20 Temmuz 2017

Süt çocuklara gerçekten yararlı mı?

İnek insülinine maruz kalmayan çocuklarda oto immün antikorlar önemli ölçüde azaldı

Geçen hafta Instagram sayfamda sütün zararları başlıklı bir post paylaştım. Epey çok kimseden şaşırdıklarına dair ve kanıt istediklerine dair yorumlar aldım. Anlatmak istediklerimi tek bir yazıya sığdıramayacağımı anlamam üzerine konuyu teker teker ele almaya karar verdim. Şimdi okuyacağınız bu yazım tip 1 diyabet ve süt arasındaki görmezden gelinemeyecek kadar güçlü bağlantı olacak ve diğer konu başlıklarıyla devam edecek.

Tip 1 diyabet, kendi bağışıklık sisteminizin, pankreasın insülin üreten hücrelerine saldırdığı ve yok ettiği, genellikle çocuklar ve genç erişkinleri etkileyen otoimmün bir hastalıktır. Tedavi edilmezse, ölümcüldür. Fakat, "iyi idare edilen insülin replasmanı ile bile", hayattan on yılı kısaltabilir. Bir çocuğa tip 1 diyabet tanısı konduğunda aileler harap olur.

Modern tıp, vücudun kendisine saldırmasının neye sebep olduğunu anlamak ve onu önleyip iyileştirebilmemizi sağlamayı umut eder. Bu amaçla da çalışmalar yapar. Biraz inceleyelim.

Genetik yatkınlık  tip 1 diyabette önemli bir rol oynamaktadır, ancak aynı gen yapısına sahip ikizlerden biri tip 1 diyabet tanısı alsa bile diğer ikizin de diyabet olma riski yüzde 50’dir. Yani bu durumda dış faktörlerin de olması gerekir.

Bazı ülkeler düşük oranlara sahiptir, bazılarının yüksek oranları vardır. Örneğin Japonya’da, Amerika Birleşik Devletleri'nden 18 kat daha az tip 1 şeker hastalığı görülüyor. Ve bu sadece genetikle açıklanacak gibi değil, çünkü çocuklar yeni bir ülkeye mesela Amerika’ya göç ettiklerinde yeni ülkelerinin tip 1 diyabet görülme riskini almaya meyilliler. Bu da tip 1 diyabette genetik dışında çevre, beslenme veya yaşam tarzıyla ilgili başka bir şeyler daha olması gerektiğini düşündürüyor.

Aslında, dünyada değişik coğrafi bölgelerde tip 1 diyabet görülme oranları 350 kattan daha fazla artan azalan oranlarda değişmektedir. Bazı ülkelerin yüzdesi diğerlerinden daha yüksektir ve yükselmeye de devam etmektedir. Araştırmacılar dünyadaki 37 topluluğu incelediklerinde görülme sıklığının her yıl yaklaşık yüzde 3 oranında artmakta olduğunu ve hiçbirinde tam tersine azalma görülmediğini saptadılar. Her yıl yüzde 3 oranında görülme sıklığının artmasının nedeni genlerimizdeki değişim olamaz, çünkü genlerimiz bu kadar hızlı değişemez. Dikkati çeken şey, 2. Dünya Savaşı'nın ardından başlayan bir şeylerin olduğu. Buna en iyi kanıt, tip 1 diyabetin 20. yüzyılın ilk yarısında istikrarlı ve nispeten düşük bir oran gösterirken ve bu durumun yüzyılın ortasında birden değişmeye başlamasıdır.

Peki, neden? D vitamini eksikliği, bazı enfeksiyonlar veya inek sütüne maruz kalma gibi, çocukların şeker hastalığına yakalanmalarına neden olabilen bir dizi faktör öne sürülmüştür.

Yıllar önce, karşılaştırmalı çalışmalar yayınlandı ve süt tüketimiyle tip 1 diyabet  -insüline bağımlı çocuklukta başlayan tip 1 ​​şeker hastalığı- görülme sıklığı arasında sıkı bir bağlantı olduğu gösterildi; görülme sıklığının aynı coğrafyada bile yüzde 94 oranında değişmesi ise süt tüketimindeki farklılıklar ile açıklanıyor. En yüksek tip 1 diyabet oranlarına sahip olan ülke Finlandiya, araştırmalarının büyük bölümünü bu alana yönlendirdi.

Tüm bunlar, anne sütünü az alan bebeklerde tip 1 diyabet oranının arttığını belirgin şekilde gösteren çalışmalarla başladı: Anne sütü yeni doğan bebekleri korur. Anne sütü alamayan bebekler, inek sütü proteinleri içeren formül mamalar alıyorlar. Hayatın ilk birkaç ayında bağırsak duvarı  özellikle proteinleri sızdırmaya daha yatkındır. Belki, bağışıklık sistemimiz yabancı inek proteinlerine saldırdığında, pankreasımız da çapraz ateşte kalmaktadır. Ancak, bu hayvan deneylerine dayanan bir varsayımdır. Hayvan çalışmalarında "inek sütü proteini içeren bir beslenme’’ duyarlı farelerde diyabet oluşturdu, fakat sıçanlarda şeker hastalığa neden olmadı. Peki, biz farelere mi, sıçanlara mı daha çok benziyoruz?

Araştırmacılar, inek sütü proteinlerine saldıran antikor seviyelerinin yükselip yükselmediğini görmek için tip 1 diyabetli çocuklardan kan aldılar ve kontrol grubuyla karşılaştırdılar. Sonuçta etkilenen çocukların her birinin kanında dolaşan anti-inek sütü protein antikorları yüksekti ve kontrol grubunda çok daha düşük seviyelerdeydi.

Tamam, bu oldukça ikna edici görünüyor, ama İzlanda'da ne oluyor? Finlandiya'dan daha fazla süt içiyorlar, ancak tip 1 diyabet oranı yüzde elliden daha az. İzlanda paradoksunu ele alalım.

***

Çocuklar arasındaki tip 1 diyabet görülme sıklığı ile inek sütü tüketimi yüksek ülkeler arasındaki sıkı korelasyon sadece İzlanda'yı içermiyordu. Böylece, böyle çalışmaları görürsünüz. "İnek sütü: tüketimi ile [çocuklarda ve ergenlerde] tip 1 diyabet sıklığı arasında bağlantı vardı-ancak sadece İzlanda’dakilerin verileri dışlandığı zaman.

İzlandalıların korunmasının sebebi sadece genetik olabilir mi? Belki evet, belki hayır. İzlanda halkı diğer Kuzey ülkeleri ile genetik olarak benzerdir, ancak inekleri benzemez. "İzlanda ineği, diğer inek ırklarıyla 1100 yıldan uzun süredir çiftleşmiyor." İki ana tür kazein proteini (A1 ve A2) vardır ve İzlanda sığırları çoğunlukla A2 sütü ürettiklerinden dolayı olağandışı sığırlardır. bu, İzlanda'da tip 1 diyabet sıklığının daha düşük olmasını açıklayabilir.

Bakın, A1 kazein, kasomorfine bölünürken, A2 kazein bunu yapmaz. Ayrıca, kazomorfin, bağışıklık fonksiyonunu değiştirebilen opioid (vücutta morfin gibi etki gösteren kimyasal maddeler) özelliklerine sahiptir. Belki de bazı enfeksiyonlara duyarlılığı artırarak tip 1 diyabeti tetikliyorlar. Holstein inekleri, yani ABD süt gölünün yaklaşık yüzde 95'ini oluşturan klasik siyah-beyaz desenli ineklerden ve dünyadaki sürünün büyük bir kısmından elde edilen süt türü budur.

Öyle ki şu anda durum, tip 1 diyabeti tetiklemekten kaçınmak için, diyabetojen olmayan sütlerin seçilmesine ilişkin yöntemler üzerine patent alınmaya başladığı bir noktaya gelmiştir. A1 kazein tüketimine bakarsanız kesinlikle süt tüketimi ile tip 1 diyabet arasındaki bu sıkı doğrusal ilişkiyi görebilirsiniz. Ancak olasılığı dışlayan sözde çalışmalar da yapılıyor. Oysa iyi dizayn edilmiş örneğin, yüzlerce Tip 1 diyabetli kardeşlerin yaklaşık on yıl boyunca takip edildiği ve çok süt içenlerde hastalığa yakalanma riskinin yaklaşık beş katı arttığı da gösteren gerçek çalışmalar da var.

90'lı yılların ortalarına gelindiğinde bu tür iyi çalışmalardan bir düzineden fazla yapılmıştı. Ve genel olarak, "inek sütüne erken dönemde maruz kalmanın" tip 1 diyabet "riski"ni yüzde 50 oranında artırdığını görülmüştü. Bu çalışmalar " Amerikan Pediatri Akademisi için ‘’İnek sütü proteininin insülin üreten hücreleri yok eden işlemin başlatılması için gerçekten önemli bir faktör olabileceğine (kesinlikle) karar vermesi için yeterliydi.

Ve böylece "inek süt proteininden kaçınılması ... [tip 1 diyabetin başlamasını] geciktirebilir veya azaltabilir" dendi . Ancak anne sütünün yerini hiçbir şey tutamaz. Ancak alamayan ve bu nedenle risk altındaki bebekler için tam süt proteini içeren ürünler yerine, süt alerjisi olan çocuklar için kullanılan ve süt proteinlerinin parçalarına ayrılmış hidrolize formülü kullanmaları önerilebilir ve bu potansiyel olarak daha az riskli hale getirebilir. Ama, yani sonucu yapıncaya kadar bilemiyorsunuz.

İnek sütünün Tip 1 diyabetin tetikleyicisi olabileceğini" öne süren bu antikor çalışmalarının popülasyon çalışmaları ve meta-analizlerine dayanarak, yüksek riskli genetikte bebeklerde parçalanmış kazeinli mamaların işe yarayıp yaramadığını görmek için "bir pilot çalışma başlatıldı"

İki veya daha fazla antikor gelişmesi hastalığın oluşmasını daha fazla ön görmesine rağmen hidrolize formülün bir antikoru azaltması çalışmaya başlamak için yeterli görüldü ve bu iddialı araştırmacılar 15 ülkeden binlerce yenidoğan bebeği randomize etmeyi içeren TRIGR (Trial to Reduce Incidence of Diabetes in Genetically at Risk :Genetik Olarak Risk Altındaki Diyabet Oluşumunu Azaltmaya Çalışmak) çalışmasına başladılar . 2010'da bu mamaların riski azaltmaya yardımcı olabileceğini düşündüren bazı ön veriler elde edildi, ancak istatistiksel anlamda önemli bir yere ulaşamadı. Gerçekten de, 7 yıllık izlemin ardından otoimmün antikor sonuçları yayınlandığında, özel hidrolize formülün hiç yardımcı olmadığı görüldü.

Şimdi, yüksek genetik riski bulunan, ailede diyabet sık görülen özel bir grup çocuğa baktılar, oysa tip 1 diyabetli çocukların büyük çoğunluğunda yakın akrabalarında diyabet  yok. Ancak belki de en önemlisi, araştırmacıların kendilerinin vurguladığı gibi, çalışmalar, inek sütünün hastalığın tetikleyicisi olup olmadığı test etmek için tasarlanmamıştı-sadece hidrolize edilmiş kazein formülünün ne gibi bir etkiye sahip olduğunu anlamayı istiyorlardı.

Belki de sorun kazein değildir, belki de inek insülinidir. "İnsülin otoantikorları (vücudumuzun kendi insülinimize saldırmak için ürettiği antikorlar) çoğu zaman prediyabetik çocuklarda ilk işaret olarak görülür. İnek sütü inek insülini içerdiğinden, bir başka araştırma ekibi inek sütü ile beslenen çocuklarda insülin  antikorlarının gelişip gelişmediğini izliyorlar. İnek insülini içeren inek sütü formülü grubunda anne sütü grubuna kıyasla çok daha az inek sütü insülini antikorlar buluyorlar. Buna sebep de annesinin içtiği süt olabilir.

Ayrıca, "sığır insülini ile insan insülini arasında çapraz tepki ", potansiyel olarak en azından bazı tip 1 diyabet vakalarını tetikleyen çapraz ateşe neden olabilir, ancak kesin olarak bilemezsiniz (Tahmin edin!) Test edelim!

Bu da diğeri gibi, randomize, çift kör bir çalışma. Fakat bu kez, inek insülininin çıkarıldığı bir inek sütü formülünü denediler. Gerçekten de, inek insülinine maruz kalmayan çocuklarda oto immün antikorlar önemli ölçüde azaldı. Ancak, henüz bilmediğimiz şey, bu çocuklarda daha sonra diyabet vakasına gelişip gelişmeyeceğidir. Bizi izlemeye devam edin.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Eksozom: Hücresiz hücresel tedavi

Tedavi amacına yönelik olarak olağanüstü yenileyici özelliklerinden dolayı Mezenkimal Kök Hücre kaynaklı eksozom çeşitli hastalıkları tedavi etmede tercih edilmektedir

Beyin sağlığı, Omega 3 ve BDNF

Yeterli omega 3 tüketip tüketmediğinizi anlamanızın en iyi yolu omega indeksi’nizi ölçtürmektir

Zombi hücreler

Anti-aging tıbbı daha önce kader kabul ettiğimiz yaşlılığı tedavi edilebilir hastalıklar kategorisine sokmaya başladı ve bu kapsamda hücresel yaşlanma ve oksidasyon dikkat ve tedavi gerektiren bir sorun olarak ele alınıyor. Senolitik tedavi yani yaşlılığı bir hastalık kabul ederek tedavi eden ilaç araştırmaları şu an devam ederken, elimizde henüz tedavide kullanabileceğimiz bir ilaç imkanı sağlamasa da, elimizdeki bilgilerle neler yapabileceğimize odaklanalım

"
"