Ülkede ruh sağlığını korumak artık tam zamanlı bir iş. Ekonomik krizler, siyasi çalkantılar, toplumsal ve ahlaki çöküş ve her gün "Daha ne olabilir?" dedirten haberler karşısında dengede kalmak imkânsız. Psikolog randevuları aylar sonrasına veriliyor, meditasyon uygulamaları premium üyelikten geçilmiyor. Ama bütün bu kaosun içinde değişmeyen bir şey var: Liderler! Yani ülke çöküyor, ekonomi batıyor, siyasi istikrarsızlık diz boyu… Ama liderler? Onlar sabit, stabil, bir nevi deli gömleğimizin T.C. garantisi.
Süleyman Demirel döneminde başlayan “Süleyman hep başbakan” geleneği Erdoğan’la zirveye taşındı. Krizler, depremler, enflasyon, döviz kurundaki rekorlar hak getire…Erdoğan’ın “gitme ihtimali” bir şehir efsanesine dönüşmüş durumda… Artık "Kim gelir?" diye sormayı bıraktık, "Daha ne kadar kalır?" diye kara kara düşünmeye başladık.
Geçtiğimiz günlerde kendisine yöneltilen "diktatör" eleştirilerine, "Diktatör görmek istiyorsanız Suriye’ye bakın" diyerek cevap verdi. Haklı tabii! Esad rejimini düşünüp bize reva görülen zulme şükretmemiz lazım elbette. Esad rejimi, bakanları, valileri, rektörleri kendisi atıyordu. Yasama, yürütme, yargı tek kişinin elinde toplanmıştı. Milletvekilleri, belediye başkanları, gazeteciler hapse atılıyor, belediyelere kayyum atanıyor, muhalif basın, hakkını arayanlar, yaşanan hukuksuzluk karşısında hesap soranlar susturuluyordu. Nepotizmin dibine vurulmuş; Esad’ın ailesi, damadı, yakın çevresi, yandaş gazeteciler ve yandaş iş adamları devletin bütün kaynaklarından sınırsızca faydalanıyordu.
Oysa Türkiye’de böyle şeyler olması mümkün mü? Mesela 23 Nisan'da koltuğuna oturan çocuğa "Artık başbakansın, ister asarsın ister kesersin" demişti. Bizdeki özgürlüğün boyutunu varın buradan pay biçin! Bizde ‘diktatörlük’ değil, herhangi muhalif bir yapının sızmasının imkansız olduğu partili bir devlet ve kurumları var sadece. Bizdeki olsa olsa ‘güçlü liderlik’tir.
‘Bu Fakir Erdoğan’, başka bir açıklamasında "Dünyada liderler arasında iki kişi kaldık: Ben ve Putin" diyerek global diktatörler liginde yarı final oynadıklarını müjdeledi. "Bunu ben olduğum için söylemiyorum, vakayı söylüyorum" diyerek tevazuyu da elden bırakmayan Erdoğan, kendisiyle Putin’i ayıran en büyük farkın saray dekorasyonu ve doğalgaz rezervleri olduğunu vurguladı. Erdoğan, açıklamasını ‘Temennimiz odur ki, bu dostane diktatörlük atmosferini muhafaza edelim’ diyerek bitirdi. (Yani yaptığı açıklamanın meali kimilerine göre böyle de okunabilir:)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
Kimisi pul biriktirir biz de ülkecek hobi olsun diye mecliste diktatör biriktiriyoruz işte… Meclisi anlattığım kısacık bir video yaptım. İzlemek için 2 dakikası olanlara…
Asıl niyetim, III.Richard’ı, yani Shakespeare’in tahtı zorla ele geçirmenin tarihsel bir döngü olarak devam ettiğini gösteren en kanlı oyunlarından birini anlatmaktı.Gevezelik etmekten asıl konuya gelemedim. Ama III.Richard’ı anlatmadan önce önemli bir mevzuya değinmeden bitirmek istemiyorum bu yazıyı.
Dilek İmamoğlu'nun İtalya'da çekilen görüntülerini, kendi tabiatının kötülüğünden kendini kurtaramayan, Jelibon ve Dinazorlar eski kralı Melih Gökçek kendi sosyal medyasından paylaşmıştı. Ona göre ifşa(!), biz kadınlara göreyse umut veren bir ‘kız neşesi’ videosuydu bu. Zehra Çelenk, konuyla ilgili ‘Riya ikliminde kadın ve 'kendi gibi' olmak’ başlıklı, aklımıza ve kalbimize oh çektiren muhakkak okunması gereken bir yazı yazdı… Özetle şöyle diyordu yazıda:
Muktedirin tahakküm dolu bakışları, bir kez daha kadının neşesinde ve özgürlüğünde tehdit unsuru arıyor… Zapt edilemeyen, hizaya sokulamayan her şey gibi. Dilek İmamoğlu'nun İtalya sokaklarında dostlarıyla paylaştığı o sıradan, yaşamsal anlar, "yumuşak karın" olarak görülen kadın üzerinden siyasi bir saldırı aracına dönüştürülüyor. Ne yazık ki bu çirkin saldırı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve çağdışı zihniyetin bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Sokağa, neşeye ve "kendi gibi" olma cesaretine tahakküm kurmaya çalışan bu karanlık zihniyet, kadınların direngen gülüşüyle ve özgürlük arayışıyla er ya da geç yıkılmaya mahkumdur. Neşeyi, kadını, sokağı karanlığa hapsetmek isteyenlere inat, hayatta kalmaya devam edeceğiz. Ve evet, neşe kazanacak.
Dilek İmamoğlu (solda)
Kötülüğü kutlamak: III.Richard
“Kötülük yapan benim, bundan ilk yakınan da benim.”
Geçtiğimiz Kasım’da, Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde, IKSV Tiyatro Festivali kapsamında, Schaubühne Berlin Tiyatrosu’nun III. Richard oyununu seyretme imkânı buldum. Çağdaş tiyatronun dehalarından biri olarak kabul edilen ve ezber bozmayı seven Thomas Ostermeier yorumuyla sahnelenen III. Richard izleyenler üzerinde büyük etki bıraktı.
III. Richard oyunundan bir kare
Ostermeier, orijinal metne sadık kalmış. Oyunda kötülükten diktatörlüğe evrilen bir kralın karanlığı, modern bir perspektifle ele alınarak izleyiciye çarpıcı bir deneyimle sunulmuş. İktidar hırsı ve bunun getirdiği zincirleme suç dizisi oyun boyunca devam ediyor. Zamanla diktatöre dönüşen hırslı bir kralın kendi kurduğu girdaplı dünyanın onu da nasıl içine çektiği anlatılır oyunda. “Öyle bir battım ki kana, bir günah başka günahları getiriyor beraberinde.”
Lars Eidinger, performansıyla, III. Richard karakterini sadece acımasız bir diktatör olarak değil, aynı zamanda içsel çatışmaları ve insani zaaflarıyla da sahneye taşımış. Bir kral olmak için seri katile dönüşen manipülatif bir adamı, izleyicinin empati kurabileceği bir şekilde performe etmiş.
Dramaturjik açıdan, Ostermeier kendi yorumunda, III. Richard'ın iktidar hırsını ve kötülüğün doğasını derinlemesine incelemiş. Richard'ı toplumun karanlık arzularının bir yansıması olarak sunuyor oyunda. Bu yaklaşım, oyunun evrensel temalarını günümüzle bağlantılandırarak, izleyiciye düşündürücü bir perspektif sunuyor. III. Richard’ın yükselişini seyrederken, güncel, çok tanıdık bir hikayenin gözlerinizin önünden geçmemesi neredeyse imkansız.
Sonuç olarak, Schaubühne Berlin'in "III. Richard" uyarlaması, güçlü oyunculukları, yenilikçi sahne tasarımı ve derinlemesine dramaturjik analiziyle, Shakespeare'in klasik eserine modern ve etkileyici bir yorum getirmiş. Ostermeier'in vizyonu ve Eidinger'in unutulmaz performansı, bu yapımı çağdaş tiyatronun en önemli örneklerinden biri olarak tarihe yazmış.
Berlin’de yaşayanlara duyurulur…