03 Haziran 2024

Maarif Modeli’nde sözde çocuk hakları

“Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”nde de çocuğun adı yoktur. Ayrıca okullarda da çocukların kendilerini ifade edebileceği zeminler çok sınırlıdır

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin

Kamu yönetimi ve toplumun gündelik yaşamı içinde insan hak ve özgürlüklerine saygılı bir yaşam sürdürmenin çok çeşitli yolları, kanalları, anları, arayışları, keşifleri, icatları var. Bir yandan yasama, yürütme ve yargının güçler ayrılığı ilkesine göre düzenlenmesi, bu güçler arasında denge ve denetim mekanizmalarının etkin biçimde kurulması ve sivil toplumun, demokratik kitle örgütlerinin özgürce gelişmesi ve güçlenmesi gerekir. Diğer yandan gündelik yaşamın içinde, toplumsal katmanların ve kıvrımların arasında, evde, okulda, işyerinde, sokakta, şehirde insan hak ve özgürlüklerine yönelik etik ve politik bir tavrın geliştirilmesi aynı düzeyde önemli. Bu alanların birbirleri ile kesişim halinde, birbiri ile çok ilişkili olduklarını belirtmek gerekiyor. Yani makro alanlar (molar) kadar mikro politikalar da (moleküler) insan hakları arayışının bir alanı.

Her alanda insan haklarını, çocuk haklarını güç ilişkileri içinde düşünmek gerekiyor. Yaşamın her alanında, öteki insanlara ve doğaya saygı temelinde yapabilirliklerimizi yapmak, güçlerimizi harekete geçirmek hakkımızdır. Gücümüzü/yapabilirliklerimizi yakın ya da uzak iktidarlara devrettiğimizde, hatta tek kişiye devrettiğimizde, bizlerin güçleri tek kişinin hakkı haline gelmiş oluyor. Siyasal iktidarın Gezi Parkı’nı yok etme niyeti vardı, ancak buna itiraz edenler direnerek yapabilirliklerini, güçlerini ortaya koydular. Gezi’de direnenler güçlerini iktidara devretmediler, bu nedenle Gezi Parkı yaşıyor. Öte yandan yurttaşlar, öğretmenler ve öğrenciler olarak konu hakkında yeterince düşünmediğimiz, eylemediğimiz için, bir anlamda gücümüzü iktidara devrettiğimiz için Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile karşı karşıyayız.

Okulda ve evde insan/çocuk haklarının önemi

Nicelik olarak 20 milyona yakın öğrencinin, bir milyon iki yüz bin öğretmen ve eğitim emekçisinin yaşamının önemli bir dilimini geçirdiği okullarda ve üniversite yerleşkelerinde bireysel ve kolektif olarak insan hak ve özgürlüklerine dayalı bir yaşamın nasıl örüleceği konusu oldukça önem kazanıyor. Eğitim alanı makro politikalardan etkilenen tikel bir alan, ancak eğitim alanı da kendi makro politikalarını yaratıyor.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli eğitim programları, iktidar politikalarını makro alandan mikro alanlara taşıyan ve okuldaki gündelik yaşama müdahale eden, kendine benzeyenler yaratan, benzeyenleri sisteme eklemleyen, benzemeye direnenleri dışlayan bir politik pratik belge. Bu haliyle okulun içindeki düşünce ve duygu akışlarına set çekmeye, düşünce ve duyguları iktidar perspektifine doğru kapmaya çalışan, iktidar keyfiyetine göre okulda normlar inşa ederek gündelik hayatı değiştirmeye yönelik belgeler olarak da değerlendirilebilir. Bununla birlikte, biyoiktidarın olduğu her yerde biyopolitik direnç de oluşur.

Dua ile sınavları başarmak!

Milli Eğitim Bakanlığı bir yandan merkezi sınav odaklı eğitim sisteminde, dinsel derslerin sayısını artırarak, sınavda din referanslı soruları çoğaltarak bu derslere öğrencilerin yönelimini sağlıyor diğer yandan da Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum Protokolü ile (ÇEDES) “ÇEDES Yıl Sonu Etkinlikleri” bağlamında LGS sınavı öncesi dinsel etkinliklerle sınavda başarı için moral, motivasyon ve dua etmeyi telkin ediyor.

Ankara/Mamak Kaymakamlığı İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün bir yazısı sosyal medyada paylaşıldı. Yazıda “Mamak Merkez Cami’nde Sabah Namazı Kuran’ı Kerim Tilaveti, Namaz Tesbihat ve Dua ile ‘Ailecek Huzurda Kıvamdayız, Gençler İçin Duadayız” programı düzenlendiği ve okul yönetimlerinden öğrenci ve velileri katılıma teşvik edecek çalışmalar yapmasının istendiği ifade ediliyor. Asıl amaç öğrencileri ve velileri camilere, dinsel alana çekmek. Bunu yaparken, iktidar, okulun dört duvarının dışına çıkıyor, okulu, denetimi sabah namazı saatine doğru genişletiyor, bir norm ortaya koyuyor, çocukların sınav kaygısı ve dinsel duygularını istismar ediyor. Bu uygulamada çocuk hakları yok, biyoiktidarın bir beden politikası var.

Çocukların örgütlenme hakkı

Tersine okullar demokratik olmuş olsalardı, bilim, sanat, spor ve insani gelişim ve güçlenmenin çok çeşitli yolları okullarda yaşama geçiriliyor olsaydı okulundan çıkıp evlerine giden 20 milyon öğrenci etkili bir bilim, sanat, felsefe ve insan hakları eğitiminin dolayımında gündelik yaşamın demokratikleşmesine çok güçlü katkılarda bulunabilirlerdi. Ancak genel kanaate göre, çocukluk geçici bir yaşam evresidir, çocuklar çok çabuk büyürler, çocuklar dersine çalışsın, diplomasını alsın, işe girsin, başını kurtarsın” diye düşünülüyor ve buna göre davranılıyor. Bu yaklaşım ise çocukluk döneminin, yıllara yayılan öğrenme sürecinin, gündelik yaşamı güzelleştirmenin, okuldaki deneyleri zenginleştirmenin arayışını çok azaltıyor.

Ayrıca Türkiye’de çocuklar ve gençler çok güçlü bir gerontokrasinin, yani yetişkin egemenliğinin baskısı altındalar. Kız çocukları bu baskıyı yetişkin erkek egemenliği ile üzerinden iki kat daha fazla hissediyorlar. Bu baskıyı bertaraf etmek için çocukların yan yana gelmesi ve birlikte çalışma yürütmeleri çok önemlidir. Bu ‘çocuksu’ bir düşünce değil, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin[1] 15. Maddesinin 1. Fıkrası “Taraf Devletler, çocuğun dernek kurma ve barış içinde toplanma özgürlüklerine ilişkin haklarını kabul ederler” demektedir, ancak 18 yaşın altındaki çocukların kurmuş olduğu bağımsız dernek yapılanması, bildiğim kadarıyla yok. Bu nedenle “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”nde de çocuğun adı yoktur. Ayrıca okullarda da çocukların kendilerini ifade edebileceği zeminler çok sınırlıdır.

Bilgi ediniminin, öğrenme sürecinin merkezi sınavlarda soru olarak gelebileceği için değil, gündelik yaşamın niteliğini artırmak, onurlu bir yaşam sürdürmek, ötekini anlamak için nasıl kullanılabileceğini önemseyen bir anlayışı zihinsel ve pratik olarak inşa etmemiz gerekir. Eğer 20 milyon öğrencinin velisi çocuklarının öğrenme süreçlerine yaşamın anlamını ve değerini çoğaltmasının, sınav dışı toplumsal parametrelerin gelişmesinin, özgürleşerek güçlenmenin

ve anlamlı gündelik uğraşılar edinmenin yolu olarak yaklaşırlarsa çocuklarına yaralanmamış bir çocukluk bırakabilirler. Yaralanmamış, haklarına değer verilmiş, saygı ve sevgi ile yetiştirilmiş çocukluk anıları anne ve babaların çocuklarına bırakacağı en değerli mirastır.  Murathan Mungan’ın Harita Metod Defteri[1] anı kitabında yazdığı Önsöz’deki cümlelere bakalım:  

“Bir çocuğun kalbinin ne zaman kırıldığını büyükler çoğu kez bilemez, ne kadar derinden kırılmış olduğunu da kendisi... Bunu ‘hissettiği’ şimşek çakımı kısa anlar yaşar belki, ama ‘bilmesi’ yıllar alır. Yalnızca insanlar büyür, yaralar büyümez, yaralar çocuk kalır.”

Anlaşılıyor ki insan hakları ve özgürlüklerinin okulda ve evde bilişsel, duyuşsal ve devinsel karşılığı var. Evde çocuğun eğitim hakkı, çocuğun üstün yararını gözetmek, ev içi dayanışma, görev ve sorumlulukların paylaşımında, ortak alanlarda onlara yer açmak çok önemli! Hem okul hem de ev insan hakları düşüncesi ve pratiğinin somut alanıdır.

Çocukların gördükleri: Üst mahkemelerin kararları tanınmıyor!

İnsan hakları ve özgürlüklerine önce makro alandan bir bakalım. Türkiye’de insandan, doğadan ve emekten yana tavır gösteren medyayı birkaç dakika izlediğinizde, Türkiye’de çok ciddi insan hakları ihlali olduğunu görürüz. Öğretmenlerin bu hak ihlallerini sınıfında konuşmaması mümkün mü? Öte yandan siyasal iktidar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını tanımıyor. Anayasa Mahkemesi kararlarına mahkemelerin bile saygı duymadığına tanıklık ediliyor. Bu durumu gören öğretmenler siyasal iktidara insan haklarından geçer not verebilir mi?

Emekten ve doğadan yana politikalar uygulamak ise başta ekonomik olmak üzere çoklu kriz koşullarında iktidarın aklına bile gelmiyor ve emekçilerin ve emeklilerin ücretleri üzerinden tasarruf önlemleri düşünülüyor. Eğitim emekçileri insan onuruna yaraşır ücret ve sosyal haklar için mücadele edebilir mi? Bu soruların tamamına “evet” diyebiliriz. Deleuze’ün çok etkili ifadesiyle “insan (öğretmen) bildiği şey üzerine değil aradığı şey üzerine ders yapar” mı?[2] Evet, öğretmenler eşitlik, özgürlük ve adaleti aramak üzere ders yapar. Öğretmenler çocukları ve gençleri insan onuruna yaraşır bir yaşam sürebileceği bir ülke için “şimdi ve burada” anlayışıyla yetiştirebilirler mi? Evet, yetiştirebilirler…

Çocukların gördükleri: Küresel endekslerde insan hakları karnemiz zayıflarla dolu!

Ancak insan hakları ihlallerine ilişkin kanıtlar az önce ifade ettiklerimizle sınırlı değil! Uluslararası düzeyde Türkiye’yi görebileceğimiz birkaç endekse bakmak bile iddiamızı

doğruluyor[1]. Son 10 senede ekonomik haklardaki gerileme verilerle ortaya konuluyor. Kişi başına düşen milli gelir sıralamasında Türkiye geriledi. Kişi başına milli gelir 10 sene önce dünya ortalamasından 1500 dolar fazla iken 500 dolar geriye düştü. Emekçilerin milli gelirden aldığı pay üçte birin altına geriledi. Her 1,000 işçiden 728’i eğreti/güvencesiz istihdam koşullarında çalıştırılıyor. Eğreti olmayan, güvenceli istihdam toplam istihdamın sadece yüzde 27,2’sini oluşturuyor (DİSK-AR). Gelir dağılımı daha da bozuldu. En zengin yüzde 20 milli gelirin yüzde 48’ine sahip.[2]

Türkiye, Küresel Yolsuzluk Algısı Endeksine göre son 10 yıldır yolsuzluklarla anılan ülke haline geliyor. Bu endekse göre, 10 yılda puanı 14 puan (50’den 36’ya) ve endeksteki yeri 2017’den bu yana 20 puan (81’den 101’inci sıraya) geriledi. Sosyal Gelişme Endeksi’nde Türkiye’nin puanı 100 üzerinden 68.27. Ülke sosyal gelişme açısından toplam 163 ülke arasında 92. sırada kendine yer bulabiliyor. Ve nihayet Türkiye (2019), çocuk yoksulluğu açısından dünyada sıralanan 41 ülke arasında Güney Afrika ve Kosta Rika’dan sonra en yüksek yoksulluk oranına sahip 3’üncü ülke (% 22, 4) ve OECD ülkeleri arasında 2’nci ülke (Kosta Rika’dan sonra) konumunda.

Dünya Adalet Projesi (WJP) Hukukun Üstünlüğü Endeksine göre (2023) Türkiye 142 ülke arasında 117’nci sırada. Yani adalete erişimde büyük sorunlar var. Kanun Hükmünde Kararnameler ile haksız ve hukuksuz biçimde 130 binin üzerinde kamu emekçisi fişlenerek kamudan ihraç edildiler, adil yargılanma hakkını kullanamadılar ve 8 yıl geçmesine karşın adalete erişemediler. Okullarda bu haksızlığın titreşimleri dolaşıyor.

Türkiye’de insan hak ve özgürlüğü konusunda bu denli büyük sorunlar varken eğitim programlarının “insan hakları ve demokrasi” zeminine göre düzenlenmesi, hak temelli bir programın yaşama geçirilmesi gerekmez mi? Ne yazık ki Maarif Modeli insan hakları ve demokrasi konularını gerçek yaşamda olduğu gibi yok sayıyor.

Sadece 4. sınıfta haftada sadece 2 saat insan hakları dersi!

İlköğretim Kurumlarında, yani İlkokul ve ortaokullarda haftalık ders çizelgesinde “İnsan Hakları, Yurttaşlık ve Demokrasi” dersi sadece 4. Sınıfta ve haftada iki saat veriliyor[3]. İlköğretim kurumlarında yıllık 260 saatlik ders çizelgesinde sadece 4. Sınıfta yalnızca 2 saatlik süre “İnsan Hakları, Yurttaşlık ve Demokrasi” dersine yer verilmiş durumda. Öte yandan Din, Ahlak ve Değer seçmeli ders grubunda yer alan, Kur'an-ı Kerim, Peygamberimizin Hayatı, Temel Dinî Bilgiler, Kültür ve Medeniyetimize Yön Verenler, Ahlak ve Yurttaşlık Eğitimi 5., 6., 7. Ve 8. Sınıflarda seçilmesi halinde dört yıl boyunca haftada 2 saat olarak verilmektedir. 

İnsan Hakları, Yurttaşlık ve Demokrasi dersinin içeriğinin zayıflığı sayfa sayısına da yansıtılmış. Diğer dersler yüzlerce sayfa iken bu ders 4. Sınıf öğretim programı sadece 28 sayfa. İnsan Hakları ve demokrasi kavramları haftalık ders çizelgelerine adeta zorla ve göstermelik konulmuş durumda. İnsan Hakları, Vatandaşlık ve Demokrasi Dersi Öğretim Programı; “Çocuk Olarak Haklarımla Varım”, “Hayatımda Eşitlik ve Adalet”, “Etkin Bir Vatandaşım”, “Hayatımda Demokrasi” öğrenme alanlarından oluşuyor. Bu öğrenme alanları kavramlar olarak da olsa okul yaşamı ve pratiği için de yer almıyorlar. Ders süresi, bu konuları yaşama geçirecek denli yoğun düşünmeyi olanaklı kılmaktan çok uzak.

İlköğretim kurumları haftalık ders çizelgesinde “Din Ahlak ve Değer” seçmeli ders grubunda “Ahlak ve Yurttaşlık Eğitimi dersi var. Bu ders, ortaokul boyunca yani dört yıl haftada 2’şer saat veriliyor. Ancak ahlak ile yurttaşlığın, keyfi norm düzeni ile haklar düzleminde işleyen yurttaşlığın yan yana anılması dersin ilginç ve kurnaz (!) bir yönünü oluşturuyor. Bu dersi bir “felsefe öğretmeni verirse dersi nasıl anlatır?” veya bir “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni derse girdiğinde dersi nasıl işler?” sorularını sormadan edemiyoruz. Seçmeli ders grubu ve dersin adında ahlakın ilkin verilmesi gibi boyutları düşündüğümüzde, dersin din öğretmenlerini istihdam etmek amacına hizmet edeceği düşünülebilir.

Ortaöğretim Kurumları Haftalık Ders Çizelgeleri içinde, “İnsan, Toplum ve Bilim” seçmeli ders grubunda “Demokrasi ve İnsan Hakları” dersi 9. 10. 11. Ve 12. Sınıflarda haftada sadece 1 saat veriliyor. Öğrencilerin yaşı büyüdükçe insan hakları konusu programda azaltılıyor.  Ortaokul programlarında bu ders hiç yer almıyor, lise programlarında ise sadece haftada bir saat olarak yer alıyor. Kalabalık lise sınıflarında, öğretmenin insan hakları ve demokrasi konusunu 40 dakikada nasıl işleyebileceğini birlikte düşünelim. Sadece öğretmen sınıfa girer, selamlar, yoklama alır, dakikalar geçer, sonra öğretmen anlatır, öğrenci dinler; tartışma yok, soru yok! Ders biter! Kısaca insan hakları dersinde çocukların ve öğretmenlerin ifade özgürlüğü yok! Maarif Modelinde pek çok bilim, sanat ve spor dersi için benzer bir durum söz konusu!

Bu ders gruplarının karşılaştırılmasından “hak” temelli etik/politik bir toplum değil, (dini ve piyasa temelli) norm toplumunun inşa edildiğini gösteriyor. Hakların değil, emirler dizgesinin eğitimi veriliyor okullarda. Yapılacaklar, önceden belirlenmiş, çocukların düşünmesine gereksinme yok. Ödül ve ceza, emirler dizgesine göre veriliyor. Ahlâkçı eğitim, sorgu sual olmaksızın kendisine tabi olunmasını istiyor. Deleuze’e göre [1],

“… ahlâk, salt dogmatiktir. Bir mutlak iyi ve bir mutlak kötü belirlenmeksizin, ahlâk da inşa edilemez. Bir ahlâk ortaya çıkarmak için, norm üretmek gerekir. Norm, herkes ve her şey için geçerli olacak evrensel buyruktur. Normda istisnai olan, evrensel olanın, olması gerektiği düşünülenin içinde erir. Tümel olan, tikel olanı soğurur.”

Güçlü bir insan hakları eğitiminin dayanması gereken zemin ahlak değil etiktir, yine Spinoza’da etik her okulda yaşanan gündelik olayları kendi biricikliği içinde anlamayı, öneriler geliştirmeyi ve eylemeyi gerektirir. Okulda öğretmen ve öğrenci her olayda kendisini de anlar, kendini yeniden ve yeniden inşa eder:[1]

“Etikse, ahlâk ile karşılaştırıldığında, ne bir mutlak iyi-kötü belirler, ne de salt keyfî bir temeli vardır. Etik, halihazırda istisnai olan durumu biricikliğinde kavramayı önerir. Onu, ahlâkta olduğu gibi, bir evrensele göre yargılamaktansa, biricikliğinde anlamaya çalışır. Ahlâk, buyurur. Etikse, önerir. Etik, bu anlamıyla, pragmatik olmaktan çok, pratiktir. Kullanışlıdır. Denebilir ki, doğada, Spinozacı anlamıyla, ahlaki bir karşıtlık değil ama etik bir farklılık vardır. Ahlâk, önceden belirlenmiş kuralları her bir kişiye dayatırken; etik, kişilerin kendi tercihlerini ve bu tercihlerin bir optimumunu bulmalarına yardımcı olur. Ahlâk, kişiden ahlâkın içeriğini anlamasını ve uygulamasını isterken; etik, kişinin bizzat kendisini anlamasını ve yaratmasını sağlar.

Sonuç Yerine

Ülkemizde insan hakları ihlalleri devasa boyutlara ulaşmışken ‘Maarif Model’inde eğitim programları içinde insan hakları, demokrasi ve barış konuları eğreti biçimde yer alıyor. Maarif Modeli ile eğitim alanı, ahlaki düzenlemeler, piyasa düzenlemeleri ve katı normlarla çocukların ve gençlerin etkilenme kudretlerine sesleniyor. Tek yönlü, yukarıdan aşağıya çocukları etkileme amacı var. Çocukların gereksinmeleri, arzuları, bir öğün ücretsiz öğle yemeği gibi taleplerinde iktidarın etkilenmesi yok!

Doğada belirlenmiş bir varlığa sahip olan tüm tekil varlıkların, varlığını sürdürmeye ve var olma direnci göstermeye hem güçleri hem de hakları vardır. Bu durumda bizler bir milyonun üzerinde eğitim emekçisinin ve 20 milyon öğrencinin/bedenin sınırsız yapabilme gücünü (potentia) düşünmeliyiz. İnsan olmaktan doğan haklar okulun içinde cesaretle ve sevinçle yaşama geçirilebilir. Çocukların ve genç insanların yaşam gücü tüm öğrenme alanlarında hareket ediyor, yani devinim halinde. Öğrencilerin biyopolitik gücünün, taleplerinin, arzularının, düşlerinin ortak yaşam alanı içinde etki üretmeye başlamasıyla siyasi iktidarın gücü (potestas) eğitim sürecinde pekâlâ talileşebilir, iktidarın toplumsal alandan etkilenmesi sağlanabilir.

Kabul etmeliyiz ki okullar ve üniversiteler iktidar alanları değil, tüm çeşitliliği ile eğitim toplumunun müşterek alanlarıdır. Bu alanlarda yapabilirliklerimiz gücümüzdür, etkin etkilenmeler içinde güçlenerek yapabilirliklerimizi çoğaltmalıyız. Spinoza’dan esinle bizleri edilgenliğe yönlendiren korku, hınç, kibir ve kin gibi kederli duyguları bir yana bırakmalı sevinç, merak, icat üreten etkin etkilenmeler içinde olmalı ve karşılaşmaları örgütlemeliyiz. Pratiğin aklı ve kuramın heyecanı ile okullarda oluş içinde olmalıyız. Yine Spinoza’nın sözünü akılda tutarak “Çocuklukta, ya da genç yaşta kadavra haline geçene mutsuz denir ve tersine, bütün hayat boyunu sağlam bir bedende sağlam bir ruhla geçirebilen kimseye de mutlu denir.”[1] Yaşamdan yana bir öğrenme süreciyle okullarda ve üniversitelerde mutlu insanların yaşamasını dileriz.


[1] https://www.unicef.org/turkiye/%C3%A7ocuk-haklar%C4%B1na-dair-s%C3%B6zle%C5%9Fme, 1.06.2024.

[2] Murathan Mungan. (2016) Harita Method Defteri. Metis Yayınları.

[3] Gilles Deleuze’den Aktaran: François Zourabichvili  (2008 ) Deleuze: Bir Olay Felsefesi.  Çeviren. Aziz Ufuk Kılıç İstanbul: Teoria Dizisi Bağlam

[4] Mustafa Durmuş.  https://t24.com.tr/yazarlar/mustafa-durmus/partili-cumhurbaskanligi-sistemi-altinda-yiten-ekonomik-refahimiz,36856#google_vignette, 1.06.2024

[5] Durmuş, Aynı Çalışma.

[6] https://ttkb.meb.go https://t24.com.tr/yazarlar/mustafa-durmus/organize-suc-orgutlerinin-en-fazla-faaliyet-gosterdigi-14-ulke-arasindayiz,44967v.tr/meb_iys_dosyalar/2023_09/14104730_2023-43_Temel_Egitim_Ylkokul_Ortaokul.pdf, 31.05.2024.

[7] Deleuze, Gilles (Ocak, 2013). Spinoza ve İfade Problemi, İstanbul: Norgunk Yayıncılık, s. 253. Aktaran: Hasan Cem Çal. https://birikimdergisi.com/guncel/9477/spinozanin-iyi-kotu-ayrimi-ve-ahlak-karsisinda-etik, 1.06.2024.

[8] Aynı çalışma.

[9] Spinoza . Etika,  Türkçesi, Hilmi Ziya Ülken. Dördüncü Baskı, Dost Yayınları, s.800.

Nejla Kurul kimdir?

Prof. Dr. Nejla Kurul, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitim Yönetimi ve Planlaması Bölümü'nü 1985'te bitirdi. Aynı üniversitede öğretim üyesi olarak otuz yıl çalıştı. "Küreselleşme ve Üniversiteler", Adnan Gümüş ile birlikte "Bologna Süreci Kime Hizmet Ediyor?", "Eğitim Finansmanı ve çok yazarlı KHK Öyküleri", "Başka Bir Eğitim Hikâyesi Bireyin Gelişimi Toplum ve Doğa Etkileşimi Üzerine Sorgulamalar" kitaplarının yazarı, "Kamusal Eğitim: Eleştirel Yazılar" adlı kitabın yazarı ve editörüdür.

7 Şubat 2017 tarihinde barış imzacısı olması nedeniyle 686 sayılı KHK ile yüzlerce meslektaşı ile birlikte üniversiteden ihraç edildi. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (2020) 11. Olağan Genel Kurulu'nda seçilerek Eğitim Sen Genel Başkanı olarak üç yıl görev yaptı. Halen akademik ve pratik çalışmalarını sivil akademisyen olarak sürdürüyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Şiddet karşıtı, onurlu ve güçlendirici bir yaşam!

Kapitalizm varlığı sürdürmek için sürekli ayrımlar, hiyerarşiler, eşitsizlikler, yeni tahakküm biçimleriyle varlığını sürdürüyor. Yaşamın içinde şiddet çok katmanlı bir biçimde yaşanıyor. Ezilen toplumsal cinsiyetler, çocuklar, ezilen etnik ve dini inanca sahip toplumsal kesimler, muhalif siyasal görüşlere sahip olanlar şiddete daha çok maruz kalıyorlar

Ölüme ve yaşamaya dair

Yaşamdan yana tavra devam etmeli, insanlığa ve yeryüzüne hakaret etmediğimiz bir yaşam uğraşısı vermeliyiz. Güle güle babam, anılarda ve fotoğraflarda, Eskişehir’de yeniden buluşmak üzere

Katliam yasası yürürlükteyken ekolojik bir eğitimden söz etmek mümkün değil! 

Yüzümüzü, sokağa, sokak hayvanlarına çevirmeli ve olası tehlikelerden onları korumalıyız

"
"