09 Şubat 2025

Ortadoğu’nun yeni emlakçısı Trump ve Şürekâ’sının kentsel dönüşüm projesi olarak Gazze!

Trump, İsrail başbakanı Netanyahu ile birlikte kendi çalışanlarını da şaşırtan bir açıklama yaparak ABD’nin, Gazze’yi ele geçireceğini ilan etti. Kağıt gibi ince dudaklarını büke büke söylüyor bunları… (No to Body Shaming!) Gazze, Ortadoğu’nun Riviera’sı olacakmış! Yani düşünmüş taşınmış, Gazze’nin Filistinliler için şansız topraklar olduğuna karar vermiş. Böyle uyduruk gerekçelere dayanarak bir ülkeyi işgal edebileceğinden bahsediyor Turp’un büyüğü…

Donald Trump

Müjde! Artık dünyada bir rakibimiz var. ‘Gün geçmiyor ki yeni bir haberle sarsılmayalım.’ bayrağını Trump sayesinde artık ABD ele geçirmiş gibi görünüyor.

Göreve geldiği günden beri dünya onun sapkın politikalarına maruz kalıyor. Kendi gündemimiz yetmezmiş gibi şimdi bir de Trump’ınkileri yakalamaya çalışıyoruz. Amerikalılar buna alışkın değil tabii. Neyseki buradan duyarlı bir grup Amerikaya doğru yola çıkıp, tecrübesiz Amerika halkı için hazırlık atölyeleri başlatacaklarmış. ‘Ne derse desin, sükunetinizi koruyun!’ atölyeleri… Tam bizlik?!

Ortadoğu’nun yeni emlakçısı Trump’ın bir kentsel dönüşüm projesi olarak Gazze!

Trump, İsrail başbakanı Netanyahu ile birlikte kendi çalışanlarını da şaşırtan bir açıklama yaparak ABD’nin, Gazze’yi ele geçireceğini ilan etti. Kağıt gibi ince dudaklarını büke büke söylüyor bunları (No to Body Shaming!)… Ve ordunun da bunun için hazır olduğunu belirtti. Etnik temizlik konusundaki ciddiyetinin altını çiziyor böylece. Gazze’yi bir sahil şeridine dönüştürecekmiş! Gazze, Ortadoğu’nun Riviera’sı olacakmış! Yani düşünmüş taşınmış, Gazze’nin Filistinliler için şansız topraklar olduğuna karar vermiş. Böyle uyduruk gerekçelere dayanarak bir ülkeyi işgal edebileceğinden bahsediyor Turp’un büyüğü

Turp demişken, portakal bıçaklayıp, yerlere kola döken, Starbucks, Mc Donalds basanlar, neredesiniz? Toplayın ülkenin bütün turplarını üzerlerine Trump yazıp yiyeceğiz!

Bir de dolarla burnunu silip yakanlar vardı! Doları çok olanlar kovaya atıp yakmışlardı. Sahi, hani dolarları yakınca ekonomimiz düzelecekti. Şimdi kirasını ödeyenler kredi kartlarını ödeyemiyor, kredi kartlarını ödeyenler faturalarını ödeyemiyor! Her ay kura çekiyoruz, bu ay hangisini ödesek diye. (1 dakikası olanlar için, kullanım garantili elektrik faturası videosunu yazıya bırakıyorum.) O yaktığınız dolarları, bugünün kuruyla hesapladığınızı düşünmeden edemiyorum doğrusu! Olsun, çalar çırpar yine yaparsınız. Dükkân sizin!

Cezasızlık, bu ülkenin katilidir, sessizlikse suç ortaklığıdır!

Bizim gündemimiz ise yine baş döndürmeye, bizi nefessiz bırakmaya devam ediyor…Ne kadar sınır koymak, uzak durmak istesek de, içlerinden biri hayatımızın bir köşesine ilişiyor…Ta ki aynı gün ya da hemen bir sonraki gün yenisi bizi yakalayana kadar… Ayrımcı cezasızlığın ve öteki sayılana uygulanan haksız cezanın norm haline geldiği bir ülkede, bu döngüyü kırmak hiç de kolay olmuyor…Cezasızlık, bu ülkenin katilidir!

Pınar Gültekin’in katilinin, onu önce boğmaya çalışıp, ölmeyence varile koyarak yakması ve üzerine beton dökmesine rağmen “canavarca hisle” hareket etmediğine hükmedilmiş mahkeme kararınca…Hangisi daha korkunç diye düşünüyorum; bir kadının canice katledilmesi mi, yoksa caninin canavarca hisle” hareket etmediğine hükmeden adalet sistemi mi?! Bu karar, sadece erkek şiddetinin hukiki meşrulaştırma biçimlerine ayna tutmuyor, aynı zamanda biz kadınları ülkenin tam ortasında öylece katillerin önüne atıyor. Haksız tahrik indirimiyse, bir ceza hukuku normundan çok, erkeğin kırılganlıklarını koruma refleksine dönüşmüş; erkek öfkesine bahane, kadın ölümlerine kılıf üretir hale gelmiş.

Cezasızlık, sadece adaletin, kadınların değil, git gide bir ülkenin katili haline geldi… Sessizliklerse en büyük suç ortaklığıdır…

Pınar Gültekin

Şişli Kız: Yoksulluğun, Çaresizliğin ve Suçun Gölgesinde Bir Kadın Hikayesi

MUBİ’de gösterime giren, açılışını 2024 Cannes Film Festivalinde yapan, Magnus von Horn'un yönettiği "Şişli Kız", 1918 yılında Kopenhag’ın karanlık ve baskıcı atmosferinde geçen, yoksulluk ve çaresizlikle mücadele eden genç bir kadının hikayesini anlatan etkileyici bir dram. Film, 1913 ve 1920 yılları arasında, Dagmar Overbye tarafından işlenen bebek cinayetlerinin kurgusal bir anlatımını sunarken, suç ve suçluluk kavramlarının ötesine geçip, bir toplumun en karanlık köşelerinde gizlenen umutsuzluk ve güvensizlikle yüzleştiriyor izleyiciyi.

Şişli Kız, 1. Dünya Savaşı sonunda Kopenhagda, yoksulluktan kurtulmaya çalışırken kendini hamile ve terk edilmiş bulan genç fabrika işçisi Karoline (Victoria Carmen Sonne)’in kurgusal hikayesi ile Dagmar Overbye(Trine Dyrholm)nin gerçek hikayesinin, kasvetli ama bir o kadar da çarpıcı bir şekilde kesiştiği bir film. Karoline'nin hikâyesi üzerinden anlatılan bu dram, hayatta kalmakadın dayanışması ve çaresizce yapılan seçim temalarını inceliyor.

Film, toplumsal cinsiyet rolleri ve kadının toplumdaki yeri üzerine de derinlemesine düşünmeye davet ediyor. Dagmar'ın suçlarını, sadece bireysel bir sapkınlık olarak değil, o dönemin sosyo-ekonomik baskıları ve kadınların maruz kaldığı sistematik ayrımcılığın bir sonucu olarak da okunmaya alan açıyor filmde. Bu bağlamda film, kadın bedeninin ve annelik kavramının politikleştirilmesine dair zamansız bir eleştiri sunuyor.

Şişli Kız, izleyiciyi rahatsız eden, sorgulatan ve derin bir huzursuzluk bırakan bir film. Von Horn'un bu sarsıcı anlatımı, suçun sadece bir eylem değil, bazen bir toplumun ruhsal çöküşüyle de ilgili olduğunu gözler önüne seriyor.

Siyah beyaz çekimin tercih edildiği film, dönemin atmosferini yansıtmasının yanı sıra, karakterlerin iç dünyasındaki karanlığı ve umutsuzluğu da vurguluyor. Von Horn'un bakışı, Kopenhag'ın gri ve soğuk atmosferini ustaca kullanarak, sizi görsel bir sefaletin tam ortasına bırakıyor: Sis, kir, yoksulluk ve çaresizlik…

Yazarın Diğer Yazıları

3 günlük kar tatili: Hükümet de yok zam da yok!

Kar yağsa… Eskiden olduğu gibi… Öyle bir yağsa ki yollar kapansa, sokaklar sessizliğe gömülse… İşe gitmesek… Zaman durmuş gibi olsa… Evde, sıcak bir battaniyenin altında, üç gün boyunca hiçbir şey yapmadan, miskin miskin film izlesek… Hükümetten hiçbir yetkili herhangi bir konuda, herhangi bir açıklamada bulunmasa bu 3 gün boyunca… Sanki hiç yoklarmış gibi…

Erişim engeli nedeniyle reddedilemeyen iddia: ‘Ben diktatör olsam bana diktatör diyebilir miydiniz’ ya da III.Richard!

Ülkede ruh sağlığını korumak artık tam zamanlı bir iş. Ekonomik krizler, siyasi çalkantılar, toplumsal ve ahlaki çöküş ve her gün "Daha ne olabilir?" dedirten haberler karşısında dengede kalmak imkânsız. Ama bütün bu kaosun içinde değişmeyen bir şey var: Liderler! Yani ülke çöküyor, ekonomi batıyor, siyasi istikrarsızlık diz boyu… Ama liderler? Onlar sabit, stabil, bir nevi deli gömleğimizin T.C. garantisi

Eylül: Ortalama kaç yıl yaşar bir travesti!?

Her haltın yenilip, domuz etinin yenilmesinin skandal olduğu ülkede, ‘Milton Kasırgası gelse de süpürse bu çılgınlığı’, diye içimden geçirmiyor değilim. Nereden tutsan elinde kalan ülkenin tek derdi kutsal aile(!), alkol ve LGBTİ’ler…

"
"