Evin içindeki yaşamın niteliği, başta çalışma yaşamı olmak üzere yaşamın tüm boyutlarını etkiler. Evin içinde onurlu, güçlendirici, geliştirici ve sevgi dolu bir yaşam kurulduğunda, bu olumlu ev iklimi, yaşamın diğer alanlarını etkiler. Evin içinde insan onuruna yaraşır, sevinçli bir yaşam sürdürülür. Evin içinde baskı ve şiddet olduğunda, bu olumsuz ilişkiler yaşamın her alanına yayılır. Bu evde, gerçekte kimse mutlu değildir. Anlıyoruz ki hayat parçalı görünse de bütünlük içindedir, yaşamın çeşitli boyutları birbirini kaçınılmaz biçimde etkiler.
Olması gerekeni konuşmak bizlere iyi gelse de ülkemizde kadınların durumuna baktığımızda ev veya aile içinde yaşamların devasa sorunlarla dolu olduğunu gözlemliyoruz. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre Ekim (2024) ayında 48 kadın cinayeti ve 23 şüpheli kadın ölümü oldu. Bu rakamların ortaya koyduğu gerçek yıl olarak hesaplandığında, bilebildiğimiz kadarıyla her yıl 500-600 kadının doğal olmayan nedenlerle yaşamını yitirdiğini gözlemliyoruz. Ev ve aileler içinde bir savaş sürüyor adeta. Yıllar içinde, ekonomik sorunlar derinleştikçe ve ataerkil (erkek egemen) kurumsallaşma güçlendikçe kadına ve çocuklara yönelik şiddet hız kazanıyor. Şiddeti yok etmek için başta erkekler olmak üzere evde, işyerinde, sokakta şiddet karşıtı dönüştürücü davranışları düşünmek ve yaşama geçirmek zorundayız. Kadınlar şiddeti toplumsal bir sorun olarak görüyorlar. Kadın örgütleri ve kişisel düzeyde kadınlar şiddetten korunmak için çok ciddi bir uğraşı veriyorlar. Veriler, şiddeti uygulayanların çok büyük çoğunlukta erkekler olduğunu ortaya koyuyor.
Şiddetin temel nedenleri üzerine
Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sistemik, ekonomik, sosyal, kişisel, kurumsal pek çok nedenleri var. Ancak iki temel neden üzerinde özellikle durmalıyız: (1) Kapitalizmin “herkesin herkese karşı savaşı”nı körükleyen sistemi. (2) Kadını değersizleştiren ataerkil düzen.
Kapitalizm şiddeti nasıl körüklüyor?
Kapitalizmin yarattığı işsizlik, yoksulluk, eşitsizlikler, ayrımlar, savaşlar nedeniyle ortaya çıkan şiddet, milyonlarca insan için şiddetin yaşamın olağan bir parçası olarak görülmesine yol açıyor. “Böyle gelmiş böyle gider” deniliyor. Kapitalizmin felsefi temelleri arasında sıkça başvurulan Thomas Hobbes’un ‘insan insanın kurdudur’ ve ‘herkesin herkesle savaşı’ sözleriyle açıklamaya çalıştığı toplum sözleşmesi, şiddeti zaten kapitalist yaşamın ayrılmaz bir boyutu olarak niteliyor. Oysa ekonomik şiddet tüm insanlık için büyük bir tehdittir. Türkiye’de ve dünyada kadınlar ve erkekler çok büyük bir ekonomik baskılar altındalar ve hayatta kalma mücadelesi veriyorlar. Adını ekonomik şiddet olarak da ifade edebileceğimiz bu sistematik şiddet ayırt etmeksizin kadınlara, erkeklere ve çocuklara, tüm insanlığa büyük acılar vermektedir ve doğayı yok etmektedir.
Kapitalizm varlığı sürdürmek için sürekli ayrımlar, hiyerarşiler, eşitsizlikler, yeni tahakküm biçimleriyle varlığını sürdürüyor. Yaşamın içinde şiddet çok katmanlı bir biçimde yaşanıyor. Ezilen toplumsal cinsiyetler, çocuklar, ezilen etnik ve dini inanca sahip toplumsal kesimler, muhalif siyasal görüşlere sahip olanlar şiddete daha çok maruz kalıyorlar.
Ataerki düzen şiddeti nasıl körüklüyor?
Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin ikinci kaynağını geleneksel erkek egemenliği düzeni oluşturuyor. Erkek egemenliği, ekonomik sistemin ezdiği erkekleri, ataerkil düzen sayesinde, evde “efendi” konumuna yükselterek ve aile kurumunu telafi mekanizması olarak kullanarak bir süre rahatlatır gözüküyor. Ancak şiddet evin içinde devam ediyor. Ataerkil düzen şunu söylüyor erkek doğanlara! “Sistem sizi yoksullukla, işsizlikle, hiyerarşik baskılarla ezse de işten çıkıp eve gittiğinizde, ailenin reisi sizsiniz! Siz kadınlardan ve çocuklardan üstünsünüz! Ev halkının üyeleri sizden sorulur!” Kadınların yaşamını kuşatan böylesi erkek egemen düzen, cinsiyetçi kalıp yargılar, ev içi işleyiş ve mahalle baskısı, işyerindeki yıldırma taktikleri biçiminde mikro alanlardan devletin ideolojik ve zor aygıtlarının tüm uygulamalarına yansıyor.
Kadın olmak, yaygın toplumsal normlara göre, erkeklerden daha zayıf ve daha güçsüz olarak görülmek demek. Bu anlayış, kadınların ve çocukların erkek şiddetine karşı 'doğal olarak' savunmasız ve dolayısıyla erkek korumasına muhtaç kişiler olarak algılanmasına yol açıyor. Kadınların ve kız çocuklarının zayıf/kırılgan ve erkeklerin ise güçlü/koruyan olduğu yönündeki algı, kız çocukları ve kadınları evde, işyerinde ve sokakta daha fazla şiddete maruz bırakıyor. Bu algı ataerkil erkekliklerin merkezinde yer alan eril üstünlük inancını pekiştiriyor.
Çocuğa yönelik şiddetin nedenleri ise daha karmaşık!
Savunmasız ve yetişkinlere göre güçsüz olan çocuğa yönelik şiddet çok katmalı ve kesişimsel, bu yüzden de daha karmaşık. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre (19. Madde) “Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının ya da onlardan yalnızca birinin, yasal vasi veya vasilerinin ya da bakımını üstlenen herhangi bir kişinin yanında iken bedensel veya zihinsel saldırı, şiddet veya suistimale, ihmal ya da ihmalkâr muameleye, ırza geçme dahil her türlü istismar ve kötü muameleye karşı korunması için; yasal, idari, toplumsal, eğitsel bütün önlemleri alırlar.” Ancak devletlerin almadığı önlemler çocuk yoksulluğu ve çocuğa yönelik şiddet olarak sonuçlanıyor. Çocuğa yönelik şiddet, özellikle çocuk cinayetleri konusunda Fikir ve Sanat Atölyesi Derneği Çocuk Hakları Merkezi’nin Türkiye’de Çocuğun Yaşam Hakkı 2023 Raporu’nun girişinde ifade edilen sözler çok anlamlı:
“Ölüm ve çocuk yan yana anılması zor iki sözcük. Bir çocuğun ölmesi “doğal” değildir. Çocuk büyür gelişir, doğal olan budur. “Ölüm” yetişkinliğe aittir. Belki de yaş almışlığa… Oysa Türkiye’de her yıl yüzlerde çocuk önlenebilir sebeplerden dolayı yaşamını kaybediyor.”
Bazı özel hastanelerin yoğun bakım ünitelerindeki yenidoğan bebekleri aylarca tutan, kâr güdüsüyle bebekleri bir ölüm yolculuğuna çıkaran, böylece Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan (SGK) halkın vergilerini çalan çocuğa yönelik ekonomik şiddeti nasıl unuturuz! Yenidoğan bebeklere yönelik bu şiddetin, sağlığın özelleştirilmesiyle, kar güdüsüyle çalışan kimi özel hastanelerin para edinimi terörüyle bağı açıkça ortadadır.
Türkiye’de 8 yaşındaki Narin Güran’ın öldürülmesi ve ölümünün aydınlatılması ile ilgili tartışmalar devam ediyor. Anne, baba, ağabey ve amca tutuklu olarak yargılanıyor ve cinayetin anatomisi henüz açığa çıkmadı. Ancak bu cinayette, ekonomik ve siyasal etkenlerle ilgili sır perdesi bulunuyor, ataerkil kurumsallaşmayı besleyen tarikat ve cemaatlerin köydeki derin etkisi, siyasal, toplumsal, kurumsal ve psikolojik yönlerinin birbirine eklemlendiğini iddia edebiliriz. Narin Güran, toplumsal güç ilişkileri içinde en zayıf halka olarak duruyor. Konu, Türkiye gündemine muhalif medya ve sosyal medya üzerinden taşınmamış olsaydı, Narin Güran’ın varlığından ve de yokluğundan bile haberimiz olmayacaktı.
Türkiye’de çocuk olmaz zor! Çocuk cinayetlerine ilişkin haberler, çocukların güvenliği ile ilgili bir krizin içinde olduğumuzu gözler önüne seriyor. FİSA Çocuk Hakları Merkezi tarafından medya izleme yoluyla elde edilen verilere göre[1] yaz ayları (Haziran, Temmuz, Ağustos) boyunca Türkiye genelinde en az 256 çocuk önlenebilir sebeplerle yaşamını kaybetmiştir. Yaşamını kaybeden çocuklardan en az 79’unun kız; 157’sinin ise oğlan çocuğu olduğu öğrenilirken 20’sinin ise kimlik bilgisine erişilmiştir. 2024 yılının yaz aylarında en fazla çocuk yaşam hakkı ihlalinin yaşandığı iller arasında ilk sırada, en az 22 çocuğun yaşamını kaybettiği Şanlıurfa yer almaktadır. Ardından en az 14 çocuğun yaşamını kaybettiği İstanbul ve Konya gelmektedir.[2]
Geleneksel erkek olma halinden çıkış mümkün mü?
Kız çocuklarına ve kadınlara yönelik şiddet, ataerkil/geleneksel erkekliklere ilişkin düşünceler ve uygulamalar tarafından devam ettiriliyor. Şiddet, çoğunlukla erkeklerce, kadınları ve çocukları genel olarak erkeklerden daha düşük düzeyde ekonomik, siyasi ve sosyal güç konumlarında tutmak için kullanılıyor. Kadınlar bu tür güç iddialarını ortaya koymaya çalıştıklarında genellikle sözlü ve fiziksel olarak saldırıya uğruyorlar.
Kadınlar kendilerini şiddetten korumaya çalışıyorlar, ancak gündelik hayatta şiddetin faili erkekler ne yapmalı? Ataerkil sistem, kadınlar ve kız çocukları kadar genç/güçsüz erkekleri ve oğlan çocuklarını da eziyor. Hükmetme arzusunun ortaya çıkardığı olumsuz duygular, öfke, hınç, kin, kıskançlık çoğunlukla farklı türlerde şiddetle sonuçlanıyor:
Ataerkinin erkekler tarafından dışa vurulmasına önem verdiği tek bir duygu vardır; bu duygu da öfkedir. Gerçek erkek deliye döner. Ne kadar hiddetli ya da yıkıcı olursa olsun, delilikleri doğal görülür, delilikleri ataerkil erkekliğin pozitif bir ifadesidir. Öfke, acısını ya da ruhunun ıstırabını gizlemek isteyen birinin saklanacağı en iyi yerdir[3].
Ancak özellikle ev ve aile, erkeğin üstünlüğü yargısıyla erkeklere ayrıcalık tanıyan telafi mekanizması olarak sistem içinde güçsüz ve ezilen erkekleri kısmen rahatlatsa da sorun çözülmüyor. Üniversiteler ve sivil araştırmacılar, şiddete yol açan geleneksel erkek olma halini araştırıyorlar, bu konuda devasa bir bilgi birikimi var. Bell Hooks’a göre[4] erkekler değişebilir, ataerkil kodlardan, kendini dönüştürerek şiddet faili olmaktan kendini kurtulabilirler.
“Erkeklerin değişmeyi istemedikleri doğru değil; ama değişmekten korktukları doğru. Pek çok erkeğin, ataerkinin onları kendilerini tanımaktan, duygularıyla iletişim halinde olmaktan, sevmekten nasıl alıkoyduğunu gözden geçirmeye bile başlamadığı doğru. Sevmeyi öğrenmek için, erkeklerin hükmetme isteğinden vazgeçebilmeleri gerekiyor. Ölüm yerine yaşamı seçebilmeleri gerekiyor. Değişmeyi istemeleri gerekiyor.”
Kadın düşünür Bell Hooks’a göre şiddeti doğuran geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinden uzaklaşarak erkeklerin kendilerini dönüştürmek için yapabilecekleri çok şey var. Ancak öncelikle şiddetsiz bir yaşam için erkekler hükmetme isteğinden vazgeçmek zorunda!
Geleneksel/ataerkil erkek olmaktan dönüştürücü erkek olma haline!
Kendini dönüştüren erkekler, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini öğrenmiş, fark etmiş, anlamış kısaca bu konuda duyarlık geliştirmiştir. Şiddetle mücadele etmek için erkekler kendilerini hangi yönde ve nasıl dönüştürebilirler? Birleşmiş Milletler Kadın Birimi Yetiştirme Merkezi’nin çalışmaları yol gösteriyor.[5]
- Erkekler birlikte yaşadığı kişilerle, arkadaşları ve meslektaşları ile kendi davranışları üzerine konuşur, düşünür ve eşitsizliğe katkıda bulunan davranışları değiştirmek için çalışırlar. Bunu yaparken erkekler, günlük yaşamlarında kadınlar, kız ve oğlan çocukları ve herkes için eşitlik, onur ve saygı değerlerini desteklemeye yardımcı olabileceklerini kabul ederler.
- Erkekler dönüştürücü erkeklikleri benimseme konusunda destek almak için diğer erkeklerle iletişim kurarlar. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini teşvik eden düşünce ve uygulamalara karşı çıkma konusunda birbirlerine yardımcı olmak için çalışırlar.
- Erkekler ayrıca hayatlarındaki kadınlarla (ev, aile, arkadaşlar ve meslektaşlar) konuşarak onların toplumsal cinsiyet eşitsizliği deneyimleri hakkında daha fazla bilgi edinir ve erkeklerin ataerkil erkekliklere meydan okumak için ne yapmalarını istediklerini belirlerler.
Dönüştürücü erkekler evde, işyerinde ve sokaktayken nasıl düşünebilir ve davranabilirler? Ev ve çocuk bakımıyla ilgili sorumlulukları eşiyle paylaşır. Aile hayatıyla ilgili önemli kararları eşiyle birlikte alırlar. Çocuklarını yetiştirirken cinsiyet kimliğine bakmaksızın herkese saygı duyma ve değer verme konusunda eşiyle ortak hareket eder. Erkekler, işyerinde daha fazla toplumsal cinsiyet eşitliğini teşvik etmek amacıyla davranışlarını değiştirmeleri için birbirlerini zorlar ve destekler. Örneğin, işyerinde genellikle kadınlara bırakılan görevleri paylaşmak, personel toplantılarına eşit katılım sağlamak vb. Sokakta, erkekler kadınlara onurlu ve saygılı davranır ve kadınlara saygısızca davranan diğer erkeklerle yüzleşirler. Cinsel tacize tanık olurlarsa, erkekler bunu durdurmak ve/veya mağdur kadına destek olmak için ellerinden geleni yaparlar.
[1] https://chm.fisa.org.tr/cocugun-yasam-hakki-ihlalleri-haziran-temmuz-agustos-2024-bilgi-notu/
[2] https://chm.fisa.org.tr, 20 Kasım 2024.
[3] Bell Hooks (2018) Değişme İsteği Erkekler, Erkeklik ve Sevgi (Türkçesi Zeynep Kutluata, İstanbul: bgst Yayınları, s.22, 16
[4] Aynı eser, s.22.
[5]https://trainingcentre.unwomen.org/RESOURCES_LIBRARY/Resources_Centre/masculinities%20booklet%20.pdf
Nejla Kurul kimdir?
Prof. Dr. Nejla Kurul, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitim Yönetimi ve Planlaması Bölümü'nü 1985'te bitirdi. Aynı üniversitede öğretim üyesi olarak otuz yıl çalıştı. "Küreselleşme ve Üniversiteler", Adnan Gümüş ile birlikte "Bologna Süreci Kime Hizmet Ediyor?", "Eğitim Finansmanı ve çok yazarlı KHK Öyküleri", "Başka Bir Eğitim Hikâyesi Bireyin Gelişimi Toplum ve Doğa Etkileşimi Üzerine Sorgulamalar" kitaplarının yazarı, "Kamusal Eğitim: Eleştirel Yazılar" adlı kitabın yazarı ve editörüdür.
7 Şubat 2017 tarihinde barış imzacısı olması nedeniyle 686 sayılı KHK ile yüzlerce meslektaşı ile birlikte üniversiteden ihraç edildi. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (2020) 11. Olağan Genel Kurulu'nda seçilerek Eğitim Sen Genel Başkanı olarak üç yıl görev yaptı. Halen akademik ve pratik çalışmalarını sivil akademisyen olarak sürdürüyor.
|