30 Haziran 2014

Damping Politikaları Üzerine

Üretimin belli bölgelerde yoğunlaşması işbölümünü ve uzmanlaşmayı arttırmakta bu ise işbölümünün dışında kalanların yıkımı ve aynı zamanda doğanın daha büyük boyutlarda tahribatı demektir

Genel kabule göre gelişmiş ülkelerin ekonomik büyümesi, gelişmekte olan ülkelerin de büyümesinin ana kaynaklarından biridir.

Bunun yanlış olduğunu düşünmek için bir neden yok.

Belki ekonomi biliminin doğasından dolayıdır, bazı gerçeklerin belirtilmesi aynı zamanda başka bazı gerçeklerin saklanması ya da algı dışına itilmiş olmasını getirir. Eğer bilimsellik kaygısı taşınıyorsa, önemli olan saklanan gerçeklerin en aza indirilmesidir. 

Burada saklanan gerçek, gelişmiş kapitalist ülkelerde sağlanan büyümenin hangi gelişmekte olan ülkelere yaradığı, hangilerine yaramadığı ayrımıdır. Sermaye birikiminin gelişme aşamasına bağlı olarak konum değiştiren uluslararası işbölümü ana kampının içinde yer alan ülkeler için doğru bir önerme olsa bile, bunun dışında kalan az gelişmiş ya da kalkınmakta olan ülkeler için diğer ülkelerde gerçekleşen büyüme, onların gelişmesinin önüne yeni engeller dikebilir, hatta kalkınmada geri kalmasına yol açabilir. Örneğin Ortadoğu'nun bir çok ülkesi neoliberal kalkınma döneminde bu işbölümünden yeterli pay alamamışlar, çoğunlukla dışında kalmışlardır.  

Bir ülkenin pastadan aldığı pay artınca diğerinin payı azalır. Buna sıfır toplamlı oyun denir. Bu önerme de gerçeği tam olarak yansıtmaz aslında. Çünkü ortada duran pasta büyüdüğü zaman her iki ülkenin pastadan aldığı mutlak tutar artar. Fakat pasta yeterince hızlı büyümediği zaman payı azalanın mutlak yoksullaşması da kaçınılmaz olur. Bu yüzden büyümek sıfır toplamlı oyunların yıkıcı sonuçlarını bertaraf etmek için zorunluluktur.

Örneğin resmi rakamlara göre neoliberal işbölümünde sağlam bir yer edinmiş olan Doğu Asya ülkelerinde açlık sınırının altındaki insan sayısı 1990-2010 yılları arasında 739 milyondan 563 milyona inerken, Afrika’da 175 milyondan 239 milyona çıkmıştır. (Kaynak)

Bu istatistik Çin'de ve diğer Güney Doğu Asya ülkelerinde işlerin tıkırında olduğunu göstermez. Karın tokluğuna, belki biraz üstünde iş bulabilen insanların açlık sınırının neresinde yaşadıklarını bilmek, yoksulluğun neresinde yaşadıklarına ilişkin bir çıkarsama yapılmasını kolaylaştırmaz.  

Bu felaketin önemli nedenlerinden biri gelişmiş olan ülkelerde tarımsal ürünlere uygulanan damping politikalarıdır.

Avrupa’da çiftçilerin sübvanse edilmesi (maliyetlerin devlet tarafından üstlenilmesi) yoluyla serbest piyasa koşullarında üretim rasyonalitesi kalmamış olan tarım ürünlerinin fiyatları düşük tutulur.

Başlangıçta kendi kendine yeterli bir tarımsal yapıya sahip olmayı hedeflerken, uyguladığı destekler sonucu Avrupa bugün tahıl, et ve süt ürünlerinde dünyanın önde gelen ihracatçılarından biri durumuna yükseldi.

Gelişmiş olan ülkeler damping politikaları ile kendi ürünlerini maliyetin altındaki fiyatlarla iç ve dış piyasalara sürdüğünde kısa vadede rakiplerini pazarın dışına iterek, gelişmekte olan ülkelerin tarımsal ürün pazarlarında son derece yıkıcı bir etki yapmakta, uzun vadede ise oligopol (az sayıda işletmenin egemenliği) benzeri pazar yapılarının oluşmasını sağlayarak fiyatların manipulasyonunu kolaylaştırmakta ya da 2008 yılında dünya gıda borsalarında gözlemlendiği gibi spekülatif artışların zeminini hazırlamaktalar, ister istemez.

Yıllarca uygulanan damping politikaları bütün dünyada tarımsal ürün fiyatlarının önce düşmesini getirirken, buna paralel olarak zaman içinde sübvansiyon kaynakları yetersiz bir çok üçüncü dünya ülkesi yerli üretimi terkedip ithalata gitmek zorunda kaldı. Tarımsal yapıları bozuldu, onarılamaz hasarlar oluştu.

Sübvansiyonun maliyeti uzun vadede, koruma altına alınmış gelişmiş ülke çiftçilerinin dünya pazarlarında ikinci aşamada elde etmiş oldukları avantajlı konumları sayesinde dünyanın geri kalanından aktarılan karlarla, sonuç olarak gene üçüncü dünyanın çiftçi ve köylülerine ödettirilmekte.

Damping politikalarının yıkıcı etkisi yalnızca birincil ürün piyasalarında görülmüyor. Yoğun ve hedefli desteklerle önemli ölçüde konsolidasyona uğramış bir Avrupa tarım sektöründe büyük çiftliklerde yoğunlaşan hayvanların olabilecek en kısa zamanda et ve süt pazarına sürülmesi gereği Avrupa’yı aynı zamanda dünyanın en büyük hayvan yemi ithalatçısı konumuna yükseltti.

Protein açısından yoğun soya bitkisi tarımında, Avrupa’nın ithalatı olan yaklaşık 35 milyon ton hayvan yemi için Almanya büyüklüğünde bir alan bu tür tarıma ayrılmış durumda ve son yıllarda her yıl yaklaşık Konya büyüklüğünde bir alan daha ya başka bir üründen alınarak ya da yağmur ormanlarının kesilmesi ile hayvan yemi tarımına ayrıldı.

İnsanların beslenmesine ayrılması gereken tarım alanları Avrupa’da yaşayan besi hayvanlarının beslenmesine ayrıldığından, bu, bir çok tarımsal ürün fiyat artışının bir diğer nedeni oldu.

Soya üretiminde yaygın olarak başvurulan genetik manipulasyona maruz bırakılan alanlarda yapılan tarım, doğal çeşitliliğin yok edilmesi, tarımsal ilaçların çevreyi kirletmesi ve yağmur ormanlarının kesilmesi pahasına gerçekleştiriliyor.

Dünya Ticaret Örgütü’nün merkezi olan Genf’te damping politikalarına karşı hukuki yardım alabilecekleri bir sürü avukat varken, Afrika’nın tarım üreticileri bu haksızlığa karşı avukat tutabilecek güce sahip değiller. Gelişmiş olanla gelişmekte olan arasındaki uçurum her geçen gün artarken, gelişmişlerin belirlediği dünya gittikçe erişilemez hale geliyor.

Damping politikası, kısa vadede rekabet avantajı, orta ve uzun vadede rakiplerin tasfiyesini hedefler. Kısa vadede fiyatların düşmesi, uzun vadede fiyatların artışı, dolayısıyla damping uygulayabilenin karlarını arttırması ve üçüncü dünyanın sırtından zenginleşmesi demektir.

Üretimin belli bölgelerde yoğunlaşması işbölümünü ve uzmanlaşmayı arttırmakta bu ise işbölümünün dışında kalanların yıkımı ve aynı zamanda doğanın daha büyük boyutlarda tahribatı demektir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Petrol fiyatları ve ekonomik kriz

Politik güç savaşları ve devletlerin çıkar çatışmaları bizi krizin kıyılarına atıyor

Troyka’ya başkaldırmak

Şişirilen servet ve para piyasaları üzerinden bir ülkenin nasıl iflasın eşiğine getirildiğini gözlemliyoruz

Syriza’nın tanrılarla savaşı

Parayı yönetenler ekonomik ve toplumsal hayatı, işçi haklarından şehirlerde ve köylerde nasıl yaşanacağına kadar herşeyi belirlemeye başladı