01 Mart 2020

Mart ayı tiyatro oyunları seçkisi

Mart ayı oyun seçkisinde ilginize sunduğum oyunlar; güldürürken hatırlatan, hatırlatırken düşündürüp hüzünlendiren, "Göremiyorum, öyleyse yoktur" gibi bir aldatmacanın yerine, "nasıl bakmalı" sorusunu koyan oyunlar…

Havaya, suya düşen cemre bu hafta toprağa düşecek. Cemre Arapça kor demekmiş. Düşen kor havayı, toprağı, suyu ısıtacak… Orhan Veli'nin şiirindeki haller gelmeye başlar artık üstümüze yavaş yavaş; "Tüyden hafif olurum böyle sabahlar. Karşı damda bir güneş parçası, içimde kuş cıvıltıları, şarkılar..." Sonra buna pek de izin vermeyen haberlere bakarız ve Ahmet Arif'in dizeleri gelir aklımıza. İçeridekileri, tahliye edildi haberinden hemen sonra daha biz henüz sevinemeden tekrar gözaltına alınanları ve ülkesine dönemeyenleri düşünürüz: "Haberin var mı taş duvar? Demir kapı, kör pencere, yastığım, ranzam, zincirim. Uğrunda ölümlere gidip geldiğim. Zulamdaki mahzun resim… Görüşmecim yeşil soğan göndermiş. Karanfil kokuyor cigaram. Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…" Bitmeyen hüznün üstüne acı haberler gelir. Suriye'de hayatını kaybeden askerler ve yine Suriye'deki göçleri bir türlü sonlanamayanlar serilir gözlerimizin önüne. Kucaklarında çocukları, şişme botlarla denize salınanlar… Şair, oyun yazarı Wolfgang Borchert'in kapıların dışında kalanlar için yazdıklarını tekrar hatırlarız. "Sen. Kürsüdeki din adamı. Sana yarın savaşa dair kutsal sözler söylemeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!"

Mart ayı oyun seçkisinde ilginize sunduğum oyunlar tam da böyle bir arada! Güldürürken hatırlatan, hatırlatırken düşündürüp hüzünlendiren, "Göremiyorum, öyleyse yoktur" gibi bir aldatmacanın yerine, "nasıl bakmalı" sorusunu koyan oyunlar… "Peki seyredince ne olacak" diye sorabilirsiniz. Bu oyunlar, tiyatro bize iyi gelir mi, iyileştirir mi? Belki iyileştirmez. Ama düşünmemize olanak verir. Seyrettiğimiz birbirinden farklı oyunlar, içinde bulunduğumuz durumu daha iyi anlamamızı sağlar. Bize dayatılanları görmemize yardımcı olur. Sorumluluklarımızı hatırlatır. Belki tüm bunlara karşı direnecek cesareti ve umudu aşılar. Ayçiçeklerini gördükçe Van Gogh'u hatırlarız belki. Belki bir çocuğun cebinden çıkan son mektup gelir aklımıza. Daha ne olsun… İyi seyirler!

DANSÖZ - MEK'AN SAHNE

Toplumsal normlara(!) uymayan, pavyonda şarkı söyleyen bir kadının kız çocuğu olarak yetişiyor Meryem. Mahalledeki çocuklar tarafından ötekileştirilerek, yalnızlaştırılarak, annesi tarafından dahi görülmeden, sevilmeden büyüyor. Bütün bunların yükünü ve yorgunluğunu bedeninde bir ağırlık olarak taşıyor. Ta ki televizyondan gelen o sesi duyana kadar… Müzik onu önce kollarından yakalıyor; sonra bütün bedenine yayılarak mahalledeki düğünlere, eğlencelere, kapı gıcırtısına, isteyene, istemeyene dansa sürüklüyor. Bakışlar üstünde, fark edilerek ve bedeni artık hafiflemiş olarak… Buradan sonrası ise kıyamet!

Dansözlük, zamanla erkek bakış açısının deformasyonuna uğrayıp kaynağından koparılarak ve 'isteyerek değil de düşülerek yapılacak bişey olduğu' algısı yaratılarak, hafif ve ucuz olana indirgenmiş. Fakat Meryem, kendini bulduğu bu dansın kadim bir inanıştan gelen, güneşe karşı bereket, bolluk ve dilekleri gerçekleştirmek için yapılan bir ritüel olduğunun bilinciyle ve sanatının mahremiyetini koruyarak dans etmenin çabasındadır. O, bu eğlence dünyasında yorgun düşürülmüş ve kan kaybetmesine yol açacak şekilde yaralanmış bir boğa gibidir artık…

Şamil Yılmaz'ın yazıp yönettiği Dansöz, bize 'bakma'nın tehlikeli taraflarını gösteriyor. "Eğlenerek baktığımız şey (pavyon, sirk, akvaryum vb.) başkalarının veya başka türlerin acısından, eziyetinden besleniyor olabilir mi" tartışmasına ve hesaplaşmasına götürüyor bizi. "Göremiyorum, öyleyse yoktur" gibi bir aldatmacanın yerine, "nasıl bakmalı" sorusunu koyuyor. Bomboş sahneye elinde bıçağıyla gelen ve ilk birkaç dakika dışsal davranışları, estetiği ve kostümü hakkında düşündüren oyuncu Sezen Keser, ilgiyi hemen sonra karakterin yani Meryem'in nasıl hissedip düşündüğüne, onu yönlendiren şeyin ne olduğuna odaklıyor. Ve bütün bakışlar sahnenin ortasında kanlı haliyle bile çekici duran bir kadından Meryem'in bakışlarına, hikayesine geçiyor.

12.03.2020 Perşembe / 20:30, Toy İstanbul / İstanbul

16.03.2020 Pazartesi / 20:30, Kadıköy Theatron Yeldeğirmeni / İstanbul

19.03.2020 Perşembe / 20:30, HANN Sahne / İstanbul

21.03.2020 Cumartesi / 20:30, Kadıköy Theatron Yeldeğirmeni /İstanbul

VAN GOGH - TİYATRO GERÇEK

"İnsanlar ne zaman günebakanlar görse beni hatırlayacaklar (Vazodaki Ayçiçekleri)…"

"Van Gogh", Hakan Gerçek'in kurduğu Tiyatro Gerçek'in ilk oyunu. Oyun, 2009'dan beri geniş seyirci kitlesinin ilgisiyle bu sezon da oynanmaya ve salonları doldurmaya devam ediyor. Van Gogh, İskoçyalı W. Gordon Smih'in, Avrupa sanat tarihinin en büyük ressamlarından Hollandalı Vincent Willem Van Gogh'un kardeşi Teo'ya yazdığı mektupları derleyerek yazdığı bir biyografi-oyun. Çevirisi Ülkü Tamer'e ait. Hakan Gerçek'in tek kişilik oyununun birçok salona ve turnelere taşınmasını kolaylaştıran gerçekçi ve pratik dekor tasarımı Nurullah Tuncer'e, oyuncunun yarattığı ve yaşattığı atmosferi oldukça güçlendiren kostümleri ise Aslı Ataseven'e ait.

Başkalarının ve kendinin melankolik, kasvetli, karanlık, çaresiz, hüzünlü, umutsuz ve yoksul yaşamlarını resimlerine taşıyan Van Gogh, kardeşine yazdığı mektubun bir yerinde, "Açlığın etkisini resimlerimde öylesine görebiliyorum ki, geleceğim için kaygılanıyorum" diyerek belirtiyor bu durumu. Sarının peşinden koşan, fakat güneşi kapatan kargalara daha fazla dayanamayan Van Gogh, yapıtlarının hepsini (900 resim ile 1100 çizim) akıl hastalığına yakalanıp, kendini öldürmeden önceki on yıllık süreçte üretmiş. Ve ne yazık ki yaşamı süresince 'The Red Vineyard (1888)' isimli tablo dışında hiçbir yapıtını satamamış. Geniş halk kitlelerince tanınması ölümünden 11 yıl sonra, resimlerinden 71'inin Paris'te sergilenmesiyle başlamış. Resimlerinin isimlerini hatırlayamasak da kullandığı renkler ve kendine has çizim tekniğiyle gördüğümüzde "İşte Van Gogh" diyebileceğimiz bir ressam o.

Sahnede Van Gogh'un resme başlamasından intiharına kadar geçen süreye, aşklarına, resim tutkusuna, kardeşi ile mektuplaşmalarına, Van Gogh'un atölyesinde yakından tanık olacaksınız… Yaşadıkları ve gördükleri karşısında tanrıya olan inancı zayıflayan ve ailesiyle arası açılan Van Gogh'un hesaplaşmalarını, krizlerini, öfkesini, inandığı yoldan vazgeçmeyerek bir parça ekmeğe değişmediği boyalarını, hastalığını, dışlanmışlığını, yalnızlığını, çaresizliğini, açlığını, yılların deneyimi ve fiziksel özelliklerinin benzerliğini de işin içine katarak sahneye taşıyan Hakan Gerçek akıllara kazınan etkileyici performansıyla ayakta alkışlanıyor…

08.03.2020 Pazar / 19:00, Mall of İstanbul MOİ Sahne / İstanbul

16.03.2020 Pazartesi / 20:30, Kadıköy Halk Eğitim Merkezi / İstanbul


HAKİKAT, ELBET BİR GÜN - D22

"Bugün 1 yıl oldu. Biz adalet istiyoruz. Bugün tam 1 yıl oldu. 1 yıldır delilleri karartıyorlar. 1 yıldır her duruşmada bir kere daha öldürüyorlar bizi. 1 yılda elimize tek geçen yavrumuzun kendi elleriyle yazdığı, cebinde bulunan bu son mektubu onların kanlı ellerinden almak oldu dostlarım. Bu mektupla dalga geçtiler mahkemede. Delirmiş senin oğlun dediler. Ayılar, kargalar, damlalar… Uçmuş bunun kafası dediler. Güldüler… Siz yaptınız! Bütün bu ayılara, kargalara inat iyiki doğdun yavrum. Hakikat elbet bir gün ortaya çıkacaktır. Ne yaparsanız yapın ayçiçeklerini öldüremezsiniz, ayçiçeklerini öldüremezsiniz, ayçiçeklerini öldüremezsiniz…"

Tiyatro D22, Berkay Ateş, Can Kulan ve Emir Çubukçu'nun bir araya gelerek kollektif bir bilinçle üretmeye devam ettikleri, hakikati örtbas edenlerden olmasalar da susmanın da, dil yutkunması yapmanın da buna vesile olduğunu düşünerek, toplumsal meseleleri dert eden oyunlar yapan, amaçlarıyla üretimleri örtüşen, oyunlarıyla her sezon merakla beklenen tiyatro gruplarından biri. D22 yapımı 'Hakikat, Elbet Bir Gün' 2017'de "artık sıradanlaşmış gerçekleri sıra dışı bir gerçekçilikle ve sanatsal bir biçemde sunduğu" gerekçesiyle Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü aldı. Ve 2019'da da birçok ödüle layık görüldü.

Oyun bir çocuğun ölmeden önce karşılaştıklarını annesine anlattığı mektupla başlıyor… Ve yolunun üzerinde her gün karşılaştığımız, artık normalleştirdiğimiz toplumsal meseleler yer alıyor. Adımını attığı her yerde adaletsizlikler, işten atılmalar, intiharlar, baskılar, yasaklamalar, tutuklamalar, ihbarlar, doğa katliamları…

İmgelem dünyamızın zorlanarak hafızalarımızın güncellendiği, sarı rengin yasaklandığı distopik bir atmosfer yaratılmış oyunda! Rüya dediğimiz yerde kâbusun başladığı grotesk bir anlatım oyuna hakim. Kullanılan maskeler, ışık, prenses balığı, ayçiçeği, salkım söğüt, yağmur damlaları, kargalarla kapatılmaya çalışılan güneş, ayılar, ilerde kimseye esin kaynağı olmayacağını umduğumuz seyyar karakol hizmeti, jetlerin yardımıyla dağıtılan gökkuşağı ve şarkılarla hem uzak hem yakın bir dünya yaratmış sahnede. Rejisi Serkan Salihoğlu'na ait olan oyunun handikapı ise böyle bir dünyayı ilk 15 dakikada anlamaya çalışma çabamız oluyor. Sonrası çorap söküğü… Daha önce birçok oyunda seyrettiğimiz Seda Türkmen ve Gizem Erdem etkileyici performanslarıyla oyunda yer alıyorlar.

10.03.2020 Salı / 20:30, Baba Sahne / İstanbul

30.03.2020 Pazartesi / 20:30, Oyun Atölyesi / İstanbul

METOT - SEMAVER KUMPANYA

Semaver Kumpanya, 10 Ekim 2002 tarihinde Işıl Kasapoğlu'nun önderliğinde kuruldu. Tiyatro yapmanın gerekliliği olduğunu düşünerek, Beyoğlu'nu merkez alan diğer tiyatrolardan farklı olarak "Haliç'in Öte Yanında Tiyatro" projesiyle, Kocamustafapaşa'da, halkın içinde mahalleyle var olan bir tiyatro açmayı uygun görmüş kumpanya. İlk günden itibaren kolektif bir bilinçle hareket etmeleri devamlılıklarını sağlayan en önemli şey olmuş. Işıl Kasapoğlu Semaver'i kendinden sonraki kuşağa, Serkan Keskin ve Volkan Sarıöz'e devretti. Devralanların yoğun çabalarıyla Çevre Tiyatrosu düzenlenip, yenilenerek, genişletildi. Metot, Cimri, Nasreddin Hoca (Kukla Oyunu), Mağrur Fil Ölüleri oyunları yıllardır dönüşümlü olarak oynanıyor. Kumpanya'ya bir kere uğrayanları diğer oyunların merakı sarıyor…

Metot oyununda, bir şirketin toplantı odasında; iş görüşmesine gelen dört kişi, tüm hünerlerini ortaya koyup işi kapmak için gizem dolu çeşitli sınavlardan geçiriliyor. 8. sezonunda olan oyunu, İspanyol Jordi Galceran 2003 yılında kaleme almış. Serkan Keskin'in hem yönetip hem de oynadığı oyun, günümüz iş dünyasının acımasız yönlerini ortaya koyuyor.

Her şirketin kendine göre işe alım yöntemleri vardır. Ve bu normalleştirilen yöntemler aslında oldukça acımasızdır. Sınırları zorlayan bu vahşi yöntemlere karşı insanların verdikleri mücadeleye, dayatılan düzenin vaz geçirdiği insani değerlere tanık oluyoruz oyunda. Psikolojik gerilimi yüksek oyunda Mustafa Kırantepe, Sarp Aydınoğlu, Serkan Keskin ve Semaver Kumpanya'nın diğer oyunlarında da oldukça başarılı performanslarıyla iz bırakan Sezin Bozacı yer alıyor.

05.03.2020 Perşembe / 20:30, Çevre Tiyatrosu / İstanbul

06.03.2020 Cuma / 20:30, Çevre Tiyatrosu / İstanbul

12.03.2020 Perşembe / 20:30, Caddebostan Kültür Merkezi / İstanbul

13.03.2020 Cuma / 20:30, Çevre Tiyatrosu / İstanbul

Yazarın Diğer Yazıları

İstanbul’da oryantasyon sorunu yaşayan adaylara, Kalabalık Duası’nın meddahından kılavuzluk hizmeti

Muzip bir oyun, muzip bir metin ve muzip bir Güray Dinçol rejisiyle karşımızda: Kalabalık Duası!

On Adımda Unutmak = Anti-Prometheus

Oyunda, çağdaş insan birey olamadan, yakıştırılan aidiyetlere oynayarak, kabullerini ve önyargılarını değiştirmeden, dolayısıyla reflekslerini değiştirmeden, bütün sayıklamalarının ardından 10. Adımda unutmayı seçer!

Sınırın ötesinden, ama bir o kadar bizden bir hikâye: Leyla'nın Kardeşleri

Leyla’nın Kardeşleri, sinemasal olarak bir kez izlemenin yeterli olmayacağı destansı bir ustalık filmi