17 Mart 2025

Halk TV’deki krizin arka yüzü

Mahiroğlu, Kayda Geçsin’e kendisi çıkmazsa programın da olmayacağını söyledi

O akşam Barış Pehlivan, Rasim Ozan Kütahyalı ile yapılmış söyleşiyi gördüğünde şaşırdı, böyle bir ismin Halk TV logosu altında ve abartılı övgülerle yayınlanmasına üzüldü de.

Hemen Barış Terkoğlu’na haber verdi; o da söyleşinin linkini kanalın sahibi Cafer Mahiroğlu’na gönderdi, sonra da aradı. Mahiroğlu, söyleşiyi yeni öğrendiğini belirterek, “Hemen yayından kaldırtacağı” yanıtını verdi. Telefonu kapatan Terkoğlu, aldığı yanıtı Pehlivan’a aktardıktan sonra canlı yayına girdi.

O sırada araç kullanan Mahiroğlu, aracını bir yere çektikten sonra kanaldan ilgili yöneticiyi arayıp, videonun kaldırılmasını söyledi. Ama aradan 22 dakika geçmişti; söyleşinin kaldırılmadığını gören Pehlivan da daha fazla beklemeye gerek olmadığını düşünerek söyleşiyi eleştiren paylaşımda bulunmuştu. Mahiroğlu, birkaç dakika sonra Pehlivan’ın paylaşımını görünce sinirlendi, tekrar kanalı arayıp “Yayından kaldırmayın” talimatı verdi. 

Pehlivan, Mahiroğlu’nu kızdıran paylaşımında, söyleşi yapan muhabirin Kütahyalı’yı tanımadığına dikkat çekerek, “Bu çok üzücü. Kütahyalı, Türkiye’deki bugünkü çürümüşlüğün medyadaki ayaklarından biridir. Kürt açılımı meselesinde böylesi birine ‘bilge’ rolü vermek büyük bir hatadır” görüşünü dile getiriyordu. Eleştirisini, “Halk TV, bu toprakların yüz akı bir televizyon kanalıdır. Bu birikime ve emeğe yakışmayan bir söyleşi olmuş” diye noktalıyordu.

Terkoğlu da yayından çıktıktan sonra Pehlivan’ın paylaşımını retweetledi; ardından Timur Soykan, Murat Ağırel ve Şule Aydın da destek verdiler; söyleşiye yönelik tepkiler hızla arttı.

Hemen belirteyim, Kütahyalı ile söyleşi yapmak editöryal tercihtir, yapılabilir. Mesele Pehlivan’ın da vurguladığı gibi nasıl yapıldığı. Kütahyalı’yı medyadaki geçmişinden hiç söz etmeden, İmralı süreci ile ilgili uzman gibi sunmak, övgülerle iade-i itibarda bulunmak yanlıştı.

Kuşkusuz her gazetecinin çalıştığı kurumdaki yayına itiraz hakkı vardır. Ama itiraz öncelikle kurum içinde dile getirilir. Pehlivan’ın da tepkisini dışa vurmadan önce o söyleşinin kaldırılması için çaba harcaması daha doğru olurdu.

Krizi tırmandıran, bunca tepkiye rağmen ertesi sabah bile söyleşinin yayından kaldırılmaması oldu. İlk ayrılık kararı “Halk TV bulunmak istediğim noktanın uzağına düştü: Rasim Ozan Kütahyalı’yla” diyen Serpil Yılmaz’dan geldi. 

Mahiroğlu da sabah saatlerinden itibaren “Kayda Geçsin” programına çıkıp, eleştirilere cevap vermek için baskıya başladı. Şule Aydın ve ekiptekiler, Halk TV’nin zarar göreceği gerekçesiyle karşı çıktılar. Mahiroğlu yerine genel yayın yönetmeni ya da ilgili editörün çıkmasını önerdiler. Bu önerileri kabul etmeyen Mahiroğlu, kendisi çıkmazsa programın da olmayacağını söyledi.

Böylece ipler kopma noktasına geldi ama ekip, programa çıkmak üzere beklemeyi sürdürdü. Hatta konuklarını da beklettiler. Ama Mahiroğlu, akşam saatlerinde sosyal medyadan sert bir yanıt vererek, gerginliği bir üst aşamaya taşıdı.

“Sosyal medyada bir grup Halk TV programcısı tarafından bana ve kanala yönelik kampanya başlatıldı” diye söze giren Mahiroğlu, Kütahyalı ile söyleşiyi “yol kazası” olarak nitelendirdi. Genel Yayın Yönetmeni gibi davranan Mahiroğlu, “O röportajın yapıldığından haberim yoktu. Olsaydı onay vermezdim” dedi; paylaşımdan önce kendisini aramadığı için Pehlivan’a serzenişte bulundu. “Cevap hakkı”nı kullanma isteğinin kabul edilmemesinden yakındı.

Mahiroğlu katılmadan programlarını yapma olanağı kalmayınca “Kayda Geçsin” ekibi ve Terkoğlu, ayrılmaya karar verdiler. Mahiroğlu, Şule Aydın’ın, “Halk TV ile yollarımız ayrıldı” açıklamasını yapmasından dakikalar sonra da haber programına bağlandı. Ece Üner, girişte “Herhalde Türkiye tarihinde bir ilktir, bir insanın kendi televizyonuna katılmak, cevap hakkını kullanmak isteyip de reddedilmesi enteresan bir gelişme” diyerek Mahiroğlu’nu rahatlattı.

Ece Üner gibi Cafer Mahiroğlu da yanlış biliyor. “Cevap hakkı” bir yayınla ilgili olarak muhatabının aynı mecrada karşı görüşünü belirtme hakkıdır. Oysa burada yayın yok, sosyal medyadaki paylaşımlar var. Mahiroğlu da paylaşımda bulunarak yanıt vermiş zaten.

Asıl sorun şu ki, yayınla ilgili eleştirinin muhatabı da kanalın sahibi değil; yayınla ilgili yöneticilerdir. “Editöryal bağımsızlık” gereği kanal sahibi yayına karışamaz. Fakat Mahiroğlu, paylaşımı, programa katılma ısrarı ve haber bültenindeki konuşması ile Halk TV’nin yayınlarının kendisinden bağımsız olmadığını duyurmuş; editoryal bağımsızlığı ihlal etmiş oldu.

Mahiroğlu daha sonra söyleşiyi yayından kaldırttı ama iş işten geçmişti artık. Kütahyalı, söyleşinin tamamını program yaptığı sitede yayına sokmuştu. Başlığı da Kütahyalı’nın olanlara sevincini yansıtıyordu: “ROK, Halktv’yi içeriden çökertti."

Google ambargosuna karşı okur farkındalığı

Google’ın algoritma değişiklikleri, maalesef ilk kurbanını aldı. Genel Yayın Yönetmeni Barış Avşar’ın “Veda vakti” yazısındaki tanımıyla “teyit edilmiş, düzgün yazılmış, farklı ayrıntılarla beslenmiş, kimseyi yaftalamayan, ‘yandaşlık’ değirmenine su taşımayan, mazlumu ve hakkı yeneni kollayan, ötekileştirmeyen” Gazete Duvar kapandı. “Hakikati arama çabasını internetin hızına kurban etmeyen” iyi gazetecilik mecralarından birinden olduk. Eksildik yine.

Bağımsız ve eleştirel medya kuruluşlarının siyasi baskılar ve ekonomik güçlüklerle karşı karşıya olduğu hepimizin malumu. Bunun üzerine son aylarda bir de Google’ın nedeni, niçini, nasılı gizli “algoritma değişikliği” eklenince bu haber sitelerine Google üzerinden gelen ziyaretçi trafiği bir anda yüzde 90’lara varan oranda düştü. Medyanın ürettiği içerikler sayesinde milyarlar kazanıp, telif de ödemeyen Google, üstüne bir de sitelerin reklam gelirlerini de tümüyle yok etti.

Doğrudan reklam gelirleri düşük olan, abonelik geliri de olmayan Gazete Duvar, Google’ın ambargosuna daha fazla dayanamadı. Korkarım bu ambargo başka kurbanlar da alacak; teknoloji devleri medyanın okura ve izleyiciye ulaşmasında ana belirleyici olacak, medya özgürlüğünü ve halkın haber alma hakkını engelleyecekler.

Ama bekleneceği gibi, siyasi iktidarın umurunda değil bu durum. Ulaştırma Bakanı Abdülkadir Uraloğlu, bağımsız medyanın içine düştüğü açmazı görmezden gelerek “Ana akım medyayı korumalıyız. Medya kuruluşları dava açarsa destekleriz” demekle yetiniyor.

Artı Gerçek, BirGün, Diken, Ekonomim, Gazete Pencere, ilketv.com.tr, Kısa Dalga, Medyascope ve T24 haber sitelerinin bir araya gelerek yayımladığı “Google’ın yıkıcı ambargosunu protesto ediyoruz” başlıklı açık mektup bu teknoloji devine karşı ilk adım oldu. “Devlet kurumlarının yerel medyayı güçlendirecek düzenlemeleri hayata geçirmesi” istenen mektupta, şirketler reklamlarını doğrudan medya kuruluşlarına yönlendirmeye davet edildi.

Bence de mektupta vurgulandığı gibi, Google’ın ambargosunu ve algoritmik dalaverelerinin üstesinden gelecek en büyük güç okurlardır. “İnternette haberleri Google üzerinden değil doğrudan okuru olduğu internet sitelerine girerek”, abone olarak ve bağış yaparak bağımsız ve eleştirel haberciliği yaşatabilirler.

Gazeteciler olarak okurlarda Google ambargosuna karşı farkındalık yaratmak, onları harekete geçirmek de yine bizim görevimiz…

Kaos kışkırtıcılığı ve halka panik yaratma

“Türkiye gazetesinin ‘Kaos avcısı’ muhabiri” başlıklı yazıma Türkiye gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yücel Koç’tan “Ah be ombudsman! Gördün mü kaosu” yanıtı geldi:

“….bu yazıyı da öyle kötü bir zamanda yayınladı ki, bizim cevap vermemize bile gerek kalmadı. Zira eleştirdiği ‘kaos’ haberlerinden biri Suriye’de, Lazkiye-Tartus bölgesinde Baasçı Esad artıklarının, İran’ın desteğiyle yeni bir Sünni katliamına ve kaosa hazırlandığıydı.”

Hayır, Yücel Koç’un bu yanıtı da doğru değil. Suriye’de Nusayrilerin yaşadığı Lazkiye ve civarında yaşananlarla gereksiz yere heyecanlanmış.

Birincisi, benim eleştirdiğim, Yılmaz Bilgen’in “Kaos Çetesi” ve “Kaos Planı” haberlerinin 10’u da Suriye’de değil, Türkiye’de kaos çıkacağı safsatasıyla doluydu. Örneğin 23 Şubat’taki son “Kaos planı” haberi, “Gezi ve başarısız 15 Temmuz darbe girişiminin ardından bekleme moduna geçen güçler yeniden harekete geçti” ile başlayıp “bombalı saldırı ve kritik isimlere yönelik suikastlarla desteklenecek kaos planı”na kadar uzanıyordu!

İkincisi, Yücel Koç’un, haklılıklarını kanıtlamak için örnek verdiği 18 Aralık 2024 tarihli “Lazkiye’de katliam endişesi” haberi, benim eleştirdiğim “Kaos çetesi” ve “Kaos planı” haberleri arasında yoktu! Çünkü o haber, Yılmaz Bilgen’in “kaos” sözcüğünü kullanmadığı nadir haberlerden biriydi. Üstelik de Yılmaz Bilgen o haberinde “rejim yanlısı teröristlerin Sünni katliamı yapmasından korkuluyor” diye yazmıştı.

Halbuki Lazkiye bölgesinden gelen haberler, Yılmaz Bilgen’in o zaman yazdıklarının tersine Sünnilerin değil, Esad rejiminden kalan güçlerin saldırısı sonrasında sivil Nusayriler’in katledildiği yönünde. Nitekim Yılmaz Bilgen bile 11 Mart’ta “Nusayri halkı, isyancıların kendilerine karşı çıkan 400 Nusayri’yi acımadan katlettiğini söyledi” diyerek sivil Nusayrilerin öldürüldüğünü kabul etti.

Maalesef Türkiye gazetesi eleştirilerime yanıt verirken, yanlışı düzeltmek yerine “kaos” batağına daha çok saplandı. Hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasına da yaslanarak, “Aylardır uyardıklarımız tek tek karşımıza çıktı” ve “Erdoğan’dan sert tepki” haberlerinde CHP’yi “Kaos planının sözcüsü” ilan ettiler.

Oysa ben böyle haberlerle “kaos” kışkırtıcılığı yapmanın “halkı korku ve paniğe” sevk edebileceği uyarısında bulunmak istemiştim. Devleti aciz (!) göstermeleri de cabası…

Tek cümleyle:

  • Hürriyet yazarı Ahmet Hakan’ın, “Profesyonele yakın şarkı söyleyen bir milletvekili” diye övdüğü milletvekilinin isminin Cantürk Alagöz olduğu yazısında yoktu; isim eksikti.

  • Serbestiyet’ten Kaan Göktaş’ın, “Adnan Oktar’a köfte ekmek siparişi veren binbaşı görevden alındı” haberini gazeteci Emrullah Erdinç kaynak belirtmeden paylaştı; Halk TV ve Yeniçağ da Erdinç’i kaynak göstererek alıntıladı.
  • Özel sayfalar düzenleyen Yeni Şafak, AKP’li Haliliye Belediyesi’nin, Akşam da AKP’li Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin “örtülü reklamı”nı yaptı.
  • Anadolu Ajansı’nın “SGK, hileli boşanmaları takibe aldı” haberi, aralarında AHaber, Haber7 ve Cumhuriyet’in de bulunduğu birçok yerde mahreç konulmadan kullanıldı.
  • Akşam ve Sabah’ın, “Elektrikli araç kredilerine yeni düzenleme” haberinde sadece TOGG’u kapsayan düzenlemenin TOGG’un yılı zararla kapatmasından sonra geldiği bilgisi eksikti.
  • Milliyet, bir cinayetten hükümlü olan yeraltı dünyasının ünlü ismi ve sanatçı Muazzez Abacı’nın eski eşi Hasan Heybetli’nin cezaevinde ölümünü “Acı haber” başlığıyla duyurdu.
  • Ülke TV’de “Odak Noktası” programında peyzaj mimarı Ece Gürel’in ölümü konuşulurken “Türkiye’de kaç cadı var” sorusuna da yanıt arandı!
  • İktidar medyası, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 92 yaşındaki bir adama elini öptürmesini haber yapmadı.
  • Sabancı Holding’in şirketlerinden biri olan Çimsa, Akşam, Ekonomim, Hürriyet’ten gazetecileri İrlanda’ya davetli götürerek yeni aldığı tesisi gezdirdi.

ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]

Faruk Bildirici kimdir?

Faruk Bildirici Gaziantep'te doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni (BYYO) bitirdi. Gazeteciliğe, Haziran 1980'de Cumhuriyet'te başladı. 12 Eylül askeri döneminde sıkıyönetim ve eğitim muhabirliği, 1983 seçimlerinden sonra da Başbakanlık, siyasi parti ve parlamento muhabirliği yaptı. Bir süre Haber Müdürlüğü görevinde bulunduğu Cumhuriyet'ten, Nisan 1992'de ayrıldı.

Sabah Gazetesi'nde beş ay süren parlamento muhabirliğinden sonra Ekim 1992'de Hürriyet'e geçti. Yaklaşık beş yıl Hürriyet Ankara Büro Şefi olarak görev yaptı. Bu dönemde yazı dizileri hazırladı; portre yazıları kaleme aldı. Araştırma kitapları yayımladı.

Bir süre yine Hürriyet'te araştırmacı-yazar olarak çalıştıktan sonra Mart 2002'de Ankara Temsilci Yardımcılığı'na getirildi. 2002-2003 yıllarında Tempo dergisinde "Kırlangıç Yuvası" köşesinde yazdı.

31 Ağustos 2004- 14 Mart 2005 tarihleri arasında "Anlatsam Roman Olur" başlığıyla Hürriyet gazetesinde gerçek yaşam öyküleri kaleme aldı. Bu dizide kaleme alınan öykülerden hareketle hazırlanan aynı adlı televizyon programı Kanal D'de yayımlandı.

TV8'de "Çuvaldız" (1999-2001), Cine-5'te "Üç artı Bir", Tv 8'de "Nerede kalmıştı?" (2009) adlı programlar yaptı. Hürriyet Pazar'da "Puzzle portreler" başlığıyla yayınlanan portre söyleşileri hazırladı.

Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda üç dönem "Araştırmacı gazetecilik", Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de iki dönem (2014-2015) "Parlamento muhabirliği", Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de üç dönem (2016-2019) "Medyanın güncel sorunları" dersleri verdi.

19 Nisan 2010'dan Mart 2019 tarihine kadar Hürriyet gazetesinin Okur Temsilciliği (Ombudsman) görevini yürüttü. 3.5 ay kadar Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği yaptı; Başkan Ebubekir Şahin'in birkaç yerden maaş almasına karşı çıkması üzerine AKP ve MHP kontenjanından gelen üyelerin oylarıyla RTÜK üyeliğine son verildi. 

Halen bağımsız "Medya Ombudsmanı" olarak, T24'ün yanı sıra bu misyonunu kabul eden ANKA, Gazete Duvar, Gazete Pencere, Gazete Kapı, Gerçek Gündem, BirGün, 12 Punto, Muhalif'te ve kendi web sitesinde medyadaki etik sorunlara dair yazılar kaleme alıyor.

Yayımlanan kitapları:

Gizli Kulaklar Ülkesi (Şubat 1998), Maskeli Leydi: Tekmili birden Tansu Çiller (Temmuz 1998), Üniforma Slogan Biber (Şubat 1999), Kuzum Bülent: Ecevit'e aileden mektuplar (Şubat 2000), Siluetini Sevdiğimin Türkiyesi (Temmuz 2000), Anıtkabir Racon Zambak (Nisan 2001), Hanedanın Son Prensi: Mesut Yılmaz ve ANAP'lı yıllar (Aralık 2002), Yemin Gecesi: Leyla Zana'nın yaşamöyküsü (Şubat 2008), Serkis bu toprakları sevmişti (Ekim 2008), Günahlarımızda yıkandık (2018) Medyanın ombudsmanı Saray’ın medyası (2021) 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Akif Ersoy, izleyicilerine borçlu

Gazeteci hiç kimseye ambargo koyamaz; hele de milyonların oy verdiği bir partinin TBMM’deki temsilcilerini dışlayamaz; yok sayamaz

Tecavüz haberi değil pornografik öykü

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Medya ve Çeşitlilik Kılavuzu’nda “Taciz ve tecavüz gibi cinsel suçların haberleştirilmesinde kullanılan dile özen gösterilmeli...

Hedef göstermek iktidar medyasına serbest

Gazeteci, yargı süreçlerini etkilemeye çalışmaz, mesleki ilkemiz budur. Ama Ayşe Barım örneğinde, gazetecilik, bırakın yargıyı etkilemeyi, yargıcı karaladı, suçlu gösterdi. Üstelik sadece Ayşe Barım örneği de değil, vukuatları o kadar çok ki…

"
"