22 Eylül 2024

Kötülüğün faili olmak, suça ortaklık etmek: The Zone Of İnterest

Birçoğumuz "Bu kadar kötülüğün ve çürümüşlüğün ortasında nasıl yaşayabiliyoruz" sorusunu soruyordur kendine. Onca çürümüşlüğün ve kötülüğün ortasında, bunun faili ya da parçası olmadan kalabiliyor muyuz?

Bu hafta da aklımıza gelmeyenin önümüze düştüğü, hayasızca yapılanlar karşısında irtifa kaybettiğimiz bir halet-i ruhiye içerisindeyiz yine.

Misal, Anadolu’nun parsellendiği, irfanının ters yüz edildiği Müge Anlı’nın programında anlatılanlardan en hafifi, bir erkeğin, evli olduğu (ya da sevgilisi) kadın tarafından sarma, peynir, zeytin gibi bilumum gıda ürünleri karşılığında başka kadınlarla birlikte olmak için yönlendirilmesi.

Bir diğer mevzu ise adrese teslim ‘uluslararası alanda geçerli satılık diploma’ ilanları… Uygulamanın internet sitesinde sıkça sorulan sorular bölümü de var. Mesela ‘Kimler başvurabilir?’ sorusuna cevap olarak ‘Mezun olmak herkesin hakkıdır. İsteyen herkes kayıt olabilir’ diye yazıyor.

Mezuniyet hakkımız engellenemez!

Başka bir ‘sahte garantili diploma’ videosunda ise, “Beni bilen biliyor. Güven konusunda, sağlam işlerde her zaman parmağımız vardır” diyor ve verdikleri belgelerin resmi olarak çıkarıldığının, Avrupa ve Amerika’da geçerli olduğunun altını çiziyor. Ne kadar güvenilir bir sahtekâr olduğunu içtenlikle hisseden birinin, bu sahtekarlığından gurur duymaya hakkı vardır bence.

Bu arada, tıp diploması almak isteyenlere kadavra da gönderiyorlarmış!

Bir de ‘yargı kararı çıkartma/bozma’ ilanları var. İlanda şöyle diyor; Korkaklarla değil, cesurlarla devam (…)” Bizleri, taklitlerinden ve sahtekarlardan(!) sakınmamız konusunda uyarmayı da ihmal etmiyorlar. Rekabet büyük! İnternet sitesinde yazan tanıtım yazısı ise şöyle; Kısa yoldan başarı ve zenginlik için tek şey cesarettir.’

Toplu işlemlerde indirim uygulanırken, kara para aklayanlara da öncelik veriliyormuş, bilginize!

Bir de kızını Amerika’da biyoloji okutup, Türkiye’de tıp fakültesine geçişini yaptırıp sonra da eğitimin amacının Allah korkusu, kuldan utanma olması gerektiğini, yoksa çocukların deist, ateist, LGBTİ olacaklarını anlatan Hulusi Akar ve kara para akladıkları iddia edilen, Şimşek’in vergide adalet sözlerinin hemen arkasından, ‘enerciii’ diye diye serbest bırakılan Polatgiller var.

AKP Milletvekili Hulusi Akar katıldığı etkinlikte "4-12 yaş çocuklara Allah korkusu verilmezse ateistle mi uğraşacaksınız LGBT ile mi?" diye konuştu

Giderek yoksullaşan, güvencesiz bir toplumda çürüme eğilimi güç kazanır. ‘Kısa yoldan başarı ve zenginlik kazanma’nın türlü yollarına başvuranların sayısının her gün artması şaşılacak şey değil aslında. Damat öyle istiyor ile başlayan Şimşek ile devam OVP planlarının bizleri her geçen yıl nasıl sefalete sürüklediğini birkaç dakikalık videoda anlatmaya çalıştım. İzlemek isteyen olursa linkini buraya bırakıyorum.

O kadar çok şey var ki anlatılacak! Ama hayanın olmadığı insanlar hakkında sakin sakin yazmaya devam edemeyeceğim için burada bırakıyorum.

Asıl yazmak istediklerimi yazamıyorum… Kaçıyorum… Birbirlerinin karanlığına sahip çıkan, ortaklaştıkları karanlıkta cemaatleri uğruna her şeyi kurban eden bir köyde, dipsiz bir kuyuya atılan Narin’i yazamıyorum. Manisa’da, sebze satarak evini geçindirmeye çalışan, zabıtalar tarafından bir avuç malına el konulan, içler acısı bir haykırışla “Pazartesi okullar açılacak, ben ne yapıcam abi? Bana bir çıkış yolu gösterin” diye yalvaran seyyar satıcı aklıma düşsün istemiyorum. Sendikalaştıkları için işten çıkarılan, direndikleri için polisler tarafından kaburgası kırılan Polonez Fabrikası işçilerini düşünmek istemiyorum…

Yazarken midem bulanıyor. Sıkışıyorum. Devam edemiyorum…

Birçoğumuz "Bu kadar kötülüğün ve çürümüşlüğün ortasında nasıl yaşayabiliyoruz" sorusunu soruyordur kendine. Asıl soru ise şu olmalı belki de: Gerçekten de çürümüşlüğün ve kötülüğün faili ya da bir parçası olmadan kalabiliyor muyuz?!

Kötülüğün Anatomisi: The Zone Of İnterest

‘The Zone Of İnterest’ ikinci soruyu odağına taşıyan, son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden biri.

Jonathan Glazer’ın Cannes Film Festivalinden Jüri Büyük Ödülü ve FIPRESCI Ödülü ile dönen filmi İlgi Alanı, Martin Amisin aynı adlı romanının serbest bir uyarlaması. Film perspektifini, alışageldiğimiz gibi Nazi kampında yaşanan vahşete değil, Auschwitz komutanı Rudolf Höss’ün, kampın hemen yanında ailesiyle geçirdiği sakin ve sıradan hayatına çeviriyor.

Mutlu ve sevimli bir ailenin kuş cıvıltıları ve yeşillikler içinde piknik yaptığı sahneyle açılan, kötülük hakkında bir film izlemeye başlıyoruz. Hemen bir sonraki sahnede ailenin, kamptan bir duvarla ayrılmış evlerini görürüz. Evin güzelliği, el arabasıyla aileye erzak taşıyan bir Yahudi’nin bütün bahçeyi boylu boyunca geçtiği bir sahneyle serimlenir. Bu serimleme bizi adeta bir cennete tanık eder. Görünenlerin arka fonunda ise bir duvarla ayrılmış cehennemin seslerini duyarız.

The Zone Of İnterest filminden bir sahne

Köylü ve fakir bir geçmişten gelen Hedwig (Sandra Hüller) ve Rudolf Höss’ün (Christian Fidiedel) tek derdi kurdukları bu konforlu hayatı devam ettirmektir. Herkesin adapte olduğu bu yaşama dışarıdan katılan anneanne Hensel, teneffüs ettiği havayı yadırgar. Onun için hiçbir şey normal değildir. Yanan bacalar onu dehşete düşürür. Bir mektup bırakarak evden ayrılır. Hedwig, mektupla yüzleştiği kötülüğün delillerini sobaya atarak yakar. Hayalini kurduğu yaşamı bırakmaya niyeti yoktur.

Doğum günü ve ölümler, posta halinde daha fazla Yahudi’nin nasıl yakılacağının planlarını yapanlar ve yaşamak için mücadele edenler, bir huşuyla mutfak masasına serilen, kombinezonlar, elmaslar, rujlar, kürkler, çikolatalar ile çırılçıplak gaz odalarına hapsedilenler bir duvarla ayrılmıştır. Duvarı daha fazla örtsün diye büyütülen sarmaşıklara hayat veren gübre ise, krematoryumda yakılan Yahudilerin küllerinden elde edilir. Bir duvarla ayrılmış çiçek kokularıyla bacadan yükselen ölüm kokusu birbirine karışır. Film boyunca her türlü tezatlıklar aynı karede serimlenir.

The Zone Of İnterest filminden bir sahne

Vahşet yeniden canlandırılmıyor filmde. Failin bakış açısıyla yaklaşılıyor olaylara. Filmin çekim teknikleri bu bakış açısını organik olarak bütünleyecek bir biçimde kurulmuş. Evin her yerine gizli kameralar kurularak çekim yapılmış, doğal ışık kullanılmış ve etkileyici ses tasarımıyla daha önce izlemediğimiz bir Auschwitz filmi yaratılmış. Kullanılan çekim tekniğiyle gerçeklik duygusu artırılmış ve şimdiki zaman hissi yaratılmış. Bu durum film boyunca faillerle aramızdaki mesafeyi kaldırıp faillere benzerliğimiz üzerine düşünmemizi sağlıyor.

Filmde ses başlı başına bir temsil biçimi aslında. Bize gösterilmeyen şeylerin temsili, yani duvarın arkasında yaşanan ve bizim görmediğimiz şiddet filmdeki seslerle hissettiriliyor. Duvarın diğer tarafındaki kötülük görünmez ama duyulur. Ve bu film görünenler ve sesler arasında geçiyor. Ve bu ikisini sadece bir duvar ayırıyor.

Film mağdurlarla benzerliklerimizden ziyade faillerle benzerliklerimizi göstererek bizi rahatsız ediyor. Şu an yaşadığımız ortamda bir yanıyla kötülüğün faili miyiz sorusunu sorduruyor bize. Filistinlilerin bugün yaşadığı soykırım hakkında çok şey söylüyor. Bizden uzak bir yerde sistematik bir şekilde 50 bine yakın insanın öldürüldüğü, binlerce insanın yaralandığı, yerinden yurdundan edildiği vahşetine ses çıkarmamak, suç ortaklığımızdan başka bir şey değildir.

Karanlık bir köyde Narin’e yapılan kötülüğü görmezden gelenlerin, kötülüğe ortak olmadığını söyleyebilir miyiz? Narin’e kimin ne yaptığını bilenlerin konuşmaması, bilmeyenlerin ise soru sormaması, suçun ortaklığını yapmak demek değil midir?

Film, hepimizin içindeki kötü olma potansiyelinin, bedel ödenmeyeceğini biliyorsak kolayca ortaya çıkacağının, kimsenin bedel ödemediği yerde de şiddetin devam edeceğinin altını çiziyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Eylül: Ortalama kaç yıl yaşar bir travesti!?

Her haltın yenilip, domuz etinin yenilmesinin skandal olduğu ülkede, ‘Milton Kasırgası gelse de süpürse bu çılgınlığı’, diye içimden geçirmiyor değilim. Nereden tutsan elinde kalan ülkenin tek derdi kutsal aile(!), alkol ve LGBTİ’ler…

The Party: Kandırıldık mı, kandırıldık!

Ekonomistlik de kandırılmak da ülkede adeta ata sporu. Fetö, Cehape, faiz lobisi, dış güçler, iç parazitler, Trump, Sisi, Hans, Toni, Coni… Kandırmayan kalmadı. Yahu, siz neden hep kandırılıyorsunuz? Hadi kandırılıyorsunuz, peki faturasını neden hep biz ödüyoruz?

İstanbul’da oryantasyon sorunu yaşayan adaylara, Kalabalık Duası’nın meddahından kılavuzluk hizmeti

Muzip bir oyun, muzip bir metin ve muzip bir Güray Dinçol rejisiyle karşımızda: Kalabalık Duası!

"
"