09 Ekim 2024

İsrail tehdidi nedir, ne değildir?

İsrail tehdidi vardır. İsrail Türkiye’yi doğrudan hedef alma çılgınlığına kapılsın veya kapılmasın, bölgedeki savaş ve istikrarsızlığın yayılması Türkiye için başlı başına tehdittir. İsrail’in Türkiye’ye verebileceği muhtemel zararlar ne abartılmalı ne de hafife alınmalı, iç siyasete kesinlikle malzeme yapılmamalıdır

Sayın Cumhurbaşkanımızın TBMM’nin yeni yasama yılının açılışında ilan ettiği “İsrail tehdidi” TBMM’nin gizli oturumunda görüşüldü. İktidar ortağı Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Bahçeli’nin bu oturumdan birkaç saat önce yaptığı grup konuşmasının konusu da İsrail tehdidi ve milli birlik-bütünlüğümüzün sağlanması zarureti idi.

Meclisteki görüşmeler 10 yıl boyunca açıklanamayacak, hiçbir şekilde ifşa edilemeyecek. Öte yandan CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel, “görüşülenlerin içeriğinin açıklanamayacağını ama neyin görüşülmediğini açıklama hakkına sahip olduklarını” ifade etmişti; oturumun bitiminde yaptığı açıklamada “televizyonlarda yorumcuların söyledikleri dışında bir şey konuşulmadığını” açıkladı.

Türk kamuoyu yine pek aydınlanmadı.

İsrail eğer Türkiye için bir tehditse, bu tehdidin kapsamının ve mahiyetinin tam olarak bilinmesi gerekir. Bundan 2500 yıl evvel yaşamış Çinli komutan ve stratejist Sun-Tzu’ya göre, bir savaşı kazanmak için hem kendini hem de hasmını çok iyi tanımalısın. Sadece kendini tanır ama hasmını tanımazsan veya hasmını tanır ama kendini iyi tanımazsan savaşı kazanman tesadüflere kalmıştır. Ama hem kendini hem de hasmını tanımazsan yenilgi kaçınılmazdır.

Kendimizi iyi tanıyıp tanımadığımızı boş yere tartışmayalım. Hareket noktası olarak kendimizi çok iyi tanıdığımızı kabul edelim. Peki İsrail’in askeri, siyasi ve istihbarı imkân ve kabiliyetleri nelerdir? Açıkçası, Türkiye’ye askeri olarak veya yıkıcı-bölücü beşinci kol faaliyetleriyle zarar verme kapasitesi nedir? Bunlara karşı alabileceğimiz önlemler nelerdir? Hiç kuşkusuz bunun gereği Devletimizce yerine getirilmekte ve eksiklikler sürekli izlenerek giderilmeye çalışılmaktadır.

Tehdit değerlendirmesinde muhtemel bir hasmın imkân ve kabiliyetlerine bakılır. Askeri olarak muhtemel bir hasmın ülkemize bir saldırı yapmaya imkân ve kabiliyeti var mıdır? Eğer potansiyel bir hasmın size saldırma imkân ve kabiliyeti varsa, ortada gerçek bir risk var demektir. Tehdit değerlendirmesinde esas olan imkân ve kabiliyetlerdir, niyetler değildir. Zira niyetler bir gecede değişebilir.

Öncelikle şu tespiti yapalım: İsrail’in kara, deniz ve hava kuvvetleriyle konvansiyonel bir savaşta Türkiye’yi yenilgiye uğratması, işgal etmesi, işgal ettiği yerleri ilhak etmesi uzaktan yakından söz konusu değildir. Her şeyden evvel Türkiye Cumhuriyeti Sina, Gazze ya da Golan veya Lübnan değildir. İsrail’in askeri olarak böyle bir imkân ve kabiliyeti yoktur. Türkiye ve İsrail hiçbir başka gücün müdahale etmediği bir savaşta baş başa kozlarını paylaşacak olsalar, savaş İsrail devletinin ortadan kalkmasıyla sonuçlanır. Ne var ki, İsrail’in arkasında ABD vardır.  Bir Türk-İsrail çatışması ihtimalinde ABD hemen araya girecek, ateşkes sağlamaya çalışacak, ancak bunu başaramazsa ve bir tercih yapmak durumunda kalırsa, İsrail’in tarafını tutacaktır. Bu çok açık ve nettir.

İsrail’in Türkiye için oluşturabileceği tehdit, Suriye’de YPG kontrolündeki bölgede bir terör devleti kurulması projesi ile doğrudan bağlantılıdır. Türkiye’nin bütün gayretlerine rağmen Suriye ile gerekli iş birliği sağlanamaz ve bölgede bir terör devleti bağımsızlığını ilan ederse, bölgedeki ABD güçlerinin koruması altında Suriye’nin doğusundan yine güneybatı yönünde İsrail’e uzanan bir koridorun açılması ve böylece sözde Kürt devleti ile İsrail arasında askeri, lojistik hatta ticari ilişkileri sağlayacak bağlantının kurulması suretiyle bu terör devletinin İsrail üzerinden Akdeniz’e çıkışı da gerçekleştirilmiş olacaktır. Güney sınırlarımızda gerçekleştirdiğimiz harekatlar sonucu muhtemel bir terör devletinin hemen güneyimizden Akdeniz’e çıkışı önlenmiştir. Ancak böyle bir devlet kurulur ve Suriye’nin güneyinden açılacak bir koridorla İsrail’e bağlanırsa, İsrail üzerinden Akdeniz’e çıkış sağlamış olacaktır.

Özetle İsrail tehdidi, bu ülkenin Türkiye’ye yakın bir gelecekte yapacağı konvansiyonel bir saldırı yönünden değil, orta ve uzun vadede bölgede Türkiye için her zaman tehlike arz eden oluşumların gerçekleşmesinde alacağı rol ve bunlara vereceği destek bağlamındadır.

Niyetleri bir yana, muhtemel bir hasmın imkân ve kabiliyetlerini de iyi bilmek şarttır dedik. İsrail’in nükleer silahları olduğunu dünya âlem bilmektedir. O halde İsrail’in nükleer kabiliyetlerine değinmemek, bunu yok saymak aymazlığın dik alası olurdu. Bu nedenle konuya ilişkin kısa bir değerlendirme yapmakta yarar görüyorum.

Nükleer silah ilk ve son kez İkinci Dünya Savaşı’nda kullanıldı. ABD’nin atom bombasını 1945’te geliştirerek Japonya’ya karşı kullanması ve savaşın sonunda dünyanın iki büyük ideolojik kutup arasında bölünmesini takiben Sovyetler Birliği de ABD’den dört yıl sonra ilk atom bombasını yaptı. Sovyetlerin atom bombası yapması ABD’nin nükleer tekeline son verdi. 1950’li yıllarda ABD’de McCarthy dönemi denen, komünizm korkusu üzerine kurulu cadı avı sırasında Amerikan atom sırlarını Rusya’ya vermekle suçlanan Rosenberg’ler idam cezasına çarptırıldı. Öte yandan 1957’de Sovyetlerin Sputnik adlı ilk uyduyu uzaya fırlatması nükleer silah ve füze yarışını hızlandırdı. Zira artık atmosfer dışına çıkabilen füzeler sayesinde kıtalararası hedeflere de nükleer silah atılabilecekti.

Türkiye’nin NATO’ya girmesini takip eden yıllarda Türkiye’ye ABD nükleer silahları getirildi. Konya ovasında inşa edilen bir üste nükleer başlık taşıyan Jupiter füzeleri yerleştirildi. Sovyetlerin de Küba’ya füze konuşlandırmaya başlamaları üzerine 1962’de çıkan ve iki paktı nükleer savaşın eşiğine getiren krizin sonunda Sovyetler Küba’ya füze yerleştirmekten vazgeçti, ABD de Türkiye’deki Jupiter’leri söküp geri götürmeyi kabul etti. O tarihte Türkiye bu füzelerin sökülmesini Sovyetlere karşı Amerikan nükleer şemsiyesinin korumasından mahrum kalmak şeklinde algılamıştı. Halbuki füzelerin Türkiye’de bulunması Türkiye’yi Sovyetlerin doğrudan nükleer hedefi haline getirmekteydi, yani Türkiye için daha fazla güvenlik sağlamamaktaydı.

ABD ve Sovyetler Birliği’nden sonra İngiltere, Fransa ve Çin de nükleer silah geliştirdiler. Sayıca ve tahrip gücü bakımından nükleer silahların giderek artması nedeniyle Birleşmiş Milletler çerçevesinde Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) yapıldı ve 1970’te yürürlüğe girdi. O sırada 5 devlet nükleer silah sahibi idi (ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere, Fransa, Çin.)

NPT Antlaşması ile nükleer silah sahibi devletler-nükleer silah sahibi olmayan devletler ayrımı yapıldı ve nükleer silah sahibi olmayan devletlerin nükleer silahları üretmemeyi, devralmamayı ya da bunların kontrolünü hiçbir şekilde elde etmeye çalışmamayı taahhüt etmesi; diğer yandan nükleer silah sahibi devletlerin de nükleer silahları bunlara sahip olmayan devletlere vermemeyi, kontrolünü bırakmamayı, nükleer silahı olmayan devletlere nükleer silah yapmaları konusunda yardımcı olmamayı, teşvik etmemeyi taahhüt etmeleri sağlandı. Ayrıca, nükleer silahı olmayan ülkelerin atom enerjisinin barışçı amaçlarla kullanılması amacıyla Birleşmiş Milletlere bağlı olarak kurulan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) tarafından denetlenmeyi kabul etmeleri sistemi getirildi.

Buna rağmen bugün nükleer silah sahibi devletlerin sayısı dokuza çıkmış bulunmaktadır. Bunlar Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore ve İsrail’dir.

Hindistan, Pakistan ve İsrail esasen NPT’ye taraf olmamışlardır. Kuzey Kore bir dönem taraf olmuş, sonra Antlaşmadan çekilmiştir.

Türkiye NPT’ye 1979 yılında 2225 sayılı onay kanunu ile taraf olmuştur. IAEA’ya da kuruluşundan beri taraftır.

Aslında NPT’ye taraf olmayan Hindistan, Pakistan ve İsrail de IAEA’ya öteden beri taraftır. IAEA’ya taraf olurken nükleer enerjiyi barışçıl amaçlarla kullanmayı da taahhüt eden bu ülkelerin daha sonra atom bombası yapmalarından da anlaşılmaktadır ki, IAEA, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi konusunda beklenen güvenceyi sağlayamamıştır.

İran NPT’ye taraf olmakla birlikte IAEA yükümlülüklerine uymadığı konusundaki şüpheleri bugüne kadar giderememiştir.

Asya’da, Güney Amerika’da ve Afrika’da nükleer silah sahibi olmak isteyebilecek ülke sayısının giderek artması beklenmelidir.

İsrail’in bugünkü nükleer kapasitesi nedir? Açık kaynaklar İsrail’in üretmiş olabileceği nükleer silah sayısını 100-300 arası olarak vermektedirler. Bunlar muhtemelen “ilkel nükleer bomba” ya da “Hiroşima bombası” denilen plütonyum bombalarıdır. Nükleer silahların daha gelişmiş bir şekli olan ve atom çekirdeğinin hem parçalanmasından (fizyon) hem de birleşmesinden (füzyon) açığa çıkan enerjinin iki aşamada ve neredeyse aynı anda elde edilmesiyle çok daha güçlü bir patlama yaratan Hidrojen bombasına (termonükleer bomba) sahip olup olmadığı hususunda bir bilgi yok ise de İsrail’in gelecekte bu tür bombaları yapabilmesi elbette ihtimal dahilindedir.

Nükleer silahların atma vasıtaları da belli özelliklere sahip olmalıdır. Konvansiyonel başlık taşıyan her füze veya konvansiyonel bomba atan her uçak nükleer silah atamaz. Dolayısıyla İsrail’in elindeki balistik füzelere ve savaş uçaklarına da nükleer yetenek kazandırılmış olduğunu varsaymak gerekir. Bütün bu işler ABD’nin bilgisi, muvafakati ve muhtemelen yardımı olmaksızın yapılamaz.

Tüm bunlar bir arada değerlendirildiğinde kuruluşundan beri bölgesinde bir nükleer güç olma stratejisini izlediği ve bu doğrultuda NPT Antlaşmasına taraf olmadan on yıllardır planlarını uyguladığı anlaşılan İsrail’in soykırıma varan mevcut saldırıları karşısında bölge ve dünya için gelecekte daha büyük sorunlara yol açacağından derin endişe duymamak mümkün değildir.

Peki, İsrail Türkiye’ye bir nükleer saldırı yapar mı? Buna ihtimal vermiyorum. Çünkü bir NATO ülkesine yapılacak bir nükleer saldırı NATO tarafından da benzer bir mukabeleyi, hiç olmazsa çok sert bir konvansiyonel mukabeleyi gerektirir ama ABD bunu yapmaz. O durumda da NATO’nun temeli olan 5.madde, Berlin duvarı yıkıldığında Sovyetler Birliği nasıl günler içinde dağıldı ve komünizm çöktüyse, aynen o şekilde çöker. Avrupalı müttefikler, kendilerini Ukrayna savaşı konusunda Rusya’ya karşı sertliğe iten ABD’nin nükleer şemsiyesine güvenlerini kaybederler ve ittifakın sonu görünür.

Kuşkusuz, İran’ın da nükleer silah sahibi olmasına fırsat verilmemelidir. İran, maruz kaldığı ağır şartlara rağmen hipersonik füze üretmiş ve bunu İsrail’e karşı deneyebilmiştir. Nükleer silah sahibi bir İran Türkiye için de ciddi bir güvenlik sorunu olacaktır.

İsrail nükleer silahlarını Gazze’de, Batı Şeria’da ve Lübnan’da da kullanamaz. Suriye belki İsrail için nükleer saldırı hedefi olabilir, ama İsrail Suriye’ye karşı nükleer silah kullanmaya gerek duymayacak askeri üstünlüğe zaten sahiptir. Bu durumda İsrail nükleer silahlarının, İran’ın nükleer silah elde etmesi halinde, bu ülkeye karşı stratejik ve caydırıcı bir araç olarak elde bulundurulacağı varsayılabilir.

Bölgedeki ilişkiler basit ve yalın analizlerle çözümlenemeyecek kadar karmaşıktır. “İki devlet tek millet” Can Azerbaycan’ın İsrail ile savunma alanını da kapsayan iş birliğine ne diyeceğiz? Ya biz ya onlar, kararını ver mi diyeceğiz? Ya da Gazze’deki vahşete var gücümüzle karşı çıkarken, zamanında Esed’i (Esat) desteklediği için “Hizbullah değil Hizbül Şeytan” dediğimiz insanların katledilişine mezhep gözlüğüyle mi bakacağız? Siyasal İslamı’n her girdiği yeri mahvettiğini, ortada İslam değil sadece siyaset olduğunu, hem de en vahşi ve ilkel siyaset olduğunu görmezden mi geleceğiz?

Bölgeye barış ve istikrarın hâkim olması için öncelikle mevcut İsrail yönetiminin iş başından uzaklaşması, Gazze ve Lübnan’da ateşkes yapılması, BM Adalet Divanının İsrail hakkında tüm dünyaya örnek olacak emsal bir karar vermesi, savaş suçlularının cezalandırılması, öte yandan İran’ın da vekilleri aracılığıyla bölgede nüfuzunu artırmak hevesinden vazgeçmesi ve nükleer silah yapmasının önlenmesi gerekmektedir.

Türkiye bu doğrultuda uluslararası diplomatik çabalarını sürdürmeli, ABD’de iş başına geçecek yeni yönetimle yakın ve samimi bir iş birliği kurmalı, ABD ve diğer NATO müttefikleri ile istişarelerini sıklaştırmalıdır.

İsrail tehdidi vardır. İsrail Türkiye’yi doğrudan hedef alma çılgınlığına kapılsın veya kapılmasın, bölgedeki savaş ve istikrarsızlığın yayılması Türkiye için başlı başına tehdittir. İsrail’in Türkiye’ye verebileceği muhtemel zararlar ne abartılmalı ne de hafife alınmalı, iç siyasete kesinlikle malzeme yapılmamalıdır.


Avukat Osman Paksüt
Emekli Büyükelçi ve Anayasa Mahkemesi Üyesi

Yazarın Diğer Yazıları

Cumhuriyet Halk Partisi nereye, Türk demokrasisi nereye?

CHP yönetimini, tüzüğünü ve programını tümüyle ve süratle değiştirip gerçek bir umut ışığı haline gelmedikçe, 100 yıllık Cumhuriyetimizin demokrasi ve kalkınma yolculuğunda önümüzdeki yılların da kaybedileceğinden kaygı duymamak mümkün müdür?

Taksirli suçlar ve deprem gerçeği karşısında yaşam hakkını korumak için devlet ne yapmalı?

Deprem gerçeği karşısında daha da önem kazanan taksirle öldürme suçları ve yaptırımları konusunun yeni bir meclis ve siyasal iktidar tarafından tam bir hukuk revizyonuna tabi tutulmasının zorunlu hale geldiğini düşünmekteyim

Kadına karşı şiddetin önlenmesinde devletin Anayasal görevleri

Unutmayalım ki sadece yasalarda gerekli düzenlemeleri yapmak suretiyle, bütçeden tek kuruş harcamadan, bir tek dolar borçlanmadan hayatlar kurtarmak mümkündür. Bu düzenlemelerin yapılmasında gecikilmesi ise kaybolan başka hayatlar demektir

"
"