“Liberal” sıfatı “demokrat”ın yerini ne zaman kaptı? Nerede, ne zaman ve neden?
Soruyu sormamın bu seferki vesilesi, değerli bilim insanı Evren Balta’nın 10 Mart tarihli T24’te yayımlanan “Güçsüz bir Batı değil, bambaşka bir Batı: Aşırı sağ ne istiyor?” başlıklı yazısı oldu.
Balta’nın yazısı başka açılardan da önemli olabilir; konumuz açısından, “liberal” sıfatının bir dönüşüm süreci sonunda ulaştığı yeni anlamı ve bu anlamın ABD başta olmak üzere güncel “Batı”da taşıdığı ideolojik ve politik ağırlığı ortaya koymasıyla önemli.
Balta esas olarak, Batı’da son yıllarda yükseldiği konuşulan düşünce sistemini beş adet kavram ve bu kavramların yaratıcısı ya da üstlenicisi olan düşünürler temelinde anlatıyor. “Batı aşırı sağı” diye adlandırdığı bu düşünce sistemi Balta’nın anlatımında bugün “Liberal Batı” ile tam bir karşıtlaşma içindedir...
Kabaca özetlediğim bu şema aklımıza herhalde hemen o iki kanatlı kartalı, yani Cumhuriyetçi Parti ile Demokrat Parti’nin oluşturduğu ABD siyasal sistemini getiriyordur.
Biraz baştan alayım.
ABD, İngiltere’ye karşı bağımsızlık savaşı vererek kuruldu. Çocukken -1950’li yılların sonlarında- bayıla bayıla okuduğumuz “Tom Miks” ve “Teksas” dergilerinin çok sempatik kahramanlarının (Rodi, Konyakçı, Profesör, Çelik Bilek) birer gerilla olduğunun farkında bile değildik elbette. Tarihin sayısız savaşları içinde bir başka savaş gibi bir şeydi oradaki de. Her sayı başka macera!
Türkiye’de de Demokrat Parti’nin kurulup devreye girdiği yıllardı. Bizim gibi, Avrupa dahil dünyanın türlü ülkelerine süt tozu, oyuncak ve kovboy kıyafetleri ile filmlerinin gönderildiği yıllar. İngilizce şarkıların ve şiirlerin moda olduğu.
Bizde partilerin kuruluş tarihi ABD’dekinin tersiydi yalnız: Bizde önce Cumhuriyet (Halk Fırkası> Partisi), sonra Demokrat Parti. Siyasal çizgilerin karmaşıklığı benziyordu gerçi: Tıpkı ABD’deki gibi, biraz –azalan ölçülerde- devrimci, biraz –azalan ölçülerde- muhafazakâr, göstermelik ölçülerde “demokrat”...
ABD’deki siyasi partilerin en eskisi olan Demokrat Parti’nin siyasi çizgisi günümüzde “liberal” sıfatıyla belirtiliyor. Epey karışık, çünkü güç ABD’de ise de, sınıf mücadelesidir, devrimdir, demokrasidir, özgürlüktür, siyasi kültürün bütün bu temel kavramları Avrupa’da doğup kök salmıştır. Her ne kadar, Elia Kazan’ın ünlü “Rıhtımlar Üzerinde”sinde (1954) ve yaşıtım Barbara Kopple’ın o nefis “Harlan County” filminde (1977), anlattığı gibi ABD’nin de bütün gangsterlere rağmen sıkı bir işçi sınıfı olduğu doğruysa da, ne de olsa eski kıta esastır.
1960’lı yıllarda “liberal” sıfatı ve “liberalizm” denen düşünce sistemi bizde hâlâ “laissez faire, laissez passer (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler)” şeklindeki Fransızca formülle anlatılırdı, Mülkiye dahil. “Liberalizm” öncelikle bir iktisadi rejimin adıydı. Ekonomiye kamu müdahalesini sıfıra indirmek isteyen düşünce sistemlerinin ve bunu uygulayan rejimlerin adı. Şampiyonu ise ABD’ydi, yani sosyalist sisteme en uzak olan coğrafya. Orada sağlığın ve eğitimin de piyasanın yasalarına tabi olmasına şaşardık... Şimdi orada “demokrat” sıfatının yerine kararlı bir biçimde “liberal” sıfatı kullanılıyor, çünkü “demokrat” çoktan beri bir partinin üyelerine özgülenmiş durumda. Tıpkı bir zamanlar bizde de olduğu gibi.
Sosyalizmin hizaya getirici etkisi ABD’de zaten yok gibiydi, sonra büsbütün silindi. Eski kıtada ve bizim buralarda da artık ufukta hayal meyal.
“Liberal”e gelince, daha çok da Stalinist sol, bu sıfatı yekten “kapitalizm savunucusu” anlamında kullanma eğiliminde. Özgürlükleri ve insan haklarını savunanlara karşı ısrarla “liboş” sıfatını kullanmaktan çekinmiyorlar.
Kavramla ilgili olarak 2008 sonlarında Necmi Erdoğan’ın bir yazısı etrafında dönen bir tartışma da var.
Bütün bunları başka bir yazıda ele almak üzere Evren Balta’nın yazısına dönerek bitireyim. “Liberal” kavramı bugünün egemen gücü ABD’de eskisinden öylesine farklı bir içerik kazanmış durumda ki, yanı sıra yalnızca “Batı” gibi çoktan mutlaklaşmış bir kavram değil, günümüzün “demokrasi”, “elitizm”, “verimlilik” vb. daha pek çok kilit kavramı da bulanıklaşıyor, yer yer içerik değiştiriyor. İnsanları düşünmekten ve konuşmaktan büsbütün caydırmak istercesine.
Necmiye Alpay kimdir?
Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.
1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.
2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi.
Kitapları
- Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)
- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)
- Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)
- Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)
- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)
Çevirileri
- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.
- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)
- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)
- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)
- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)
- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)
- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)
- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)
- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)
|