Haberleri seyrediyoruz. YouTube'dan…
Soylu, "Amerika, Avrupa talimat vermiş. Bizi cinsiyetsizleştireceklermiş. LGBT olacakmışız." dediği sırada elimde bir kadeh boğma rakı (ne de olsa tiyatrocu bir arkadaşın evi, marketten şarap satın alacak halimiz yok), Serhat Kural ve Destan Taştan'ın Moda Sahnesi'ndeki dans gösterisine gitmeye hazırlanıyoruz.
Her fırsatta dışavurulan bu LGBTİ+ korkusunun kökenine dair psikanalitik yaklaşımlarda bulunuyoruz kendimizce. Özellikle Soylu'nun neden bu kadar korktuğu anlamaya çalışıyoruz.
Çok dertliyiz, gündemi takip ettikçe daha da dertleniyoruz. Tiyatrocu arkadaşımın evindeki son birkaç günü. Ekonomik krizin uçurduğu kiralar yüzünden yüz binlerce insan gibi o da ev sahibi tarafından kapının önüne konmuş. Bense, ev sahibimle pazarlık yapmış, anlaşamayınca da resti çekmiş, "Satarsan sat" demişim. Ama canım çok sıkkın, dudağımda uçuk çıkmış…
Her derde deva formüllerin mucidi, dört işlem ustası, içinden rakam geçen her cümlenin değişmez öznesi haline gelen Devlet Bahçeli, Netflix'in içeriklerini eleştirip "Küfür etmenin neresine güleceğiz?" diyor. Biz de sanki o da bizi görüyormuş gibi karşılık veriyoruz: Peki, biz sizin vaktiyle Erdoğan'la bol hakaretli aşık atmalarınızı, MHP Diyarbakır İl Başkanı Cihan Kayaalp hakkındaki "çocuğa yönelik cinsel istismar" suçlamasıyla ilgili sessizliğinizi, bir cumhurbaşkanının ağzından çıkan "sürtük" lafına, artık küfürden saymadığınızdan mıdır nedir, ses çıkarmamanızı neye sayalım? Dedim ya, bir kadeh boğma rakıyla kafamız iyi.
Bunların üzerine, bir de Tarım ve Orman Bakanı çıkıyor, Marmaris'te çıkan yangınla ilgili "Bir kontrolsüzlük var mı, hayır. Kontrolsüzlük yok ama, kontrol altına alınmış bir yangın da söz konusu değil" açıklamasıyla beynimizi iyiden iyiye yakıyor! Nasıl bir rakıysa, artık söyleneni anlamayacak kıvama gelmişiz deyip içmeyi bırakıyoruz.
Ama gündem bizi bırakmıyor… "Donat donat" diye ekranlarda cin çıkaran kadına taş çıkaran, Kadıköy Belediyesi'nin ücretsiz dağıttığı çorba ile kendisine çip yerleştirdiğine dair CİMER'e şikayette bulunan adama ne demeli? Dünyadaki çip krizinin sebebini artık hepimiz anlamışızdır!
Birilerinin ülkenin ağır ekonomik kriz ortamında tırlattığını anlamak mümkün. Peki ya bu şikayeti ciddiye alan CİMER gibi bir kurumu nereye koyacağız? Orada da kafalar iyi anlaşılan!
CİMER deyince… Yüzde 40 zamla maaşını 141.453 TL yapan Cumhurbaşkanı, 15 Temmuz'u finanse ettiler diyerek hedef gösterilen, özellikle yandaş medya tarafından "Kaşıkçı cinayetinin katil kasabı" olarak lanse edilen Suudi Arabistan Veliaht Prensi Selman'ı resmi törenle kucaklayarak karşıladı, resmi törenle sarılarak uğurladı.
Aramızdaki duygusal bağ(!) ise gidenin arkasından merak edilen bir konu olarak kaldı. Selman ile olan bu bağımız, akıllara Erdoğan'ın şu sözlerini getirdi:
"İslam dünyasından doların kurbanı olan bazı ülkeler, bu olaylar karşısında hakkı ve hakikati adalet çerçevesi içinde söylemediler. Sonuna kadar kovalayacağız, bırakmak yok; ki adalet yerini bulsun."
Artık şişmiştik… "Boğma" rakıyı boğazımıza dizip bizi sarhoş eden gündemin "boğuculuğundan" sıyrılıp "sanat bize iyi gelecek" dedik ve Moda Sahnesi'nin yolunu tuttuk.
Primis: İnanna/İştar'ın Son Dansı, Dû, İskemle
Primis, dansçı ve müzisyen Serhat Kural'ın üç bölümden oluşan, "İnanna'nın Son Dansı", "Dû" ve "İskemle" bir dans gösterisi.
Serhat "Primis"in yaklaşık sekiz aylık fiziksel, fikirsel ve hareket araştırmaları sonucunda ortaya çıktığını söylüyor.
İnanna/İştar'ın Son Dansı, cins bilinci üzerinde odaklanarak geliştirilmiş ve sahneye aktarılmış. İştar/İnanna, bir Mezopotamya tanrıçası. Aşk tanrıçası olarak tapılsa da, evlilik tanrıçası olmadığından hiçbir zaman bir ana tanrıça olarak görülmemiş. İştar'ın hikayesi üzerinden, toplumların kadın algısını, kadının evlilikten bağımsız düşünülmeyen bir varlık olduğunu ve ancak kuracağı aile ile "kutsallık" mertebesine yükselebileceğini okuyabiliriz. Bugünkü kadın algısının temelini oluşturan bu arketipler, mitsel anlatılar yoluyla nesilden nesile aktarılmış. Cennetin Kraliçesi olarak da anılan, ama aynı zamanda ömrünün bir bölümünü yas tutarak geçirmek zorunda kalan İştar (İnanna)'ın hikayesi ve Serhat'ın geçtiği yas sürecini buluşturan bu bölümde, yasın yükünü sahnede dansçı Destan Taşdan taşıyor. Hem de ne taşıma…
Dû, Serhat'ın "Kutsallığıyla hem doğaya hem de bana kucak açtı, çocukluğumun en canlı hikayesidir" dediği bir ceylanın sesinden esinlenerek yarattığı bir eser. Dû'da, yaşadığı toplumun trajedisini, bir ceylanın ürkekliğinden esinlenerek yaktığı ağıtla taşıyor sahneye.
Gösterinin üçüncü bölümü, yani İskemle dansı, Serhat'ın uzun yıllar birlikte çalıştığı Zeynep Tanbay'ın koreografisiyle sahneye taşınmış. Zeynep Tanbay'ın kendisi Için yarattığı "solo"yu, Serhat adeta kendi bedenine yeniden adapte etmiş.
Eski Mısır, Mezopotamya ve Anadolu'da mevsimlerin döngüsü ve tanrıların yaşamı iç içe geçmiştir. İştar da sonbaharda kaybolan sevgilisi Tammuz'u aramaya koyulur, ilkbaharda Tammuz'u bulur ve onların birleşmesinden her şey yeniden canlanır, çoğalır ve yeşermeye başlardı. Serhat ve Destan'ın dans gösterisinden sonra hissettiğim şey tam da bu oldu. Toplum olarak bu kadar yorulduğumuz bir süreçte kaybettiğim ve özlediğim bir şeyi bulmak gibiydi…Ve dinmeyen alkışlardan anladığım kadarıyla haklıydık: Sanat herkese iyi geliyordu!