordu.
Çok güçlüydü bu kadın (bir kaynakta okuduğuma göre Eunice’yi mükemmel bir ustalıkla oynayan Fernanda Torres’in ağladığı bütün bölümler sonradan filmden çıkarılmıştı).
Acılarıyla çoğu kez sessiz, bazen de gülerek baş ediyordu.
20 yıl kadar sonra devlet Rubens Paiva’nın ölümünü kabul edip resmî ölüm belgesini aileye verdiğinde ben gözyaşlarıma zar zor hâkim olmaya çalışırken Eunice’nin gülümsediğini gördüm. Sonra çocuklarla birlikte dondurma yemeğe gittiler.
* * *
Geçenlerde Yabancı Dilde En İyi Film Oscar ödülünü alan Hâlâ Buradayım’ın başarılı yönetmeni Walter Salles seyircisinin algı yeteneğine güveniyor.
Varlığını hissettiğimiz, duyduğumuz işkenceleri göstermedi bize. Filmin ana karakteri Eunice’den eli silahlı bir devrimci gerilla falan da yaratmadı. Sadece onun yüreğinin kudretini ve hafızasına asla ihanet etmeden yürüttüğü mücadelenin kararlılığını yansıttı.
Gerçek bir hayat hikâyesini ekrana taşıdı ve onu filmin 1994 ve 2014 yıllarını yansıtan son iki tarihsel bölümüyle noktaladı.
Filmin başlarındaki afacan oğlan Marcelo (Marcelo Rubens Paiva), 20 yaşında sığ bir göle atlarken omurgasını kırmış ama engelli olması onun giderek Brezilya’nın önemli yazarlarından biri olması gerçeğine gölge düşürememişti. Ailesinin öyküsünü yazan ve bu filmin senaryosunun temellerini oluşturan da oydu zaten.
Eunice son döneminde konuşamıyor, yürüyemiyor ama televizyon haberlerinde eşinin adı geçtiğinde derinden gelen bir enerjiyle birkaç milimetre kıpırdıyordu (İlginçtir, yaşlı Eunice rolünü de Fernanda Torres’in 95 yaşındaki annesi Fernanda Montenegro oynuyordu).
2018’de 89 yaşında ölen Eunice Paiva’nın ömrü bir insan vücuduna dönüştürülüp masaya yatırılsaydı herhalde ortalık kan gölüne dönerdi. Oysa o yıllar boyu en zor zamanlarında bile ağlamamış, hep dik durmuştu.
Onun kadar değil elbette ama bizlerin hayatı da çok fazla çizik ve yarayla doldu taştı. Hatta dışardan görülmese de etlerimiz koparıldı, yüreğimiz delik deşik oldu.
* * *
Darbeden kısa süre sonra gittiğim Sovyetler Birliği’nde en iyi arkadaşlarımdan biri, Leningrad Üniversitesi’ndeki Yunan komünisti Yanis olmuştu.
Kısa süre önce onunla tekrar görüştük. Bana Türkiye’deki siyasi durumla ilgili çok soru sordu.
Cevaplarımdan sonra ve elindeki rakı kadehini kaldırmadan önce acı acı güldü. “Yahu sen 40 küsur yıl önce de devletin baskısından, şafak vakti göz altılarından, yasaklardan bahsederdin. Hiç mi değişmiyor sizin memleket?” diye sordu.
Ben de ona eşlik etmeye çalıştım. Kadeh kaldırmada iyiydim ama gülmeyi tam beceremedim doğrusu.
Gerçekten de… Onca şey değişirken inatla tepemize yuvalanan karanlık, bizim ülkemizde olağanüstü uzayan bir “fazla mesai” yapıyordu.
Yalnızca gençliğimizde ve orta yaşlarımızda değil, son bölüme doğru giderken de etlerimiz hâlâ koparılmaya devam ediyordu.
Ve sanki on yıllardır hiçbir şey değişmemiş gibiydi.
Ben hâlâ buradaydım, hâlâ o karanlıktan korkuyordum, hâlâ bize yıllar boyunca bunları yaşatanlardan nefret ediyordum.
Hakan Aksay kimdir?Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı. Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu. 2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı. |
Trump 80 yıllık Batı ittifakına darbeler indirirken “ABD’siz Avrupa” ne kadar güçlü bir alternatif olabilir?
Bizde ve birçok ülkede boşanmalar artarken aşk üzerine yapılan yorumlara bir kez daha bakmakta yarar var
Sadece söylediğimiz sözlerden ve onları ne şekilde söylediğimizden değil, söylememiz gerekirken söylemediğimiz sözlerden de sorumluyuz
© Tüm hakları saklıdır.