16 Mayıs 2014

Ücret masalı

İşsizlerin yanı sıra bundan dolayı bir de çalışan yoksullar sınıfı oluştu. En düşük hayat standardına ulaşmak için her şeye razı bir yeni yoksullar sınıfı

Bilmem hala uyutulabilir mi insanlar, ama anlatılır durur. Eğer etrafta fazla ölüm yoksa tabii. Bu masalın adı “Ücret Masalı”dır.

Soma’da yetersiz işgüvenliği sonucu yaşanan facia bizi bir masalın daha sonuna yaklaştırdı.

Kapitalizmin kendi içinden çıkardığı iktisat teorisine göre, “ücret” işgücü piyasalarını dengeye ulaştırmakla görevlendirilmiştir.  Yani insanların hayatını bağladığı şey olan ücret, serbest salınımında toplumların maksimum refahını sağlamak için en doğru seviyeyi yakalarmış.

Eğer işsizlik yükselirse ücretler düşer, işgücüne olan talep artarmış, ortaya çıkan kar olanaklarını gören yatırımcılar tarafından bu düşük ücretler potada eritilip yeni iş olanaklarına dönüştürülürmüş. İşgücüne olan talep bu yeni yatırımlar yüzünden artar, bu da ücretleri arttırırmış. Böylece ücret ibresi sayesinde toplumun mutluluğu daim olurmuş.

Masaldaki işgücünün, yani ücretin yaratıcısı olan gücün bugün kolu kanadı kırık, çaresiz bir hastalığın pençesinde.

Öte yandan neoklasik iktisadın her derde deva piyasaları, ona egemen olanların yani devletlerin, bankaların ve ellerinde yüklü miktarda servet biriktirmiş olanların faizler ve ücretler üzerinden gerçekleştirdiği rant yaratma arenalarına dönüştü.

Bırakın pazarı dengelemek, insani bir hayatı bile ayakta tutmaktan uzak bir ücretle yaşamaya çalışmak zorunda kalan, hiç bir pazarlık gücü kalmamış çalışan yığınların taraf olamadığı işgücü piyasaları oluştu etrafımızda.

Orta sınıfların toplumsal anafora kapılmamak için verdiği olağanüstü insani mücadelenin yanı sıra, karaya vurmuş işsizler ordusu ve karın tokluğuna yaşayan düşük ücretli insanların cehennemine bir de son yıllarda dünyanın her yanından kapitalist merkezlere yönelen insan akını eklendi.

Küresel bir dünyada batının ezici üstünlüğü karşısında ekonomik ve ekolojik altyapıları telef olmuş Afrika’nın kuzeyinde Avrupa sahillerinin özlemini taşıyan yüzbinlerce iklim ve açlık göçmeni sırasını bekliyor.  

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ise işçi sınıfının önemli bir kısmı, yani emeğinin karşılığında bir lokma ekmek alabilmeyi umut eden insanlar örgütsüzlüğün de getirdiği dehşet dengesinde yaşamaya çalışıyorlar.

Emekle sermaye arasındaki çatışmalar 1980’li yıllara kadar kapitalizmin ve kapitalistlerin kendilerine çeki düzen vermelerini sağlarken, neoliberal kalkınma dönemine girildiğinden beri artık işçi sınıfının kolu kanadı kırık.

Ekonomik gelişme, uluslararası rekabet, yıllar geçtikçe örgütsüzleşen işçiler üzerindeki baskıyı daha da arttırdı. Bu baskı, işgücünün karların düşüş baskısı altında kalan işletmelerin hayatta kalma mücadelesine kurban edildi.

Şimdi toplumun safrası durumuna düşmemek için her koşulda işçi olarak hayata tutunmaya çalışan bir sınıf var. Gitgide azalan ekmek parası bir çok insan için elde kalan tutunacak son dal oldu.

Kapitalizm ilericiydi ya hani, onun çocuğu olan sanayileşme, üretici güçlerin gelişimi ve ekonomik alanların genişlemesi bizi yokluklardan, adaletsizlikten ve sefaletten kurtaracaktı. Bu ütopyadan geriye hiç bir şey kalmadı.

Toplumun kendilerine ihtiyacı kalmadığını enselerinde hisseden insanların hayatta kalma dürtüleri işletmelere olan bağımlılığını ve bu bağımlılık sonucunda daha da fazla taviz vermelerine yol açtı.

İşsizlerin yanı sıra bundan dolayı bir de çalışan yoksullar sınıfı oluştu. En düşük hayat standardına ulaşmak için her şeye razı bir yeni yoksullar sınıfı.

Üretim rasyonelleştikçe adaletsizlik ve sefalet yaygınlaştı derinleşti.

Eğer rasyonelleştirme adı altında gerçekleştirilen maliyet düşürmeler sonucu ortaya çıkan iş cinayetleri madenciliğin fıtratında varsa, demek ki yalnızca işgücü değil ama bunun da ötesinde insan hayatı da rasyonelleştirmenin nesnesi yapılmış demektir.

Şimdi bu sistemin fıtratında ne var ne yok ona bakabiliriz. 

Yazarın Diğer Yazıları

Petrol fiyatları ve ekonomik kriz

Politik güç savaşları ve devletlerin çıkar çatışmaları bizi krizin kıyılarına atıyor

Troyka’ya başkaldırmak

Şişirilen servet ve para piyasaları üzerinden bir ülkenin nasıl iflasın eşiğine getirildiğini gözlemliyoruz

Syriza’nın tanrılarla savaşı

Parayı yönetenler ekonomik ve toplumsal hayatı, işçi haklarından şehirlerde ve köylerde nasıl yaşanacağına kadar herşeyi belirlemeye başladı

"
"