Sanki pek tekin bir ortamla karşılaşmayacağımızı bilirmiş gibi dizlerimizi kıvırıp karnımıza doğru çekmiş, ellerimizle de yüzümüzü kapamış halde dünyayla tanışmayı beklediğimiz zamanlardan bu yana sese, melodiye, ritme tepkiliyiz. Bebeklerin, anne karnındaki gelişimlerinin belirli bir evresinden sonra dış dünyadan gelen sesleri duygusal olarak algılayabildikleri biliniyor. İşittikleri seslerin taşıdıkları olumlu ya da olumsuz duyguyu, çok temel olarak ayırt edip hissedebiliyorlar. Kavga, çatışma seslerinden, gürültüden olumsuz etkilenirlerken ahenkli melodileri olumlu olarak algılıyor, daha gülümsemeyi bile beceremezken mutlu olmayı başarıyorlar.
Dünyayı gardını almış halde bekleyen insan için müzik, anne karnından başlayarak yaşamının her evresinde kendisiyle, hayatla barışmanın harika bir yolu. Buradan bakarsak şarkı dinlemeyi, işitsel algıyla, duyularını duygulara onları da davranışlara çevirerek bireyin kendini inşa etmesi olarak da tanımlayabiliriz pekâlâ. İşte bu inşaat sürecinde bugünün çocuklarının harcında çok eksikler, boşluklar oluşuyor gibi geliyor bana. Ellerinden düşürmedikleri dijital cihazların ekranlarında her an yollarına çıkan zamanın şarkıları -pek çoğu diyelim- biraz eksikler.
Onlara zamanın şarkıları kadar zamansız şarkıları da dinletmek gerek…
Daha çok sözlerin ve ritmin baskın olduğu, melodik omurganın, makamsal yapının çoğu zaman göz ardı edilebildiği bugünün şarkıları, insanı yontup biçimlendirmede yeterince hünerli değiller. Aksine insanın heykelini fazla sivriltiyorlar sanki, keskinleştiriyorlar. Özellikle de dönemin popüler türleri olarak çokça dinlenen yerli ya da yabancı şarkılarda bu keskin ve sivriltilmiş benmerkezci duygu hayli yoğun hissediliyor. Gerektiğinde isyan ve itirazla hayata bilenmek de lazım ama yine insan kalarak yapabilmeli bunu. İşte bu yüzden bizim insanı ustaca darbelerle yontan, biçim veren şarkılarımızı, türkülerimizi çocukların kulağına duyurmak, o dolaştıkları sanal sokaklarda karşılarına iyilik perileri gibi çıkarmak gerek.
Bugünün çocukları yarın birer yetişkin olduklarında duyabilecekler mi acaba bu şarkıları? O yüzden her ihtimale karşı bir yolunu bulup duyurmalı onlara. Örneğin ilkokul çağındaki bir çocuk, Çiğdem Talu'nun sözleriyle Melih Kibar'ın bestelediği "Her Şey Seninle Güzel"i bir şekilde duymalı. Bulutsuzluk Özlemi'nden "Sözlerimi Geri Alamam"ı bilmeli. Cem Karaca'dan "Resimdeki Gözyaşları", "Ceviz Ağacı", Bülent Ortaçgil'in, "Olmalı Mı Olmamalı Mı"sı, Barış Manço'dan "Yaz Dostum", Yeni Türkü'den "Telli Turna, Yeşilmişik", Zülfü Livaneli'den "Hey Özgürlük", Sezen Aksu ve "Minik Serçe"si, İlhan İrem'den "Sevecen", Ahmet Kaya'nın Orhan Veli şiirinden bestelediği "Macera"; ağaç yaşken eğilir misali küçük kulaklarda bir yerlerde durabilseler harika olur.
Türkülerden de biriktirmeli, Türk Sanat Müziğinden de atmalı kumbaralara; "Atem Tutem Ben Seni", "Horozumu Kaçırdılar", "Halkalı Şeker", Pir Sultan'ın sözleriyle "Dostum Dostum", "Sarı Kurdelem Sarı", "Fikrimin İne Gülü", "Sen Bensiz Ben Sensiz", "Telgrafın Telleri", hatta klarnet taksimleri ve Şükrü Tunar'ın Hicaz Oyun Havası da mümkünse sıkıştırılmalı bir yerlere. Neşet Ertaş'tan Zeki Müren'e, Ruhi Su'dan, Mahzuni Şerif'e, kimi seslendiren sanatçıların kendi yazdıkları kimi de büyük bestecilerimizin imzalarını taşıyan çok güçlü şarkılarımızın, türkülerimizin varlığının farkında olmalılar.
Zaman geçip büyünürken varlığı zamana bağlı olmayan kalıcı değerlere sahip olabilmeye güçlü bir katkı da bu zamansız şarkılardan gelecek çünkü…
Yıllar boyu 23 Nisan'larda politikacıların makam koltuklarına oturtularak değer algılarıyla oynanan çocuklar, bundan böyle makam koltuklarına oturmak yerine sahneye çıksalar onlar için de memleket içinde her şey daha güzel olabilir…
23 Nisan, çocuklara ve çocuk kalabilen herkese kutlu olsun.