İnsanlar kendi çıkarları için Yunanistan’da Syriza’yı seçtiler, çünkü Syriza’nın karşısındaki tanrıların derdi başka.
2008 krizinden sonra Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası (AMB) ve Uluslararası Para Fonu’ndan oluşan Troyka “ülkeyi kurtarmaya” giriştiğinden bu yana Yunanistan’da devletin dış borcu gelirine oranla yüzde 110’dan yüzde 180 civarına yükseldi. Ulusal gelir, yani ülke içi değer üretimi yüzde 25 oranında geriledi. İşsizlik gençler arasında yüzde 50’ye ulaştı.
IMF ve AMB bu sürede halkın sorunlarını çözmekten çok asıl dertleri olan alacaklıların parasını kurtarmaya çalıştılar. Bu hedeflerine ulaşmada ne kadar başarılı oldukları ve olacakları kuşkulu olmakla birlikte bir şey yeniden kesinleşti. Bu kurumların ve uluslararası finans piyasalarının çıkarları ile Yunan halkının (ve daha nice halkların) çıkarları pek uyumlu değil.
Konu yalnızca Yunan halkı değil, yoksulluk sınırının altında yaşayan 200 milyon Afrikalı ve işlerini hergün kaybetmekten yorulmuş prekaryayı şişirmekte olan Brezilya, Türkiye, Rusya ve benzeri ülkelerin halkları, aynı zamanda pek övülen ülkelerinde karın tokluğuna çalışmak zorunda kalan ve Batı’da yaşayan sınıfdaşlarına ucuz tüketim malları sağlayarak onları “mutlu eden” milyonlarca Çinli de bu hikayenin içindeki insanlardır.
“Normalde” üzerlerine uluslararası finansın pazar mantığı bulaşmış politikacılar aynı masaya oturduklarında alacaklılarını “anlarlar”. Syriza ise çok anlayışsız çıktı. O bugüne kadar alışık olmadığımız bir iktidar örneği sunuyor. Mesela Syriza’nın liderleri ile uluslararası finans kurumları arasında bizim bildiğimiz olağan ve başka ülkelerde çokça rastladığımız bir yakınlık yok. Kalın kafaları uluslararası finans piyasalarının “haklı” taleplerini anlamıyor. “Borçlar tabii ki geri ödenecektir” mantığına henüz gelememişler ve içinde yaşadıkları dünyaya hala alışamadılar. Onların derdi Yunan halkının refahıymış, kimin umurunda?
Kalın kafalı olduklarından alacaklıların isteklerini yerine getirmek için kendilerine “önerilen” olmazsa olmaz ekonomi politikalarını kabul edip uygulamazlar ya da uygulamak istemezler. Finans piyasalarının raconunu hala anlamamışlardır. Zaten Yunanistan’ı Avro bölgesine sokanlar da Syriza’cılar değildir.
Demokrasi ile Troyka arasındaki mücadelede acı olan bir gerçek daha var ki, o da Troyka’nın temsil ettiği piyasaların varlığından beslenen ve onların suç ortağı haline getirilmiş çok sayıda menkul ve gayrimenkul sahibi sermayedar insan var. Yani demokratik çoğunluğun şansı eskisine göre daha düşük.
Çünkü sosyal ve ekonomik alanda meşru olanın ne olduğu konusunda algılarımız çok hırpalandı son 30-40 yıldır. Finans piyasaları dünyanın ahlakını, insanların ekonomik yaklaşımını, köşe dönme stratejilerini belirledi hatta yarattı zaman içinde. Bakış açımız finans piyasalarının egemenliği altına girdi. Seçtiğimiz politikacıların çoğu bize uluslararası yatırımcıların algılarıyla baktılar. Tsipras ise Syriza’nın aykırı yapısı yüzünden Wall Street’te, Londra’da ve Frankfurt’ta yaşayan politikacılar ve servet sahipleri tarafından sistem düşmanı ve at hırsızı gibi algılanıyor.
Kendi ganimetlerini kurtarma telaşındaki uyanık yatırımcılar ve onların temsilcileri Yunanistan’ın özgür bir ülke olduğundan, serbest piyasalardan ve piyasa aktörlerinin kararlarını özgürce verdiklerinden sözediyorlar, köşeye sıkışmış bir halka ‘kendi düşen ağlamaz’ diyorlar.
Oysa kapitalizm yaşadığı her günü piyasaları serbest rekabet koşullarından uzaklaştırmak için kullandı. Piyasalar artık meşruiyeti kendinden menkul “board of directors”ların doğrudan kontrolü altında. Ve onlar yaşadıkları sistemi risksiz bir servet yaratma alanına çevirdiler.
Bugün Yunanistan örneğinde iki farklı meşruiyet algısının çatışmasını izliyoruz. Bir yandan uluslararası ekonomik egemenlik ve onların meşruiyeti, neoliberalizmin ezici başarısıyla, finans piyasalarının elinde duruyor. Merkez Bankaları’nın bağımsızlığının ilan edildiği seksenli yıllarda, aynı zamanda piyasalar üzerindeki egemenliklerinin mührü de basılmış oldu. Parayı yönetenler ekonomik ve toplumsal hayatı, işçi haklarından şehirlerde ve köylerde nasıl yaşanacağına kadar herşeyi belirlemeye başladı. Buna karşın siyasi iktidarların az ya da çok sorumlu oldukları bir kamu var, bu yüzden ciddi bir ikilemle karşı karşıyalar. Ya finans piyasalarında aç kurtlar gibi bekleyen alacaklılarının meşruiyetini ve egemenliğini kabul edecekler, ki çoğunlukla bu senaryo geçerli, ya da gerçekten kendilerini seçen insanların egemenliğini, ki bu da zor olan.
Syriza hiç bir şey yapamazsa eğer, meşruiyetin aslında demokratik bir seçimle gelmiş bir iktidara ait olduğunu, IMF ve AMB gibi kurumların aldığı, halkın hayatını altüst eden teknokratik kararlarının meşru olmadığını hatırlamamıza yardımcı olacak.