25 Şubat 2024

On Adımda Unutmak = Anti-Prometheus

Oyunda, çağdaş insan birey olamadan, yakıştırılan aidiyetlere oynayarak, kabullerini ve önyargılarını değiştirmeden, dolayısıyla reflekslerini değiştirmeden, bütün sayıklamalarının ardından 10. Adımda unutmayı seçer!

Hafıza büyük bir yük, unutmak oldukça kolaydır bu ülkede. Her gün en az bir facianın yaşandığı bu topraklarda unutmak, bize has bir kullanımla balık hafızalı olmak, kısa süreliğine konforlu bir alan yaratsa da uzun vadede bedelini oldukça ağır ödediğimiz zihinsel bir reflekstir aslında.

Şahika Tekand, unutmak üzerine oldukça etkileyici, bir solukta izleyeceğiniz, 55 dakikalık bir oyun yazıp yönetmiş. On Adımda Unutmak = Anti-Prometheus. Unutmanın, çağdaş insanın tragedyası olduğunu, sonunda onulmaz acılara yol açtığını anlattığı oyunda, nasıl unuttuğumuzu 10 adımda tek tek sıralıyor. Ve şöyle diyor:

"Oyun, bireysel küçük dünyasına sıkışmış, hayata müdahale etme yeteneğini, büyük umutlarını ve uzun vadeli projelerini, kısa vadeli ve küçük kazanımlara feda etmiş, kendisine sunulan küçük konforlar aracılığıyla çevresine ve çevresindeki insanlara, sorunlara duyarsızlaşmış, maruz bırakıldığı bilgi bombardımanı içinde giderek farklı bir anlamda bilgisizleşmiş ve sonuçta cahilleşmiş çağdaş insanın traji-komik öyküsünü konu alır."

4 Mart Zorlu PSM'de sahnelecek oyun, sezonun mutlaka seyredilmesi gereken oyunlarından biri. Oyundan bahsetmeden hemen önce şimdiden unutacaklarımızdan birkaçı geldi aklıma.

Mesela çoğunluğumuzun açlık sınırında ya da yoksulluk sınırının altında yaşadığımız… Tahmin ediyorum ki birçoğumuz, buna bir tek maaş alan milletvekili arkadaşlarımız da dahil, her ayın 15'ini denklem kurmakla geçiriyoruz. 

Maaş günü yani diğer maaş gününe 30 gün kala, elde kalan eksi maaş kadar borç!

Anlamayanlara şöyle anlatayım:

Yoksulluk sınırının altında yaşayanlar ve bir tek 110 bin lira maaş alan milletvekili arkadaşlarımız da dahil, burayı geçebilirler!

Maaş - (kredi kartı + ev kirası + faturalar + elden alınan borçlar + diğer giderler)= -maaş.

Hâlâ anlamayan azınlığa;

Giderler = maaş x 2

Veya maaş + maaş = giderler

Yani sıfır borcumun olması için… Tamam tamam uzatmayacağım.

Denklem demişken aklıma Bahçeli geliyor. Bahçeli deyince de aklıma Yılmaz Erdoğan'ın, MHP'nin 90'larda aldığı oylara istinaden yaptığı espri geliyor: "Bu o kadar kötü mü yani? Ben zaten bahçeli bir devletimiz olsun istemişimdir".

Dört işlem ustası, neredeyse "bilinmeyen bir dille!" söylediği her maniden sonra toplumca deşifre yapmak zorunda kaldığımız Bahçeli'nin bence bu espriden haberi var. Ve yıllarca doğru zamanı bekleyip Yılmaz Erdoğan'a misilleme yapmış. Yoksa bir insan şu denklemi nasıl kurabilir ki!? 

"Alper Gezeravcı kardeşimizin uzaya gittiği şu dönemde bir dizi vasıtasıyla Dilber karakterinin servis edilmesi de bir başka örtülemez çelişki ve zamanlama itibariyle manidar bir komplo emaresi taşımaktadır."

Bir de Darbeci Sisi'den Kardeşim Sisi'ye geçiş denklemi var!

"Beni Sisi'yle barıştırmak isteyenler var. Asla kabul etmiyorum, etmem de". "Biz Mısır halkının, mazlumun yanındayız, darbecilere hiçbir zaman saygı duymadık, duymayacağız."

"Mısır için herkes sussa bile biz susmayacağız. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır."

"Pazar günü, Sisi mi diyeceğiz, Binali Yıldırım mı diyeceğiz?" (2019 Yerel seçimleri)

Altını çizdiğimiz bu denkleme göre Sisi, Ekrem İmamoğlu'nun dostu, Binali Yıldırım'ın düşmanıdır. Binali Yıldırım'ın düşmanı demek AKP'nin de düşmanı demektir. Yani bu denklemde Sisi AKP'nin düşmanıdır. Zaten yukarıda sarfedilen sözler de bu durumu doğruluyor.

"Darbeci Sisi"nin, artık "Değerli Kardeşim Sisi" olduğu yeni denklemde, 31 Mart Pazar günü, biz şimdi ne diyeceğiz!? Valla ümmet olarak yetişemiyoruz. Buyruğunuzu bekliyoruz. 

Denklemi anlamak için, kimine göre hikâyesi 2002'den başlayıp günümüze kadar gelen George Orwell'ın Hayvan Çiftliği kitabını, hep beraber 31 Mart'a kadar okumayı öneriyorum. 

Yerel seçimler demişken, "oy yoksa hizmet yok, biz yoksak doğalgaz yok, oy yoksa cennet yok" gibi düz mantık kurallarını ihlal etmeden devam eden bu söylemlerin (bazılarına göre tehditlerin) 31 Mart'a kadar nereye varacağını da merak etmiyor değilim doğrusu.

Bence bu haftanın en kocaman unutulanı, kendimizin en Anti-Prometheus olduğumuz konu gelip taş gibi yüreğimize oturan Erzincan Faciası!

Sahi kaç kişi unutmadı!?

Göz göre göre eli kulağında gelen, yönetmelik ve denetlemenin hak getirdiği Erzincan faciasını kaçımız hatırlıyoruz?

İşçi güvenliği, gözü kâr hırsı bürümüş firmanın insafına emanet edilen, bir baret ve bir gözlükten ibaret bu faciayı hatırlayanımız var mı!?

Neden tekrar tekrar aynı faciaları, acıları, yokluğu, yoksunluğu yaşıyoruz?

İşte On Adımda Unutmak= Anti-Prometheus oyunu bu soruya adım adım cevap veriyor.

Prometheus'u unutanların tragedyası

Bireysel kurtuluşlara sığındığımız, kendimizi feda etmeyi genel haliyle enayilik olarak kabul ettiğimiz için topyekûn hepimiz göçük altındayız. Göçük altında olduğumuzu hatırlatan On Adımda Unutmak = Anti-Prometheus oyunu, yaşamın eziciliği karşısında hayata müdahale etme yeteneğini terk eden, yapıp edeceklerinin bir tesir uyandırmayacağını düşündüğü için trajik olanı görmezden gelen, hesap vermeyi unutmuş, kendi küçük konforlu alanında sıkışmış, Prometheus'un tragedyasını hatırlamaktan imtina eden ve hatta onunla karşılaşsa kendisine hatırlatacakları yüzünden Prometheus'u linç edebilecek, varlığını devrederek yaşayan insanın trajedisini konu alıyor.

Oyunda, çağdaş insan birey olamadan, yakıştırılan aidiyetlere oynayarak, kabullerini ve önyargılarını değiştirmeden, dolayısıyla reflekslerini değiştirmeden, bütün sayıklamalarının ardından 10. Adımda unutmayı seçer!

Prometheus, oyunda pir çıpa gibidir. Göremediğimiz, ismini sadece bir kez duyduğumuz ama bütün sayıklamaların sebebidir… Çünkü oyunun içinde karşıtlığını yani Anti-Prometheus'ları ve onların sayıklamalarını barındırır. Umutla vazgeçmek, isyanla şükretmek, ilerlemekle durmak arasında geçen sayıklamalar… Kendilerine dikte edilen bir yaşamdan kaçış mümkün mü? Peki gerçekten kaçmaya çalıştılar mı? "Ben ne yapabilirim"i sahiden sordular mı kendilerine? İnsan içinde bulunduğu otoriteden onay almadan var olabilir mi, bir şey yapabilir mi?…

Şahika Tekand ve Studio Oyuncuları, ışık, ses ve hareket düzeni gibi temel sahne elemanlarının harmanlandığı bir oyunla buluşturuyor seyircisini. Bilenler Tekand'ın bu kendine has müziğine aşinadır. Bilmeyen seyircilere söylenebilecek şey ise sahnelemenin bu üç temel dinamiği ile yaratılan oyun tasarımının kendilerine farklı bir deneyim sunacağıdır. 

Şahika Tekand

Oyuncular, sırtlarında sandalyelerle, ki o sandalyeler oturacak yer, statü, mülk, yük, geçmiş, sayıklamalardır, oldukça zorlu ve etkileyici bir performans sergiliyorlar oyunda. Işık-ses rejisinin oyuncularla senkronizasyonu, oyuncuların ışık-ses rejisiyle olan senkronizasyonu, ortaya kolay ve konforlu olamayan, seyredilmesi keyifli ve dinamik bir eser çıkarmış.

Oyunu izlerken çokça düşünüp biraz yorulabilirsiniz. Düşünmek bir eylemledir. Eylem bir efor gerektirir ve yorucudur. Öyleyse düşünmek yorucudur. Al işte bir denklem daha!

Oyunu, 4 Mart Zorlu PSM, 13 Mart CKM, 28 Mart DasDas'ta seyredebilirsiniz.

Yazarın Diğer Yazıları

İstanbul’da oryantasyon sorunu yaşayan adaylara, Kalabalık Duası’nın meddahından kılavuzluk hizmeti

Muzip bir oyun, muzip bir metin ve muzip bir Güray Dinçol rejisiyle karşımızda: Kalabalık Duası!

Sınırın ötesinden, ama bir o kadar bizden bir hikâye: Leyla'nın Kardeşleri

Leyla’nın Kardeşleri, sinemasal olarak bir kez izlemenin yeterli olmayacağı destansı bir ustalık filmi