17 Şubat 2025
“Cemil Bayık: Öcalan’ın mektubu elimize ulaştı” haberini akşam saatlerinde önce Sterk TV geçti. Ardından Mezopotamya Ajansı da aynı başlıkla tekrarlayınca haber, hızla yayıldı. Onlarca haber sitesi duyurdu bu gelişmeyi.
Fakat Artı Gerçek’in “Mektup iddiasına KCK’den yanıt: ‘Bazı malumatlarımız oldu” haberinde Bayık’ın sözleri farklı aktarılıyordu. Ben de Kürtçe bilen bir arkadaşımdan, PKK yöneticilerinden Cemil Bayık’ın, bu haberlerin asıl kaynağı olan Sterk TV’deki söyleşisini izlemesini rica ettim. O da izleyip bana yazdı:
“Cemil Bayık, programda ‘Öcalan bize bir mektup gönderdi’ demiyor. ‘Türk medyasında bir mektup öne çıktı. Bunun üzerine bazı malumatlarımız oldu. Biz de bunu değerlendirdik” diyor.”
Bu durumda Sterk TV’nin ve ona dayanan haberlerin tümü yanlıştı. Anlaşılan haberin duyulduğu akşam, kesip yapıştırma alışkanlığıyla araştırmadan aynen kopyalamışlar. Ama sonra yanlışı düzeltebilirlerdi, yapmadılar. Sterk TV ve Mezopotamya Ajansı bile düzeltmedi.
Onunla da kalmadı, Yeni Yaşam, iki gün sonra ilk sayfadan “Bayık: Mektup elimize ulaştı” haberiyle yanlışı tekrarladı. Aynı gün, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları da basın toplantısında “Öcalan’ın mektubu”na ilişkin bir soruya “Sayın Öcalan’ın örgütünün yaptığı açıklamaları basından izledik. Kendilerine bir mesajın ulaştığına dair bilgiyi kendileri kamuoyuyla paylaştılar” yanıtını verdi. Aslında o da yanlış haberlere atıfta bulunmuş oldu.
Öcalan’ın mektubu Kandil’e iletilmiş olabilir, onu bilemem. Bildiğim şu, Bayık haberleri yanlış, dolayısıyla Hatimoğulları’nın sözleri de bilgi vermekten uzak. Şimdi yapılması gereken, gazeteciliğin devreye girerek mektubu araştırması ve karanlık noktaları aydınlatması.
Tabii yeni bilgileri yazarken de yanlış haberleri düzeltmek ve okurlara açıklama yapmak şart. Okurlarına gerçeği borçlu hisseden “bağımsız gazetecilik”in gereği budur.
Spor yazarı Bağış Erten, “Transfer masası açıldı ama herkes biliyor, zarlar hileli” yazısında futbol endüstrisinin transfer çılgınlığını anlatıyordu. “Nihayete ermeyeceği bilinerek ortaya atılan isimlerden, akıl almaz paralardan” söz ediyor, bir araştırmanın bulgularını aktarıyordu: “24 Aralık-13 Ocak tarihleri arasında Fanatik, Fotomaç, Sabah, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde Fenerbahçe’ye 48, Galatasaray’a 46 oyuncu yakıştırılmış. Kimler yok ki listede? İlginçtir, koca transfer okyanusunda aynı isimlere ‘sarkıyorlar’. Oysa Fenerbahçe ve Galatasaray’ın son 10 yılda devre arası transfer ortalamaları toplam 5’i zor geçiyor.”
Transfer dönemi, Erten’in, Gazete Oksijen’deki yazısında sözünü ettiği araştırmadan sonra 29 gün daha devam ettiğine göre, bu gazetelerde Fenerbahçe ve Galatasaray’ın transfer listesine eklenen futbolcu sayısı o araştırmada belirtilenden çok daha fazla olsa gerek.
Fakat transferler 11 Şubat’ta sona erince gördük ki, Fenerbahçe sadece 4, Galatasaray ise 7 oyuncu almış! Düşünün beş gazete, bu iki takım için onlarca oyuncunun adını ortalığa saçıyor ama bunlardan çok azı gerçekleşiyor. Sadece bu gazeteler de değil, hemen tüm futbol medyası, transfer dönemlerinde böyle habercilik yapıyor; olmadık isimler ortalığa atılıyor, saçılıyor.
Beşiktaş’ın yeni teknik direktör seçimi konusundaki haberler de futbol medyasının transferler konusunda ne denli isabetli bilgi verdiğinin başka bir kanıtı. Yine bu beş gazetedeki haberleri taradım. Beşiktaş’ın yeni teknik direktör adayları olarak Roger Schmidt’ten, Nico Kovac, Paulo Fonseca, Roberto Mancini, Rudi Garcia, Felix Magath, Slaven Bilic, Markus Gidsol, Massimiliano Allegri, Martin Siegbert ve İgor Tudor’a kadar çok sayıda ismi yazmışlar! Ama Norveçli teknik direktör Ole Gunnar Solskjaer’i hiç tahmin edememişler. Beşiktaş’ın, Kamuyu Aydınlatma Platformu’na (KAP) bilgi verdiği güne kadar ruhları bile duymamış bu ismi.
Aslında “atmasyon” haberler, her transfer döneminde ve teknik direktör değişikliğinde devam ediyor. Yıllardır her seferinde onlarca futbolcunun adı yazılıyor, söyleniyor ama o isimlerden belki yüzde 10’u, belki 15’i gerçekten transfer ediliyor.
Peki neden böyle? Futbol habercileri, futbol takımları yöneticileri tarafından yanlış yönlendiriliyor olabilir mi? Bu mümkün. Fakat gazeteci dediğin her transfer döneminde kandırılmaz ki…Hem adı geçenlerin bazılarının asla gelmeyeceği de belli.
Belki de asıl neden, futbol yazarlarının reyting, tiraj ve okunma kaygılarından ya da futbol endüstrisinin parçası haline gelmelerinden kaynaklanıyordur! Ne de olsa milyon dolarların döndüğü bir endüstriden söz ediyoruz. Nema büyük, transfer haberlerinden nemalanan da çok…
Sözcü ve Korkusuz’dan ayrılanların Nefes’i kurmasından beri bu üç gazetenin tirajlarındaki değişimi merakla izliyorum. Nefes, 19 Aralık’ta yayına başladığında Sözcü’nün tirajı 100 bin, Korkusuz’un da 54 binin üzerindeydi. Nefes ve Korkusuz’un satış fiyatı 10 lira iken, Sözcü’nün fiyatının 15 lira olduğunu da belirteyim.
Odatv, Nefes’in ikinci gündeki tirajını 73 bin olarak verdi. Medya Takip Merkezi’ne göre de 16- 22 Aralık haftasında Sözcü’nün tirajı 101 bin, Korkusuz’un 54 bin, Nefes’in de 44 bin oldu. 30 Aralık-5 Ocak haftasında Sözcü’nün tirajı ilk kez 85 bine, Korkusuz’un 50 bine düştü.
Sonra Nefes’in tirajı yavaş yavaş yükselmeye başladı ve 27 Ocak-2 Şubat haftasında 50 bini geçti. Aynı hafta Sözcü’nün tirajı 79 bin, Korkusuz’un da 47 bin oldu. Garip bir eğri çiziyor bu üç gazetenin tirajları. Sözcü, bir ara 76 binlere kadar inen düşüşünü durdurmuş görünüyor.
Nefes, Sözcü ve Korkusuz dışındaki gazetelerden de okur kazanmış olabilir. Son iki aylık süreçte Türkiye, Sabah, Hürriyet ve Akşam gibi gazetelerin tirajları yaklaşık aynı kaldı ama ilginç olan Milliyet’in 60 binlerden 50 binlere, Aydınlık’ın da 10 binlerden 2 binlere düşmesi. Anlaşılan, okuduğu gazetesinden mutsuz ve arada kalan bir okur kitlesi var. Bakalım önümüzdeki günlerde nasıl bir seyir izleyecek bu okurların gazeteler arası yolculuğu…
Tabii tirajın, satılan değil basılan gazete sayısı olduğunu da anımsatmalıyım. Basılanların ne kadarının satıldığı konusunda ise maalesef bilgi yok…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP Genel Başkanı Özel’in, “Bertolt Brecht'in 'Halkın Ekmeği' şiirini okursa grup toplantısında prompterdan, ben diyeceğim ki 'cahil değil” sözlerini yanıtlarken, eski yanlışını da bir kez daha yinelemiş:
“Ziya Gökalp’e ait olan bu şiiri okumamdan dolayı 1 yıllık bir cezaya çarptırıldım. Şiir okuyup okumadığımı orta öğretimden üniversiteye tarih söyler. Ama sayın Özel’in kendisinin ne denli şiir okuma kabiliyeti var bilemem.”
Erdoğan’ın 1999’da cezaevine atılmasına neden olan “Minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz, camiler ise kışlalarımızdır” ifadelerinin Ziya Gökalp’in “Asker duası” şiirinden alındığı doğru değil. O şiirde böyle dizeler yok.
Bu sözlerin gerçek kaynağı, Ankaralı şair M. Cevat Örnek’in “İlahi Ordu” şiiri. Örnek, bu şiirine “7 Dağın çiçeği” (1966) ve “Gülden dikenden” (1974) kitaplarında yer vermişti.
Erdoğan, Ziya Gökalp’e mal etme yanlışını 2011’de Meclis’teki konuşmasında da söylemişti. O zaman da Malumatfuruş’ta şiirin Ziya Gökalp’e değil M. Cevat Örnek’e ait olduğu yazılmış, yanlış düzeltilmişti. Murat Bardakçı gibi yazarlar da şiirin Cevat Örnek’e ait olduğunu yazdı. Buna rağmen Erdoğan’ın aynı yanlışı defalarca tekrarlaması artık bilinçli bir tercih.
Ama medyada Erdoğan’ın yanlışı haberlerde düzeltme notu bile konulmadan aktarıldı. Hatta Akşam, günler sonra bir de “Özgür Özel şiiri yanlış okudu” haberiyle yanlışı bir daha tekrarladı. Okur ve izleyiciler göz göre göre yanıltıldı.
Yanlışlar konusunda gazetecilerin sorumluluğu Erdoğan’a değil, okur ve izleyiciyedir. Yanlışı aynen aktarmak değil düzeltmek zorunludur gazetecilikte.
RTÜK’ün iktidar yanlısı kanalları korumasına ilişkin yeni örnek, ATV’nin “Can Borcu” adlı dizisi. E-posta gönderen M. Akın Güre adlı okur, bu dizideki “çocuk istismarı”, “şiddet” ve “suça teşvik” sahnelerinden yakındı:
“Dizide telefon mesajları üzerinden para ödülü vaadederek gençleri suça teşvik eden bir şebeke var. 6. Bölümde bir arabanın kaportasını çizen çocuk video ile kanıtlamak şartıyla 2000 lira verilerek ödüllendiriliyor. Dizide bu olay adım adım seyirciye izlettiriliyor. İkinci olay daha dehşet verici. Şebeke aynı kız çocuğundan bu kez cam kırıklarını çocuk bahçesine bırakmasını istiyor. Çocuk şişe kırığı parçalarını oyun bahçesindeki kaydırağın iniş yerine bırakıyor.
7. bölümde de Hande, işyerinde çalışan kadınları odasındaki delikten ‘dikizleyen’ patronun gözüne delikten şiş sokuyor. Cezalandırma ile kadın tacizine karşı olma yan yana getiriliyor; hukuk ve kanunla hak arama çözümünü ıskalıyor. RTÜK’ün hattına şikâyet ettim.”
Dizinin o bölümlerine baktım. M. Akın Güre’nin tespitleri doğru. Çocuklara, para karşılığı yine çocuklara yönelik suç işletilme sahneleri de ürkütücü, adamın gözüne şiş sokulması da.
Elbette kötü karakterler, kötülükler de dizilerde işlenir; ama şiddeti olanca vahşiliğiyle göstermek gerekmez. Şiddeti olanca çıplaklığı ile göstermeden de imgeler yaratarak anlatmak mümkündür. Zaten filmler, diziler gibi görsel sanat ürünleri, izleyenin zihninde imgeler yaratabildiği oranda etkili izler bırakır.
Belli ki, birçok yeni dizide olduğu gibi ATV’nin “Can Borcu”nda da sanatsal yaratıcılıktan eser yok. Onun yerini ticari kaygılar alıyor. Bakalım RTÜK, bu dizideki kötülükleri görecek mi?
Tek cümleyle:
|
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Faruk Bildirici kimdir?Faruk Bildirici Gaziantep'te doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni (BYYO) bitirdi. Gazeteciliğe, Haziran 1980'de Cumhuriyet'te başladı. 12 Eylül askeri döneminde sıkıyönetim ve eğitim muhabirliği, 1983 seçimlerinden sonra da Başbakanlık, siyasi parti ve parlamento muhabirliği yaptı. Bir süre Haber Müdürlüğü görevinde bulunduğu Cumhuriyet'ten, Nisan 1992'de ayrıldı. Sabah Gazetesi'nde beş ay süren parlamento muhabirliğinden sonra Ekim 1992'de Hürriyet'e geçti. Yaklaşık beş yıl Hürriyet Ankara Büro Şefi olarak görev yaptı. Bu dönemde yazı dizileri hazırladı; portre yazıları kaleme aldı. Araştırma kitapları yayımladı. Bir süre yine Hürriyet'te araştırmacı-yazar olarak çalıştıktan sonra Mart 2002'de Ankara Temsilci Yardımcılığı'na getirildi. 2002-2003 yıllarında Tempo dergisinde "Kırlangıç Yuvası" köşesinde yazdı. 31 Ağustos 2004- 14 Mart 2005 tarihleri arasında "Anlatsam Roman Olur" başlığıyla Hürriyet gazetesinde gerçek yaşam öyküleri kaleme aldı. Bu dizide kaleme alınan öykülerden hareketle hazırlanan aynı adlı televizyon programı Kanal D'de yayımlandı. TV8'de "Çuvaldız" (1999-2001), Cine-5'te "Üç artı Bir", Tv 8'de "Nerede kalmıştı?" (2009) adlı programlar yaptı. Hürriyet Pazar'da "Puzzle portreler" başlığıyla yayınlanan portre söyleşileri hazırladı. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda üç dönem "Araştırmacı gazetecilik", Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de iki dönem (2014-2015) "Parlamento muhabirliği", Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de üç dönem (2016-2019) "Medyanın güncel sorunları" dersleri verdi. 19 Nisan 2010'dan Mart 2019 tarihine kadar Hürriyet gazetesinin Okur Temsilciliği (Ombudsman) görevini yürüttü. 3.5 ay kadar Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği yaptı; Başkan Ebubekir Şahin'in birkaç yerden maaş almasına karşı çıkması üzerine AKP ve MHP kontenjanından gelen üyelerin oylarıyla RTÜK üyeliğine son verildi. Halen bağımsız "Medya Ombudsmanı" olarak, T24'ün yanı sıra bu misyonunu kabul eden ANKA, Gazete Duvar, Gazete Pencere, Gazete Kapı, Gerçek Gündem, BirGün, 12 Punto, Muhalif'te ve kendi web sitesinde medyadaki etik sorunlara dair yazılar kaleme alıyor. Yayımlanan kitapları: Gizli Kulaklar Ülkesi (Şubat 1998), Maskeli Leydi: Tekmili birden Tansu Çiller (Temmuz 1998), Üniforma Slogan Biber (Şubat 1999), Kuzum Bülent: Ecevit'e aileden mektuplar (Şubat 2000), Siluetini Sevdiğimin Türkiyesi (Temmuz 2000), Anıtkabir Racon Zambak (Nisan 2001), Hanedanın Son Prensi: Mesut Yılmaz ve ANAP'lı yıllar (Aralık 2002), Yemin Gecesi: Leyla Zana'nın yaşamöyküsü (Şubat 2008), Serkis bu toprakları sevmişti (Ekim 2008), Günahlarımızda yıkandık (2018) Medyanın ombudsmanı Saray’ın medyası (2021) |
İktidar yanlısı medya da bitip tükenmek bilmeyen “cadı avı”na destek veriyor, alkış tutuyor. Bağımsız, eleştirel ve de muhalif gazetecilik zor bir yıla daha girdi, gazeteciliğe devam…
Halk TV’den Barış Pehlivan, Serhan Asker, Seda Selek ve Kürşad Oğuz’un gözaltına alınması ve ardından Suat Toktaş’ın tutuklanması, muhalif medyaya yönelik “hukuk” operasyonlarının devamı. Son iki ay içinde açılan davalar, gözaltılar, engellemeler de bunun somut kanıtı
Onca insanın öldüğü ve tüm ülkenin merakla, heyecanla, hüzünle açıklama beklediği bir olayda bile bakanların önceliği Tayyip Erdoğan’ın konuşması olabiliyor. Erdoğan’ın canlı yayınını kesmektense milyonlarca insanı bekletmeyi yeğleyebiliyorlar
© Tüm hakları saklıdır.