İstanbul’da tam deyimiyle “hoş vakit” geçirdim, meslektaşlarımla buluştum, uzun uzun sohbetler ettik. Mesleğimizin duayenlerinden Oktay Ekşi ile akşam yemeğinde söyleşmek ise benim için “ödüldü” desem abartmış olmam. Ekşi’nin “Boğaza nazır” evinin balkonunda çektirdiğimiz resim o günün güzel anısını yansıtıyor.
Laf lafı açtı, 70’lerde Oktay Ekşi’nin, yine mesleğimizin duayenlerinden Altan Öymen ile birlikte Ankara’da Gazeteciler Cemiyeti seçimlerini kaybettiğini de sohbet sırasında öğrenmiş oldum.
İlginç değil mi?
Ekşi “Hürriyet’teki baş yazılarının noktalanmasına yol açan” olayı, “bunlar analarını bile satar” sözünü yazısının sonuna nasıl eklediğini ve olayın perde arkasında yaşananları bir bir anlattı. Bence bu olayın en düşündürücü yanı, Oktay Ekşi’nin tam 36 yıldır başyazarı olduğu Hürriyet’ten ayrılmasına yol açan yazısının orijinal halinin şimdi dijital arşivlerde aransa da bulunamayacak oluşu, çünkü “SİLİNDİ!”
Düşünün, Türk basınının son yıllarda nasıl ağır bir baskı altına alındığının önemli örneklerinden biri olan bu olay artık yok hükmünde. Ben bu yüzden bir Toplumsal Hafıza Merkezi kurulmasını (*) bunca yıldır savunup duruyorum ama ne basın örgütlerinden ne toplumun aydın kesiminden bu yönde en ufak bir destek gelmiyor.
Gelelim Oktay Ekşi’nin Hürriyet gazetesinde “sonunu getiren” olaya… Ekşi o günlerde art arda yazdığı yazılarla doğanın katledilmesine yol açan HES’lere ve kimi yatırımların yabancılara peşkeş çekilmesine karşı çıkıyor, buna yol veren çevre bakanlığını sürekli eleştiriyor:
-O gün yazımı yazıp bırakmıştım, bana gazetenin taşra baskıları daima gelir, inceledim baktım, yazımı alelade bir bitişle noktalamışım, biraz daha güçlendirmek istedim, dedim ki, -bunlar analarını bile satarlar-
Ve o andan itibaren Ankara’da hükümet çevrelerinde kıyamet kopuyor, gazete yöneticilerini, gazete sahibinin kızını, hatta sahibini arayan arayana…Hürriyet’in o günlerde genel yayın müdürü olan Enis Berberoğlu bu yaşananları, hükümet kanadından gelen ağır baskıyı Oktay Ekşi’ye aktarıyor, Ekşi de gazetenin sahibi Aydın Doğan’ı telefonla arayıp, “gerekirse gazeteden ayrılabileceğini” ima ediyor, Doğan’ın anında verdiği yanıt şu:
-Beni çok rahatlatırsınız…
Oktay Bey Hürriyet gazetesinden ayrılırken durumu nazik sözlerle okurlarına aktarmakla yetiniyor.
“1966 yılından beri mensubu olduğum, 1974 yılından beri de “Başyazar”ı sıfatını taşıdığım Hürriyet Gazetesi’nden ayrılmaya karar verdim. Bana ne mutlu ki bunca yıl en iyi patronlarla ve mükemmel gazetecilerle çalıştım. Hepsine içten teşekkür borçluyum. Bugüne kadar ülkem ve mesleğim için hangi görüşleri savundumsa ömrümün sonuna kadar onları savunacağımın bilinmesini isterim.”
Oktay Ekşi’nin duvarını süsleyen İsmet İnönü ile olan bir resmi de çok ilgimi çekti, İnönü acaba ona neden parmak sallıyordu? O günlerde röportaj yaptığı İnönü meğer, “Benim söylediklerimin tamamını yayınla” diyormuş Ekşi’ye.
Ekşi ile Basın Konseyi başkanlığı sırasında yaşanan kimi ilginç olayları hatta ünlü bir gazeteciye kimi parasal işlerle anılması nedeniyle Konsey’in tembihte bulunuşunu da konuştuk.
Şimdilerde kaleme almakta olduğu anılarında bakalım hangilerine yer verecek?
Ben de merakla bekliyorum.
Ha, unutmadan Ekşi’den son bir not ileteyim, yaşamda kimileri “çalışır durur” kimileri ise, “çalışmadan hazıra konar” ya, meğer o kader, daima yaradılışta belli olurmuş:
-Bazıları borçlu, bazıları alacaklı doğar, borçlular ha babam de babam çalışır durur, o borcu bir türlü ödeyemez. Alacaklılar ise şanslıdır, onlara hayat verir de verir ama bir türlü alacakları ödenemez…
Söylesenize, siz acaba kimlerdensiniz?
(*) https://bennursunerel.blogspot.com/2024/10/tanklgn-omru-ne-kadardr.html
https://bennursunerel.blogspot.com'dan alınmıştır.