Beylik laftır, denir ki “iktidar her rejimde olur ama muhalefet sadece demokrasilerde vardır”.
Bu söz doğrudur ama eksiktir. Bir rejimi demokrasi yapan -diğer birçok koşulun yanında- sadece muhalefetin varlığı değildir. Her zaman seçimle iktidarı devralıp ülkeyi daha iyi yönetebilecek, yani iktidarın her an alternatifi olan bir muhalefetin varlığıdır.
14 Mayıs parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucunda Cumhur İttifakı TBMM çoğunluğunu net bir farkla elde etmiş, cumhurbaşkanı seçiminin ikinci tura kalması üzerine 28 Mayıs günü yapılan iki adaylı seçimde de mevcut Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçerli oyların %42’sinden fazlasını alarak 5 yıllığına tek başına ülkeyi tekrar yönetme yetkisini elde etmiştir.
Millet İttifakı ve bu ittifakın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçmen çoğunluğunun destek ve güvenini kazanamadığı, ortaya çıkan tablonun yenilgi olduğu açıktır.
Seçimlerin eşit ve adil bir ortamda yapılmadığı, devlet imkanlarının sadece AKP ve partili Cumhurbaşkanı tarafından kullanıldığı, bazı sandıklarda usulsüzlükler olduğu, Suriyelilerin ve para ile mülk alanların vatandaş yapıldığı, tüm bunların iktidar oylarını bir şekilde artırıcı etkisi olduğu inkar edilemez. Öte yandan, Millet İttifakı ve ortak adayın kazanabilmesi için her muhalefete nasip olmayan nesnel koşullar bulunduğunu da kabul etmek gerekir. Cumhur İttifakı ve bu ittifakın cumhurbaşkanı adayı da bu seçimlere dikensiz gül bahçesinde değil, demokratik bir ülkede her biri başlı başına bir iktidarı değiştirmeye yetecek ekonomik sorunlar, hayat pahalılığı, sürekli artan gelir dağılımı adaletsizliği ve deprem felaketinin yönetimindeki beceriksizlik ve ihmaller gibi, muhalefet için büyük avantaj sağlayan koşullarda girmiştir. Bu nedenle, CHP yönünden başarısızlığa gerekçe bulmaya, kılıf uydurmaya çalışmak, hatta büyük bir pişkinlikle sonucu başarı gibi takdim etmeye kalkışmak, CHP’ye oy vermiş milyonlarca seçmenin üzüntü ve hayal kırıklığını arttırmak dışında bir işe yaramayacaktır. Sonunda ağır sıklet şampiyonluk maçı kaybedilmiştir. Mevcut şampiyon, altın kemeri ve milyonlarca dolarlık ödülü almış, ünvanını korumuştur. “Geçen maçta beni nakavt etmişti, bu defa ancak sayıyla yenebildi. Öyleyse başarılıyım” diyen bir boksöre ya da hastasının tek şansı olan bir organ nakli ameliyatında hasta masadan sağ kalkamadığında “hasta EX oldu ama ameliyat başarılıydı” diyen doktora denir?
Millet İttifakı altılı masanın temel varlık nedeni olarak deklare ettiği, ucube sisteme son vermek ve güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmek hedefine ulaşamamış, bu hedefe yönelik ilk adımda tepetaklak gitmiştir.
Millet ittifakının bazı bileşenlerinin, seçmenden aldıkları (tahmini) oy sayısı ile kıyaslanamayacak sayıda milletvekilliği elde etmeleri kendileri açısından bir başarı olarak görülebilir ise de Altılı Masa macerasının geneli itibariyle başarısız olduğu, Anayasayı değiştirerek en büyük vaadleri olan parlamenter sisteme geçmek için gerekli asgari 360 milletvekilliği sayısının yakınına bile yaklaşamadıkları, “ülkeyi istişare ile yöneteceğiz” ve “kararlarımızı ortak akılla alacağız” şeklindeki sürekli tekrarlanan söylemlere rağmen aday belirleme safhasında gerçek ve samimi bir istişare yapmadan son anda aday ilanı noktasında masanın önce dağılıp sonra tekrar yeni cumhurbaşkanı yardımcılıkları ihdası vaadiyle toparlanmaya çalışılmasının yarattığı travma, Cumhuriyet Halk Partisine ve adayına duyulması ümit edilen güven noktasında yıkıcı bir etki yaratmıştır.
Cumhuriyet Halk Partisi, genel merkezin aksi yöndeki tüm iddia ve izah çabalarına karşın bu sürecin en büyük kaybedeni olmuştur. Aday listelerinde yer verdiği diğer 4 partinin oylarıyla birlikte parlamento seçimlerinde aldığı oy % 25’ten öteye gidememiştir. Söz konusu partilerin oylarının sıfır olduğu bir an için farz edilse bile % 25 oy oranı CHP’nin tüm geçmişinde aldığı en düşük oy oranlarından biridir. Milletvekili sayısı, diğer partilere verilen sandalyeler çıktıktan sonra 130 olup, parlamentoda da gerçek bir düşüşü ifade etmektedir.
Siyaset bilimciler, anketçiler ve basın bu sonucu ne kadar tartışırsa tartışsın, 85 milyonun gözü önünde duran açık bir sonuç vardır. Yenilginin en büyük nedeni CHP’nin kendi kimliğinden uzaklaşmış, amorf ve somutluktan uzak, çoğu kez birbiri ile çelişkili vaadlerin oluşturduğu bir yumak görüntüsü sergilemiş olmasıdır.
Altılı Masa, CHP’nin “sol” ve “sosyal demokrat” olma iddiasını da sulandırmış ve sesini duyulmaz hale getirmiş, CHP’nin ekonomi alanındaki iddiaları “300 miyar dolar parayı buldum, seçilirsem ertesi gün Türkiye’ye getireceğim”, “418 milyar doları son kuruşuna kadar geri alacağım” gibi vaadler rüzgarı içinde, kerameti kendinden menkul ve bir günlüğüne Türkiye’ye gelmek zahmetine bile katlanmayan bazı ekonomi uzmanlarıyla sanal ortamda düzenlenen, neo-liberal ekonomi ve finans odaklı bir toplantıdan ibaret kalmıştır. CHP, Masadaki ortaklarının korkusundan, özelleştirmeye son vereceğini, gerekirse kamulaştırma ve devletleştirmeye başvuracağını söyleyememiştir. Buna karşılık masadaki kimi ortakları, Altılı Masa Anayasa Önerisinde anayasanın ilk dört maddesinin değişmeyeceği kabul edilmiş olduğu halde, bu maddelerde değişiklik yapılabileceği anlamına gelen, “Türk” tanımıyla sorunları olduğunu açıkça ortaya koyan söylemlere başvurabilmişlerdir.
Özetle CHP seçimi kaybetmiştir, çünkü kendi kimliğini kaybetmiştir.
Ancak asıl mesele bu seçimlere giden süreçte yapılan taktik ve stratejik hatalar silsilesi değildir. Asıl mesele, yıllardan beri gerçek kimliğini bizzat kendisi hor gören, yok eden, Cumhuriyetin kurucu değerlerinden kopmuş, aslını inkar etmiş fakat bunun sonucunda diğer kesimlerden oy da alamamış bir CHP ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğidir. CHP, sürekli olarak, laiklik ve ülkenin birlik bütünlüğü konusundaki kararlılığından ciddi kuşku duyulması için zemin yaratmaktadır. 13 yıllık “Yeni CHP” denemesi başarısız olmuştur.
Tüm yurt sathında CHP’de değişim talepleri giderek artan bir sesle dile getirilmektedir.
Türkiye ve Türk demokrasisi için CHP ne yapabilir? Bugünkü şekliyle Cumhuriyetin ve demokrasinin sigortası olabilir mi? Yoksa tarihsel işlevini tamamlamış bir siyasi parti olarak evvela elindeki belediye başkanlıklarını sonra da mevcut seçmen desteğini kaybederek tarihin çöp sepetine mi gidecektir?
Hemen ifade edelim: CHP Cumhuriyetin ve demokrasinin güvencesi olmalıdır ve olabilir.
Sayın Kılıçdaroğlu birkaç gün evvel Sözcü TV’de katıldığı programda, CHP için önemli olanın önce Türkiye, sonra CHP’nin kurumsal kimliği, daha sonra genel başkan olduğunu ifade etmiştir. Değişimin kaçınılmaz olduğunu, değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi olduğunu da vurgulamıştır. 2500 yıl önce yaşayan Efesli Heraklit’in bu sözü kuşkusuz bu dünyanın temel bir hakikatidir. Ancak değişim kendiliğinden olmaz. Değişimi getiren, iç çelişkiler ve dış dinamiklerdir.
CHP’de değişim için Heraklit’in felsefesininin kendiliğinden hükmünü icra etmesi beklenemez. CHP tabanı ve seçmeninin iradesini açığa çıkarması gerekir. Yoksa, iş “zaman her şeyi halleder” “her sorun zaman içinde çözülür” laçkalığına (rehavet değil) ve çözülmeye varabilecektir.
İlk hedefler neler olmalı:
Parti tüzüğü, ülkeye demokrasiyi getirmek söyleminde bulunacak bir partiye yakışır şekilde, parti içi demokrasiyi gerçekleştirmeye açık hale getirilmelidir. Yıllarca parti üyesi olan ancak hiçbir düzeyde aday belirlemede sözü geçmeyen parti üyelerinin tercihleri genel başkan ve milletvekili seçimleri dahil, tüm seçimlerde etkili olabilmelidir. Parti üyelerinin belli bir sayıda imzası ile kurultay toplanabilmeli ve genel başkan adayı gösterilebilmelidir. Genel merkezin vesayeti altındaki 1200 delegenin mutlak karar sahibi olması kabul edilemez. Ön seçim müessesesine işlerlik kazandırılmalı, ancak parayı bastıranın ön seçim kazandığı ve seçilecek adaylık sırasına oturduğu bir sisteme de kesinlikle yol açılmamalıdır.
Parti programı, halkçı, kamucu ve gerçek üretim ekonomisini destekleyici bir ekonomik program haline getirilmelidir. Atatürk milliyetçiliğine bağlı, toplumcu, kamucu, devrimci (inkılapçı) ve halkçı bir program, bu temel ilkeler arasında bir öncelik sıralaması yapılmaksızın, birbiriyle bağlantılı olarak ve aynı zamanda geliştirilerek halkla paylaşılmalıdır.
Devletin en büyük yatırımcı ve istihdam yaratıcı rolü ve sorumluluğu öne çıkarılmalı, kamu iktisadi teşebbüsleri yeniden kurulmalıdır. Devlet yine Sümerbank’ı kuracak, ayakkabı ve bez üretecek demagojilerine pabuç bırakılmamalıdır. Devlet elbette ayakkabı ve bez üretimiyle uğraşmayacaktır; ancak ithal ürünlere göre daha pahalı olsa bile mikroçip, fiber optik, hassas aletler ve makineler, ileri kimya ve tekstil ürünleri gibi alanlarda gerekli yatırımları bizzat yapacaktır. Çünkü bunlar stratejik ürünlerdir. On yılların kronik sorunu olan cari açığa temelden çözüm için ithalatımızda önemli yer tutan ham madde ve ara malları daha pahalı olsa bile Türkiye’de üretilmeli, sübvansiyonlar belli müteahhitlere veya kur korumalı mevduata değil milli sanayiin desteklenmesine verilmelidir. Böylelikle hem istihdam yaratılmalı, işsizlik azaltılmalı hem cari açık zamanla kapatılmalıdır. Böyle bir programın yüksek teknoloji ürünleri imal ve ihracı ile desteklenmesi için eğitimde ve üniversitelerden başlayarak köklü bir reform yapılmalıdır.
Savunma sanayimizin daha üst aşamalara gelmesi için hem devlet hem özel sektör eliyle yürütülen çalışmalar iki katına çıkarılmalı, genç beyinlerin yurt dışına gitmesinin önüne geçmek için kabiliyete ve yaratacağı katma değere göre maaş politikası getirilmelidir. Unutmamak gerekir ki FETÖ’nün Milli Gemi projesini başlatan ve uygulayan komutanları hapse atması, genç ve gelecek vadeden ASELSAN mühendislerini bazen intihar bazen kaza süsü vererek öldürmesi tesadüf değildir. Çağın gereklerine uygun eğitim politikası ve bu şekilde yetiştirilecek üstün vasıflı işgücü oluşturulamadıkça Atatürk’ün çağdaş medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak hedefine yaklaşmak bile mümkün olamaz Bunun için tam bir bilimsel ve mali özerkliğe sahip üniversiteler ön şarttır. Gençlere insanca çalışacakları, kendileri, ülkeleri ve insanlık için yararlı olabilecekleri bir sistem vadetmek, ÖTV’siz otomobil veya ucuz fiyata akıllı telefon vadetmekten daha değerlidir. Gençlerimizin hemen tamamı bu farkı kavrayacak zekaya sahiptir.
CHP, binlerce sayfa kitaplar hazırlamak, havanda su dövülen çalıştaylar düzenlemek, kurullar kurmak yerine açık, net, özlü bir kamucu kalkınma programı üretmelidir. En önemlisi, bu program başka bir parti liderinin, masanın veya ortağın onayına tabi olmadan, tek başına CHP’nin kararlılıkla uygulayacağı bir program olmalıdır.
Genel başkanlık konusu bugünlerde hararetle tartışılmaktadır. Eğer Sayın Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi genel başkan, ülkeden ve partiden sonra geliyorsa yani bu üç değer arasında üçüncü sırada ise, işe en önemsiz olanından yani en kolayından başlamak gerekmez mi?
Elbette işe genel başkanlıktan başlamak gerekir. Ancak zamanlama önemlidir. Dokuz ay sonra yerel seçimler vardır. Yerel seçimlere genel başkanlık mücadelesi içinde gidilmesi parti için elbette bir felaket reçetesidir. Sayın Kılıçdaroğlu elbette her şeyi yüzüstü bırakıp çekip gidemez. Ama 13 yıldır her seçimi kaybeden bir genel başkanın hayatı boyunca genel başkanlığını sürdüreceği izlenimi verecek şekilde davranması da kabul edilemez.
Sayın Kılıçdaroğlu derhal, tevil götürmez ve rücu edilmez biçimde, beş yıl sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmayacağını (bu arada kimse hayal kurmasın, erken seçim falan yok), yerel seçimlerden sonra genel başkanlığı ve aktif siyaseti bırakacağını, şimdiye kadar verdiği ancak yeterli başarı kazanamadığı demokrasi mücadelesinde son hizmetinin Atatürk’ün kurucu ilkelerine bağlı, iktidara gerçek bir alternatif olabilecek bir CHP’yi birkaç yıl içinde kurarak (kurarak diyoruz çünkü bu partide bazı şeylerin artık yıkılıp tamamen yeniden inşası lazım) onun yeni liderini de cumhurbaşkanı seçtirmek olacağını ilan etmelidir.
Genel başkanlık süreci mevcut genel başkanın “kurultay yine beni seçti, ne yapayım, yoksa ben bırakacaktım” demeyeceği biçimde, Kurultaya kadar görevde kalması, kurultaydan sonra yapılacak demokratik bir tüzüğe göre yeni genel başkanın seçilmesi, genel başkan adaylarının 2028’de cumhurbaşkanı seçildikleri takdirde tek adam olarak nasıl bir hükümet kuracakları ve nasıl bir ekonomik program izleyeceklerini CHP’ye ve tüm millete anlatmaları, ondan sonra da yeni ve son şekli verilecek parti programıyla müteakip cumhurbaşkanlığı seçimine ve genel seçimlere hazırlanılması şeklinde olmalıdır. Diğer bir ifadeyle genel başkan değişikliği yol haritası da belirlenerek şimdiden başlatılmalı, ancak yeni genel başkan yeni bir tüzüğe göre ve yeni bir program sunarak yapacağı adil, şeffaf ve tabana dayalı (delegeye değil) parti içi demokratik mücadelenin sonucuna göre seçilmelidir.
Parti tüzük ve programının yeniden yapılması süreçleri birlikte yürütülmeli, sadece parti liderliği ve yönetimini ele geçirmek dışında partiyi, tüzüğüyle-programıyla halka dayalı olarak baştan inşa etme inancı ve kapasitesi olmayan şahsiyetlere dikkat edilmemelidir. Tüzük, oldubittiye getirilmemeli, kamuoyunda ve parti tabanında uzun bir süre tartışılmalı hatta gerekirse belirli bir süre arayla, birincisi tartışma amaçlı, ikincisi tüzüğün nihai şeklini kabul etmeye yönelik iki tüzük kurultayı yapılmalıdır.
Değişim süreci tabandan kopmamalıdır. Bu taban, CHP’ye ve Altı Ok’a gönül vermiş, Atatürk ilkelerine ve Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşması ve onu geçmesi ülküsüne inanan, CHP üyesi ve seçmeni olan insanlarımızdır. Her seçimden önce umutlanmak isteyen, kerhen ve “tıpış-tıpış” sandığa giden, ama her seferinde hüsrana uğrayan, uğratılan, hayalleri yıkılıp tekrar kandırılmaya çalışılan insanlarımız partilerinin ve dolayısıyla ülkenin kaderini ellerine almalıdır.
Başta da söylediğimiz gibi, iktidar her zaman ve her rejimde vardır. Demokrasilerde önemli ve vazgeçilmez olan, her an iktidarı devralarak ülkeyi daha iyi yerlere taşıyabilecek bir ana muhalefetin olmasıdır. CHP bu haliyle bu misyonu üstlenebilecek bir siyasisi güç olmaktan çıkmıştır. Gidişat değişmediği takdirde bir yandan Türkiye’yi her an yeni savrulmalara maruz bırakabilecek bir yönetim ile diğer yandan yetersiz ve kimliğini bulamamış bir muhalefet partisi arasında sıkışıp kalacak olan Türkiye, 21. Yüzyılı kaybedecektir.
CHP yönetimini, tüzüğünü ve programını tümüyle ve süratle değiştirip gerçek bir umut ışığı haline gelmedikçe, 100 yıllık Cumhuriyetimizin demokrasi ve kalkınma yolculuğunda önümüzdeki yılların da kaybedileceğinden kaygı duymamak mümkün müdür?
Hala ifade özgürlüğü -sınırlı da olsa- varken, bizden söylemesi. Gerisi, CHP’nin çilekeş ve vefalı tabanı başta gelmek üzere, Atatürk ilkelerini rehber edinmiş, yurtsever ve yeniliğe açık halkımızın sağduyusuna kalıyor.