26 Mayıs 2014

Bazı işler tıkırında

Toplumların refahı, devlet dediğimiz kurumların attığı adımlara geçmişe göre daha da bağımlı hale geldi.

Dengesini bulamayan, mantığını yitirmiş gibi görünen, görünmez elin yerine devletin sürekli ayar vermek zorunda kaldığı, kendi ayakları üzerinde duramayan, başıboş bıraksan alıp başını gitme riski taşıyan ve asıl önemlisi paraya doymayan piyasaların bir köşesinde servetler şişirilirken, diğer köşesinde kalanlar bu şişkinliğin yarattığı anafora direnmeye çalışıyor. 

Politikacılar ve ekonomiye yön verenler piyasaların bu özelliğini çoktan anladılar. Ekonomistler piyasa koşullarında hala serbest salınıma tabi gibi görünen ücretlerin ve fiyatların piyasayı dengeye ulaştıracağı beklentisini taşırken, iktidarda bulunanlar piyasalara ayar veriyorlar ha bire ve burada da aynı şirket yöneticisi gibi davranıyorlar. Devletin ekonomideki rolü yalnızca piyasaları düzenleme işlevinin çok ötesine geçmiş durumda. Toplumların refahı, devlet dediğimiz kurumların attığı adımlara geçmişe göre daha da bağımlı hale geldi.

Devletin ekonomideki rolü yalnızca piyasaları düzenleme işlevinin çok ötesine geçmiş durumda. Doğru zamanda doğru kararları alabilen devletler piyasaların kendi başlarına başaramayacağını başarabiliyor. Erken davranan devletler krizini atlatırken ya da daha hafif geçiştirirken, kendisi ile yoğun ekonomik ilişkilerde bulunan diğer ülkelerin krizini derinleştiriyor.

Örneğin Almanya’da geçtiğimiz on yıl boyunca sendikaların da onay verdiği ortak bir toplumsal uzlaşmaya da dayanarak ücret maliyetlerinin düşürülmesi sağlandı. Adına 2010 ajandası (2010 hedefi de denebilirdi) denen bu politika Almanya için makro ekonomik sonuçları açısından öylesine başarılı oldu ki, 2003 yılından beri uyguladığı tasarruf politikalarının da desteğiyle 2008 krizinden yara almadan hatta çok önemli bir mali ve uluslararası pazar egemenliği avantajı elde ederek çıktı.

Almanya’da uzun yıllardan beri ilk kez denk bütçeli bir kamu yönetimi var ve ücretli işgücü rekor düzeyde. On yıldır ortalama %1’in altında büyüyen ekonominin 2014 yılında %2  oranında büyümesi bekleniyor. Avrupalı ortaklarıyla karşılaştırıldığında neredeyse bir işgücü cenneti olan ülkede işsizlik oranı %7 nin altına düştü.

Almanya 2003 yılından bu yana uyguladığı 2010 ajandası programıyla nasıl Avrupa çapında kendisine paha biçilmez bir rekabet avantajı sağladıysa, bugün iktidardaki yeni hükümet sosyal devlet politikalarına dönerek çağının önünde bir adım daha atıyor. Bu kez gelir dağılımı eşitsizliği kıskacında sıkışmış kapitalist pazarların önünü açmaya çalışacaklar.

Sosyal politikalara yönelik bu dönüş Almanya sosyal demokratların hükümet ortaklığı sayesinde başladı. Eğer yasalaşırsa, emeklilik yaşı bir çok insan için 65’ten 63’e çekilecek, toplumsal çöküşleri önlemek amacıyla asgari ücret uygulaması başlatılacak ve 2015 yılından itibaren bazı istisnalar dışında her çalışan saatte en az 8,5 Avro kazanacak. 

Pazarın dengesizliği ve güvenilmezliğine karşı bir kez daha devlet müdahelesi gündeme geliyor böylece. Almanya 2010 ajandasıyla nasıl bütün Avrupa’yı ters köşeye yatırdıysa bugün de uygulamaya koyacağı gelir dağılımı politikalarıyla diğer ülkelere taş çıkartırcasına ekonomik büyüme hedefliyor.

Bu madalyonun bir yüzü. Madalyonun öbür yüzünde Avrupa’nın kriz ülkeleri var.

Kriz ülkelerine Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Birliği Komisyonu ve Uluslararası Para Fonu’ndan oluşan troyka tarafında Almanya’nın 10 yıl öncesinden başlamış olduğu tasarruf ve ücret politikalarının benzeri dayatılmakta. Piyasalarda yaratılan artı değerin düzeyini korumak için ücret maliyetlerini düşürmeleri bekleniyor.  

Şu ana kadar ortaya çıkan sonuçlar beklentileri karşılamaktan çok uzak.

Yunanistan ve İspanya gibi ülkelerde piyasaları rahatlatmak için uygulamaya konan tasarruf önlemleri bu güne kadar devletlerin mali durumunun düzeltilmesine yaramadı. Genelde Avrupa devletlerinin borçlanması 2009-2013 döneminde dramatik olarak artarken, Yunanistan 2009’da milli geliri düzeyinde bir borçlanmaya sahipken şu an borcunun milli gelire olan oranı %175’e çıktı. Borçlanma düzeyindeki artışları farklı boyutlarda İtalya’da, Portekiz’de’ İrlanda’da, Fransa’da ve İspanya’da da gözlemlemek mümkün. (Kaynak: http:/www.staatsverschuldung.de/ausland.htm)

Tasarruf önlemlerinin işsizliğe çare olmayacağını biliyoruz, fakat dış borca dayalı finansmanı kısa sürede iki katına çıkarmak zorunda kalan Yunanistan’da işsizlik oranı 2009’da %9’dan bugün %27’ye, İspanya’da ise %18’den %26’ya yükseldi. Kısacası borçlanmasını bu denli arttıran ülkelere akan kaynaklar hiç bir biçimde yeni yatırımlara ve iş alanlarına dönüşmedi.

Karl Marx işsiz kitleleri bir zamanlar yedek işgücü ordusu olarak tanımlamıştı. Bu tanımlama işsizlerin de kullanıma hazır bir işgücüne sahip olduğunu varsayar. Oysa bu insanların önemli bir kısmı bugün toplumun kendilerine hiç bir alternatif sunamadığı ihtiyaç fazlası bir işsizler kütlesine dönüştü.

İşgücünün piyasaya uyum sağlayabilmesi çökmüş ekonomilerde artık mümkün değil. O hale geldi ki, bu ülkelerde insanlar işgüçlerini bedavaya bile bıraksalar, bu işgücünü değerlendirebilecek bir ekonomik altyapı son krizle birlikte ortadan kayboldu.

Bir zamanlar başka ülkelerde başarılı olmuş olan ekonomi politikalarının beklenen faydayı yeniden sağlayıp sağlamayacağı uygulandığı ülkeye ve zaman dilimine bağlıdır. Yunanistan ve İspanya gibi ülkeler için bu tren kaçmış gibi görünüyor.

Dünya ekonomisi çok yoğun bir konsolidasyon yaşamakta ve kazananı az olan bir oyunda kaybedenler bir bir ortaya çıkmaya başladı. Güçlü ekonomik bir altyapıya sahip olan bir ülkede yaşayanlar konumlarını az buçuk koruyabilirken, yeni artı değer alanları veya rant yaratma konusunda yetersiz kalan piyasalara maruz kalmış toplumlar çıkışsızlık ve çaresizliğin içine yuvarlanıyorlar. 

Yazarın Diğer Yazıları

Petrol fiyatları ve ekonomik kriz

Politik güç savaşları ve devletlerin çıkar çatışmaları bizi krizin kıyılarına atıyor

Troyka’ya başkaldırmak

Şişirilen servet ve para piyasaları üzerinden bir ülkenin nasıl iflasın eşiğine getirildiğini gözlemliyoruz

Syriza’nın tanrılarla savaşı

Parayı yönetenler ekonomik ve toplumsal hayatı, işçi haklarından şehirlerde ve köylerde nasıl yaşanacağına kadar herşeyi belirlemeye başladı

"
"