Kültür gündemimizde birinci sıra genellikle yasaklanan konserler, tehdit edilen sanatçılar ve saldırıya uğrayan heykel ya da sergilere aitken, belirli aralıklarla Türkçe de yükseliverir ilk sıralara: AKDTYKTDK, Türkçe Sözlük'ünde ve Yazım Kılavuzu'nda düzenlemeler yapmış ya da yabancı sözcüklere yeni karşılıklar bulmuştur. Ve olaylar başlar.
Son olay bazı yeni imla değişikliklerini de kapsamakla birlikte, asıl çıngar "Türkiyeli" sözcüğünün sözlüğe alınmasıyla koptu. Sözcüğün önce alınıp sonra "gelen tepkiler üzerine" hemen kaldırılıp atılması, hatta müsebbipler hakkında soruşturma açılması şeklinde özetleyebiliriz olan biteni.
Bu türden olaylarda çoğu kez olduğu gibi, haber duyulur duyulmaz BBC Türkçe ve Hürriyet gazetesi muhabirleri telefon edip benim de fikrimi sorarak yanıtımı diğer yanıtlarla birlikte yayımladılar ama, telefon ne de olsa kısıtlı bir ortam, ben derdimi buraya yazayım, daha doğrudan olsun. Zaten mesele daha geniş, hem dil içi hem de "dil dışı" katmanları var, dolayısıyla epeydir birikmiş durumda söyleyeceklerim.
Sondan başlayayım, "dil dışı"ndan. Çünkü orada olup bitenler dil içini de, bilimleri de etkiliyor, hatta belirlemeye kalkıyor ve bu sefer gördüğümüz üzere iş bazen iyice çığırından çıkıyor.
Problemin genel çerçevesini, siyasal kümeler arasındaki kesişme bölgeleri meselesinin oluşturduğu fikrindeyim. Kesişme bölgelerinin çoğu faşizan öğelerle belirleniyor.
Seçimlerden önce bir yazımın konusu ve başlığı şöyleydi: Antifaşist bir ittifak var mı?[1] Yoktu, biliyordum; her şey "Emek ve Özgürlük İttifakı"ndan ibaretti, potansiyel olarak Millet İttifakı da belki, demokrasi için, bir mucizeyle antifaşist ittifakta olabilir umuduyla yazıyordum o yazıyı. Tamam, paçamızı faşizan gidişatlardan hiçbir zaman tam olarak kurtarabilmiş değildik bu ülkede ama, artık hiç değilse faşizme ilişkin bilincin önemini düşünmeye adını koyarak başlayabiliriz diye...
Kimsenin faşizmden herhangi bir derinliğe doğru konuştuğu yoktu gerçekten. Herhalde diyorum, bugünlerde canım ciğerim mizahçıların çok çizdiği üzere artık, kazanın içinde çoktan kaynama noktasındayız, ondandır kavramın kırk yılda bir mevcut iktidara ya da bir iki geleneksel oluşuma "faşist, faşizan vb." demenin ötesinde yer bulamayışı. Kazanın içinde epey küme var, ama birkaçı dışında hepsi kesişen kümeler halinde. Faşizmin söylemini kesişen bölgeler üstleniyorlar, sırayla. İktidar partileri, irili ufaklı muhalifler vb.
Ve işte buyurun, bir de seçkin bireylerin kesişen bölgeleri var. Son dil olayında, Hürriyet muhabirinin yukarıda andığım telefonuna Mülkiye'den sınıf arkadaşım çok ünlü tarihçi İlber Ortaylı da yanıt vermiş. Muhabirin aktardığına göre, "'Türkiyeli' kelimesinin -şimdi çıkarılmış olsa bile- sözlüğe girmesini 'edepsizlik' olarak yorumlarken, 'Ben Türkiyeli değil, Türk'üm" demiş İlber Ortaylı.[2] Umarım kayıtta bir yanlışlık vardır, çünkü İlber Ortaylı bu iki terimin, "Türk" ile "Türkiyeli"nin, birbirini dışlayan türden olmadığını bilmeyecek kadar, ne diyelim, okumamış bir kimse değildir. İlber de benim gibi Türkiyeli Türktür. Yeri gelmedikçe "Türkiyeli" diye eklememiz gerekmez elbette, bunu söylemek bile abes. Ama diyelim uluslararası bir toplantıda herkes var, o zaman İlber'le ben kendimiz için "Türkiyeli Türk", Neşe Yaşın için "Kıbrıslı Türk", Emine Özdamar için herhalde "Almanyalı Türk" vb. deriz. "Almanya Türkü", "Balkan Türkleri", "Irak Türkleri" vb. kullanımlar da vardır. Tümü de, o anki ayırt etme ihtiyacımıza bağlıdır, bağlam meselesidir, dilde her zaman olduğu gibi.
Ama tabii bu feveranlardaki bilimdışılığın altında tarihsel bir dram da yatıyor. İlber ve onunkine benzer tepkileri verenler, bir yandan Galile'lik yaparken bir yandan da anadili açısından komşusu açken tok yatan kimse konumundalar.
Herkesin "Türk" olması işleri kolaylaştıracak bir durum olurdu belki. Gelgelelim, anayasalarımız hazırlanırken yurttaşlara bu konuda rızanız var mı yok mu, ne dersiniz diye soran olmamış, sorulsa da özgür bir ortam olmadığından, verilen karşılık kaale alınmamış. Yüz kere yazmışımdır: Boşuna mı çıktı o kadar isyan? Emperyaller kışkırttı deniliyor. Elbette kışkırtırlar, doğrudur elbette, her zaman kışkırtmışlardır. Ancak, biz kendi içimizde gerekli soruları sormuş ve dostluğumuzu kurmuş olsaydık etkili olabilirler miydi? Sorulsa belki de "olur" diyeceklerdi, "işler kolaylaşacaksa, üstkimlik diyelim, Türküz diyelim, ama biz, sözgelimi Kürdüz, anadilimiz Kürtçe, kültürümüz Kürtçe, biz bunları yaşatmak, geliştirmek isteriz. Bunun yolunu yordamını da hep birlikte bulalım."
Hepimizin çok iyi bildiği üzere böyle yapılmamış. Yapılabilir miydi? Sovyetler yapmıştı. Büyük Rus şovenizmi gelip Stalin eliyle her tür özgürlüğü yok edinceye kadar... Bizde nasıl oldu, şimdi burada anlatmayayım. Kısaca, zora dayalı asimilasyonun ülkesi olduk. Zora dayalı olunca, kazan patlıyor.
Batılılar, rızaya dayalı asimilasyona "entegrasyon" dediler. Bizimkinden bir nebze daha iyi, ama onun "başarısı" da tartışmalı.
İlber, rahatını bozmayanlardandır sevgili Nâzım, "nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa" diye soranlardan değil. Ama hiç değilse "misyoner" türü çamurlar atanlardan da değil. Ne diyelim? Her zamanki gibi, kem söz sahibine aittir diyelim.
İşin faşizm bilinci açısından daha önemli yanı, kümeler arasındaki kesişmelerde yatıyor. "Türkiyeli" sözcüğünü sözlüğe alanlar, özerk olması gerekirken devlet kurumuna dönüştürülmüş olan dil kurumunun mensupları oluyor da, kalkıp bu sözcüğü suç sayıp sözlükten atılmasını isteyenler eski "özerk" kurumun "demokrasi yanlısı" bilinen çalışanları! Şimdi antifaşist cepheye hangisini buyur edeceksiniz? Seçimler boyunca bunu hep yaşadık ve kesişme bölgesi gitgide daha çok büyüdü. "Demokratik" muhalefet, iktidarı Çözüm Süreci fikrini terk etmekle suçlaması gerekirken, benimsemekle suçladı. Faşizm karşıtlığı, tutarlı ve somut bir barış çabasını gerektirir, biz böyle bir çabayı çok kısa bir süre için gördük, o da muhalefetteki kümede değil, iktidardaki kümede! Faşizan fikirlerin savunucularıyla ittifak kurmak konusunda da iki küme birbirini aratmadılar.
Kim giriyor demokratik eğilimlerin kanına? Kim bir fırsatını bulup faşizmin her kümede bir kesişme bölgesi oluşturmasını sağlıyor?
Ve bu arada "Türkiyeli" olayının dilbilimsel boyutu güme gidiyor. Yukarıdaki süreçlerde dil alanının bilimsel özerklikten yoksun bırakılması, çalışmaların ağır ideolojik ve politik baskılar altında tutulması bugün işleri bir sözcüğün sözlüksel macerasının hukuki ve siyasi soruşturma konusu yapılmasına kadar getirdi. Bunda demokrasi bilinci kadar dil bilinci de yokmuş gibi davranılmasının payı var. Dili bir yasaklar dizisiyle yönetmeye kalkanları daha önce de görmüştük biz, askerî darbe dönemlerinde. Kesişen kümelerden birinden, hem de dilci bilinenlerden, sanki "Türk" sözcüğü sözlüklerden silinmiş gibi bir feveran işitilmesi düpedüz çığırından çıkmış bir ruh durumuna işaret. Türkler hem Türkiye'de hem de dünyanın çeşitli yerlerinde var oldukça, sözlüklerden "Türk" sözcüğü de silinmez. Ama "Türkiyeli" diye bir sıfat da silinemez, çünkü o da bir gerçekliğin belirli bağlamlarını göstermekte ve bu nedenle o sözcüğe de yerine göre ihtiyaç duyulmaktadır. Dilbilimsel olan da tam bu verilerdir.
AKDTYKTDK bir tanım hatası ya da eksikliği mi yapmış, bir hararet, bir hararet! Bu nasıl bir üste çıkma güdüsüdür, şaşırtıcı doğrusu. Ve "ben yapmadım şu öncekiler yaptı öğretmenim" diye ortaya atılan çocuklar misali "dilciler"... Bunları da gördük biz sevgili Kaşgarlı.
[1]https://t24.com.tr/yazarlar/necmiye-alpay/antifasist-bir-ittifak-var-mi,39740
[2]https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/fulya-soybas/yeni-turkce-sozluk-tartisma-cikardi-42303021
Necmiye Alpay kimdir?
Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.
1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.
2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi.
Kitapları
- Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)
- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)
- Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)
- Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)
- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)
Çevirileri
- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)
- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)
- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)
- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)
- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)
- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)
- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)
- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)
|