07 Nisan 2014

Kanserden korkmamak için sebeplerim var…

Sağlık tesadüf değildir. Sağlıklı yaşayın ve kanserden korunun

Yazıma kaldığım yerden devam etmek istiyorum:

Günümüzde pek çok hastalık insanları etkiliyor, bunlardan belki de en çok korkulanı kanser. Çok sayıda bilimsel çalışmalardan elde edilen sonuçlara rağmen hala çoğumuz kanser riskimizi nasıl azaltabileceğimizden habersiziz. Ulusal Kanser Enstitüsüne göre tüm kanserlerin %80 sebebi belli ve muhtemelen bunlardan korunabiliriz. Sebeplerin %30’u sigara ve tütün kullanımı, %35-50 ise yiyeceklere bağlıdır. Bunlar kontrol edilmesi kolay faktörlerdir.

 

Kanserden koruyucu beslenme nasıl olur?

 

İlk olarak bol lifli beslenme tarzı kanseri önler ve kanserle savaşır.

1970’lerde meşhur İngiliz doktor D.Burkitt liften yana zengin, bitkisel gıda ağırlıklı beslenme tarzı olan ülkelerde sindirim sistemi kanser riskinin çok düşük olduğunu hatta hiç görülmediğini gözlemledi. Bu gözlemin doğruluğu tüm dünyada geçerlidir. Kolon kanseri tüm kanserler arasında ikinci sıklıkta görülür ve hayvansal protein üzerine kurulu beslenme tarzının olduğu Amerika gibi batı tarzı beslenen ülkelerde kolon kanser riski çok yüksektir. Tüm etlerin kolon kanser riskini arttırdığı gösterilmişken lif tüketiminin kanserojen maddelerin vücuttan kolay atılmasını sağlayarak kolon kanseri riskini düşürür. Lifi bol miktarda içeren tam tahıllar, baklagiller, yeşil yapraklı sebzeler, kuruyemiş ve çekirdekler;   protein, kompleks karbonhidrat, çözünmeyen nişasta, bazı vitamin ve minerallar, folat, potasyum, selenyum ve çinko’dan yana da zengindirler. Ayrıca bakliyat, yeşillikler, kuruyemiş ve çekirdeklerde bulunan bir tür biyoaktif fitokimyasal olan Fitat’ları içerir. Fitat’lar çok güçlü antikanser özelliği olan bileşenlerdir. Fitatlar’ın böbrek taşı, diyabetes mellitus, ateroskleroz ve koroner kalp hastalığından koruduğunu gösteren çalışmalar vardır ancak fitat’lar bundan çok daha fazlasıdır.

Fitat’lar barsaklardan çabucak emilirler ve kanser hücrelerinin içine girerler. Tüm kanser hücrelerinin büyümesini durdurdukları gösterilmiştir. Sadece kolon kanser hücreleri değil, lösemi, östrojen pozitif ve negatif meme kanseri, rahim boynu (serviks) kanseri,  gırtlak kanseri, prostat kanseri, karaciğer kanseri, pankreas ve cilt kanseri hücrelerinin büyümesini durdurmuştur. Kas kaynaklı bazı tümörlerin bile büyümesi durmuştur. Peki fitat’lar nasıl savaşırlar?

Nasıl savaşmazlar sorusu daha doğru olur.

Antioksidan etki, anti-inflamatuar etki, bağışıklık sistemini güçlendirici etki, ilaç metabolizması ve detoksifikasyon sistemleri, hücre döngüsü ve hücre farklılaşmasını etkileyerek, apoptozisi sağlayarak  ve kanserli hücrenin çoğalmasını durdurarak, yeni damar oluşturmasını engelleyerek etki ederler. Yani kansere dair her şeye etki ederler. Bu etkilerinin yanı sıra bağışıklık sisteminizdeki hücrelerin mükemmel şekilde çalışmasına yardımcı olurlar.  

Safradan salgılanan asitler yağların sindirimine yardımcı olurlar. Bazı bakteriler bu asitleri kolon kanserini başlatabilen kimyasallara çevirirler. Lif ise safra asitlerine bağlanarak bağırsaktan hızla atılmalarını sağlar. Bunun yanı sıra bazı bakteriler daha asidik bir ortam yaparak, safra asitlerinin daha az toksik olmasını sağlarlar.

Az lifli beslenme ile mide ve meme kanseri riski artar. Östrojenler normalde bağırsaklara salgılanırlar, bağırsaklarda yeterli lif yoksa östrojen tekrar emilerek tekrar dolaşımına katılır. Fazla östrojen, genelde meme kanseri riskini yükseltir.

Günde 30-40 gram lifi beslenmeniz yoluyla almalısınız. Sağlıklı lif kaynakları tam tahıllar, bakliyatlar, mercimekler, sebzeler ve meyvelerdir. Doğal hallerine en yakın işlenmemiş halleri en çok lif içerdikleri halleridir.

 

Yağlı yemek de kanser riskini arttırır

 

Çok sayıda ve değişik kültürlerde yapılan çalışmalar yüksek yağlı beslenme ile meme ve kolon kanseri riskinin arttığını ortaya koyuyor. Ancak bitkisel yağlar buna neden olmazken hayvansal yağlar riski arttırıyor. Bir çalışmaya göre kırmızı eti haftada 5-6 kez tüketmek meme kanser riskini %200 arttırıyor. Ayrıca Et kolon kanseri ile en çok ilişkili olan kanser. Yine et ve süt ürünleri hem prostat hem de yumurtalık kanseri ile bağlantılı görünüyor.

Yağ, kanser riskini kolesterol üretimini arttırarak dolayısıyla hormon üretimini arttırarak meme ve prostat kanseri riskini arttırıyor.  Yağlı yiyecekler safra asitlerinin daha fazla salgılanmasına neden olarak ve kanserojen maddelerin vücuda girme yolunu arttırıyor. Ulusal kanser Enstitüsü beslenmede yağ oranının %30’un altında olmasını tavsiye ediyor. Ortalama diyetler %37 oranında yağ içeriyor. Oysa ki, %10-20 civarında tutmak kanserden korunmak açısından çok daha mantıklı. Çok şanslıyız çünkü mutfağımız müthiş sağlıklı sebze ve baklagil yemekleri ile dolu ancak gerçekten sağlıklı olması için kullandığımız yağ miktarını azaltmalıyız.

 

Sebzelerin önemi ve gücü

 

Hem yağsız hem de lif doludurlar ama tek sebep bu değil. Aynı zamanda kanser savaşçısı olan karotenoidleri içerirler. Karotenoid’ler yediğimi z sebze ve meyvelere renk veren fitokimyasal ailesidir ve kanserden korunmaya yardım ettikleri kanıtlanmıştır. Beta-karoten koyu yeşil ve sarı-turuncu sebzelerde bulunur. Akciğer, mesane, ağız, yutak, yemek borusu, meme ve diğer kanserlerden korurlar.

Brokoli, lahana, kara lahana, turp, karnabahar ve brüksel lahanası,  Flavonlar ve İndoller içerir ve güçlü anti-kanser yiyeceklerdir.

C vitamini turunçgiller ve pek çok sebzede bulunur ve yemek borusu ve mide kanseri riskini azaltırlar. C vitamini antioksidandır ve aynı zamanda kanserojen kimyasalların vücuttan atılmasına yardımcı olur. Aynı zamanda nitratların, midede kanserojen nitrozaminlere dönüşmesini engeller.

Selenyum tam tahıllarda bulunur ve C vitamini ve Beta-karoten gibi antioksidan etklidir. Destek olarak kullanırken doz aşımı konusunda dikkatli olunmalıdır zira fazlası toksiktir.

E vitamini de aynı şekilde etki eder.

 

Alkol

 

Düzenli ve fazla alkol tüketimi ile meme, ağız, gırtlak ve yemek borusu kanserleri arasında ilişki bulunmuştur. Sigara ile birlikte risk aşırı artmaktadır. Aynı zamanda mide, karaciğer ve kolon kanser riskini de arttırmaktadır.

Et konusunda detaylı yazmıştım, ancak bazı konuların altını çizmekte yarar var.

Vejeteryanlar yüksek lifli, meyve ve sebze, tam tahıl ve baklagilleri daha çok tüketirler ve kanser riskleri et yiyenlere göre %50 daha azdır. Et yiyenlerde kolon kanser riski ise daha az et yiyenlerle kıyaslandığında 3 kat daha fazladır.

Etin kanser riskini nasıl arttırıyor olabileceği ile ilgili çeşitli hipotezler öne sürülmüştür. Lif ve diğer koruyucu besinleri içermiyor oluşu ile başlayalım. Et, hayvansal protein ve yağ içerir. Bazı durumlarda Hetero Siklik Aminler (HCA)  ve Polisiklik Aromatik Hidrokarbonlar (PAH) gibi kanserojen maddeler,  etin işlenmesi veya  pişirilmesi esnasında oluşurlar. Buna ek olarak çok miktarda yağ içerdikleri için et ve diğer hayvansal gıdalar vücutta hormon üretimini, sonuç olarak da hormon bağlantılı prostat ve meme kanseri riskini arttırırlar.

2007’de Amerikan kanser araştırmalı enstitüsü yiyecekler, beslenme ve kanserden korunma hakkında önemli çalışmaları değerlendirdiği bir raporunda yemek borusu, akciğer, pankreas, mide, kolon, endometrium (rahim) ve prostat kanserleri ile kırmızı et ve işlenmiş et tüketimi arasında bağlantıya işaret etti. Kolon kanserleri söz konusu olduğunda işlenmiş et, doymuş hayvansal yağ ve ağır pişirme yöntemleri  kesinlikle riski arttırmaktadır. Et pişirilirken özellikle kuru sıcak pişirme yöntemleri (ızgara, mangal, kızartma, fırın) sonucunda  Heterosiklik Aminler(HCA) gibi mutajenler (DNA değiştiren)  ortaya çıkmaya başlıyor ve pişirme süresi uzadıkça daha çok miktarda oluşuyor. Bazı çalışmalar ızgara tavuğun en yüksek miktarlarda bu kansere sebep olan maddeleri içerdiğini gösteriyor.  

Kreatin bir kas proteinidir ve bilimsel çalışmalar, kreatini çok miktarda içeren etlerin (buna balık da dahil) yüksek ısıya maruz kaldığında HCA’lerin çok yüksek miktarlarda oluştuğunu gösteriyor.

Ayrıca et direk yüksek ateşte pişirilirken damlayan yağ, Polisiklik Aromatik Hidrokarbon (PAH) içeren alevlere neden olur. PAH’ların insandaki kanserlerde çok büyük rol oynadıklarını bilmeyen yoktur.

Özellikle et ve süt ürünleri gibi hayvansal kaynaklar yoluyla fazla yağlı yemek, meme kanseri riskini çok arttırmaktadır. 1940’ların sonlarında Japonya’da meme kanseri oranları çok çok azdı. O dönemlerde Japonların yağdan aldıkları kalori, günlük toplam kalorilerinin %10’uydu. Amerika’ya göç eden ve yağ oranı %30-35 lere çıkan Japonlarda meme kanseri riski çok arttı. Hatta Japonya’da bile et yiyemeyen fakir kadın ile kıyaslandığında her gün et yiyen kadında meme kanseri riski 8,5 kat fazladır. Yağlı yemek östrojen hormonlarının fazla üretilmesine neden olarak meme kanseri riskini arttırmaktadır. Hayat boyu özellikle hayvansal yağlı yiyeceklerden kaçınmak hormona bağlı kanser riskini düşürmektedir. Menopoz öncesi dönemde az yağlı yemek, menopoz sonrası meme kanseri riskini de düşürmektedir.

Sonuç olarak kanserle ilgili yapılan çalışmalardan şu sonuç çıkmaktadır. Sebze ve meyveler, baklagiller kanser riskini azaltırken ve kanserle savaşan içeriklere sahipken, et, hayvansal ürünler, diğer yağlı yiyecekler riski arttırmaktadırlar. Hayvansal yağı fazla tüketmek hormon üretimini arttırarak ve hormona duyarlı meme ve prostat gibi organların kanser gelişme riskini arttırmaktadır. Karnını etle doyurmak lif, antioksidan, fitokimyasal içeren ve diğer kanserden koruyan besinlerin az tüketilmesine neden olarak yine çeşitli kanser gelişme riskini arttırabilir.

Ayrıca sebze, meyve, baklagil, tam tahıl, kuruyemiş içeren lifli ve antoksidan ve fitokimyasal zengini yiyeceklerle beslenme,  barsaklarda lifi sindiren bakterilerin çoğalmasına neden olur. Başlangıçta bunu barsaklarınızda gaz olarak hissedebilirsiniz ama siz yemeye devam ettikçe bakteriler artacak ve giderek gaz yapmayacaktır.

 

Egzersizin ve stres yönetiminin rolü

 

Sağlıklı yiyecek tercihleri yapmanın, fiziksel olarak aktif ve stresle başa çıkmayı bilmenin kanserden korunmada ve hayatta kalma oranını yükseltmede ne kadar önemli olduğu yakın zamanlarda daha iyi anlaşılmıştır. Genetik kanser gelişimde rol oynar evet ama diğer faktörler de genetikten daha büyük rol oynarlar. Beslenme, fiziksel aktivite, viral veya bakteriyel enfeksiyonlar, radyasyon ve kanserojenlere maruz kalmak bir kişinin kanser riskini belirler. Geçtiğimiz son 20 yılda duygusal faktörler ve egzersiz yapmamanın da vücudun kansere direncini azalttığını gösteren bulgular vardır. Egzersiz yapmak ve stresle nasıl başa çıktığımız kanserden korunmada ve hayatta kalma oranlarını arttırmada çok büyük rol oynuyor.

 

Kansere karşı bağışıklık

 

Kanser normal bir hücrede büyük bir değişiklik sonucunda ortaya çıkar. Radyasyon veya kimyasal gibi kanserojen sebeplerle DNA’da bir değişikliğe neden olarak normal hücre kanser hücresine dönüşür. Bu hücre tamir edilmeden bölünürse 2 tane kanser hücresi olur ve bundan sonrası çok hızlı bir şekilde sürekli iki katına çıkarak büyümeye başlar. Bu süreç gözle görünür bir kitle haline gelinceye kadar sürer. En büyük tehlikelerden biri kanser hücresi sağlıklı dokuyu da işgal etmesi ve lenf damarları yoluyla vücudun diğer alanlarına yayılmasıdır.

Hepimiz sürekli havadaki, yiyeceklerdeki, sudaki kanserojen maddelere maruz kalıyoruz. Normalde bağışıklık sistemimiz anormal bir hücreyi hemen fark eder ve onu çoğalmadan önce yok eder(bunu vücudumuza giren bakteri ve virüslere de yapar.  Yani bir hücrenin anormal bir şekilde kanserli hücreye dönüşmesi en büyük sorunumuz değildir. Asıl tehlike, vücudun bu hücreyi tanıyıp ortadan kaldıramamasıdır.

Bağışıklık sistemi, özellikle T-lenfositler, sürekli vücudu tarayıp kanserleşen hücreyi yok ederler. Bunlar arasında bazıları anti-kanser kimyasallar (örneğin tümör nekrotizan faktör, interlökin ve interferon) salgılar. Bunları vücudun kendi kemoterapi ilaçları gibi de düşünebiliriz. Ayrıca doğal katil diye adlandırdığımız hücreler de bozulmuş hücreyi hemen yok ederler. Yani anlayacağınız çoğu kanser hücresi ilk aşamayı geçemez.

 

Stres ve bağışıklık

 

Stres bizi hem fiziksel hem de psikolojik olarak etkiler. Vücut bir tehdit algıladığı zaman bazı pozisyonlar alır. Örneğin kalp hızı artar, kan basıncı yükselir, kas gerilimi artar. İlkel zamanlarda yaşıyor olsaydık bu değişiklikler olduğunda derhal oradan kaçmamıza yardımcı olacak değişikliklerdi. Ancak şimdi modern zamanlarda da bu değişiklikler vücudumuzda meydana gelmektedir. Örneğin, trafikte eve gitmeye çalışırken veya işle ilgili bir problem yaşıyorken bu değişiklikler oradan kaçıp gitmeye sizi hazırlasa da bu artık bir işinize yaramaz. Stresli durumlarda beyin, böbreküstü bezlerinden kortizon hormonlarının salgılanmasını arttırır. İşte sorunda burada başlar çünkü bu bağışıklık sistemini zayıflatan bir şeydir. Kortizonlu ilaçlar alerjik durumlarda ve organ nakillerinde bağışıklık sistemini baskılamak için kullanılır. Ortamda çok miktarda kortizon ortamda bulunması, östrojen metabolizmasını arttırarak meme kanseri gelişmesini hızlandırır.

Sürekli stresin T hücreleri ve doğal katil hücrelerin işlevini azaltarak kansere direnci uzun dönemde düşürür ancak, meme ve melanoma (cilt kanseri ) gibi kanserler stresten daha çabuk etkileniyor olabilir.

Duygusal faktörler kansere direnç konusunda etkilidirler, örneğin; depresyon ve yardım alamama kanser sürecinde hayatta kalma ve hayat kalitesinin azalmasında belirleyici faktörlerden biridir. Stres  yönetimi ve psikolojik olarak iyi hissetmek hem kanser riskini azaltır hem de kanser hastasının hayatta kalma yüzdesini arttırır.

Büyük bir çalışma, sosyal destek alamayan kişilerde kanser ve ölüm riskinin yükseldiğini gösteriyor. Güçlü sosyal destek alanlarda hayatta kalma oranının %50 yükseldiği görülmüştür. Duygusal olarak sağlam, duygularınızla ve hayatın problemleri ile daha etkin bir şekilde başa çıkabilmeyi öğrenmeni z ve çocuklarınıza öğretmeniz gereklidir.

Henüz stres ve duygular ile kanser arasında direk ilişki olduğunu gösteren çalışmalar yoktur. En çok akla yakın olan stres ve bağışıklık sistemi arasındaki bu bağlantıdır. Ayrıca uygun olmayan bir beslenme sistemi de bağışıklık sistemini zayıflatarak vücudun kendini çevresel toksinler ve yağlı besinlerden korumasını zayıflatabilir.

 

Anti-kanser kişilik ve hayat tarzı

 

Son yıllarda laboratuvar çalışmaları stresle bağlantılı faktörlerin kanser riskini etkilediği tezini destekliyor. Strese karşı hepimiz değişik ve kendimize özgü cevap veririz. Hayat problemleri ile başa çıkma yollarımız yaş ve deneyimimizle artar. Bazı çalışmalar kanserle mücadele edenlerin hayatın problemleri ile daha iyi başa çıkmayı öğrenmemişlerse kanser hastalığı ile de mücadele edemediklerini ve hastalığın seyrinin bundan olumsuz etkilendiğini gösteriyor. Etrafınızda kanser hastası varsa stresleri ile başa çıkmalarında yardımcı ve destek olun. İnsan kendini umutsuz ve çaresiz hissettiğinde hayatta kalma oranları daha çok düşmektedir. Kanser hastaları stresle başa çıkabilmeyi öğrendiklerinde hem kendilerini daha iyi hissederler hem de hayatta kalma oranları artar.

 

Anti-kanser kafası

 

Kafanızı değiştirmelisiniz. Harvard Üniversitesi tarafından kanser hastaları için ‘akıl/vücut’  metodu ile tedavi metodunu tanımlayan 200’den fazla çalışma vardır. Bu metodun içerisinde meditasyon ve gevşeme teknikleri vardır. Hastanın psikoterapist ve kanser destek grubu içinde korku ve endişelerini paylaşmasının iyileştirici etkisi vardır. Ayrıca hastanın etrafında sağlıklı insanların, çocukların olmasının da yararı vardır. Öfke ve negatif duygulardan kurtulmak ve iyileşme sürecinde kendisinin ve aile üyelerinin hastalığı konusunda olumlu beklentide olması gereklidir.

 

Kanserden koruyan egzersiz

 

Evet bunu daha önce duymamış olabilirsiniz ama egzersiz ideal kiloda olmanızı ve pek çok hastalıktan korunmanızı sağlarken bunun yanısıra kanserden de korunmanızı sağlar. Düzeli egzersizin kolon, meme, prostat, akciğer, rahim kanserinden koruduğu gösterilmiştir. Ve egzersiz yapmamanın tüm dünyadaki kolon ve meme kanserlerinin %10’undan sorumlu olduğu gösterilmiştir. İyi haber ise hayat tarzınızı, beslenmenizi değiştirmeye karar verip egzersize başladığınız anda kanser olsanız bile onu yenmek için vücudunuza avantaj vermeye başlıyorsunuz. Egzersiz bağışıklık sistemini güçlendirerek hem korunmaya hem de hayatta kalma oranlarının artmasına yardımcı olur.

Düzenli fiziksel aktivite hücrede inflamasyonu azaltırken, doğal katil hücrelerin aktivitesini arttırmaktadır. Her ikisi de kanser gelişimi ve ilerleyişini etkiler.

Kilo azaldıkça ve östrojen de buna bağlantılı olarak azaldığında hormonlardan etkilenen meme ve rahim kanseri riski azalır. Kilolu olmak meme gibi bazı kanserler için risk faktörüdür.

Ayrıca egzersiz kanser tedavisi esnasında depresyon ve endişe ile de mücadele eder ve hayat kalitesini arttırır. Tedavi esnasında bir egzersiz programlamak tedaviye yardımcı olacaktır. Vücudun ihtiyaçları ve sınırları zorlanmamalıdır zira bu da bağışıklık sistemini zayıflatır.

Düzenli egzersiz yaparak duygusal stresin ve yanlış beslenmenin etkilerini ortadan kaldırdığınız yanılgısına düşmeyin. Hayatınızı her yönünü ele almalı ve hepsini düzeltmek için çalışmalısınız. Yoğun egzersiz bağışıklık sistemi zayıf olan veya kalp damar hastalık riski yüksek olan birine uygun olmayabilir. Egzersizin sağlık yararlarının ortaya çıkması için kişinin mevcut durumu, riskler ve ihtiyaçları planlanarak belirlenmelidir. Herhangi bir egzersiz programına başlamadan önce özellikle 40 yaş üstü, kilolu ve mevcut bir tıbbi probleminiz var ise öncesinde mutlaka doktor kontrolüne gitmelisiniz. Başlangıç olarak her gün yarım saat veya 3 gün bir saat yürüyüşle spora başlayabilirsiniz. Eğer kendinizi enerjik hissediyorsanız yavaş yavaş arttırın. Bu arada yoldaki çiçekleri koklayın, çocuklarla eğlenin, havayı koklayın ve en önemlisi bunu yaparken keyif alın.

Sağlık tesadüf değildir. Sağlıklı yaşayın ve kanserden korunun.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Eksozom: Hücresiz hücresel tedavi

Tedavi amacına yönelik olarak olağanüstü yenileyici özelliklerinden dolayı Mezenkimal Kök Hücre kaynaklı eksozom çeşitli hastalıkları tedavi etmede tercih edilmektedir

Beyin sağlığı, Omega 3 ve BDNF

Yeterli omega 3 tüketip tüketmediğinizi anlamanızın en iyi yolu omega indeksi’nizi ölçtürmektir

Zombi hücreler

Anti-aging tıbbı daha önce kader kabul ettiğimiz yaşlılığı tedavi edilebilir hastalıklar kategorisine sokmaya başladı ve bu kapsamda hücresel yaşlanma ve oksidasyon dikkat ve tedavi gerektiren bir sorun olarak ele alınıyor. Senolitik tedavi yani yaşlılığı bir hastalık kabul ederek tedavi eden ilaç araştırmaları şu an devam ederken, elimizde henüz tedavide kullanabileceğimiz bir ilaç imkanı sağlamasa da, elimizdeki bilgilerle neler yapabileceğimize odaklanalım

"
"