Bu yazının başlığı, 'kaybetmenin ölçüsü' de olabilirdi, çünkü işaret etmek istediğim nokta, demokrasilerde seçim sonuçlarının hiçbir zaman yüzde yüz, yani mutlak olamayacağıdır. Tek parti sistemleri dışında –ki onlarda demokrasi unvanı bulunmuyor- seçime katılan adayların çoğulluğu ölçüsünde sonuçlar da farklı yüzdelere bölünür. Daha önemlisi, kazananın değiştiremeyeceği, değiştirmemesi gereken, çünkü adaleti sağlayan temel hak ve özgürlükler ile evrensel ilkelerin varlığıdır. Bu ilkeler anayasalara yazılır ve seçeniyle seçileniyle herkesi bağlar. Demokrasinin ahlâkı ve kırmızı çizgileridir bunlar, halkın elde bir kazanımları ve asgari müşterekleridir. Seçimlerde oyladığımız, bu genel ilkeler ve anayasa değil, uygulamaya yönelik seçeneklerdir; bizi temsil edecek kişilerdir, plan ve programlardır.
Buraya kadar söylediklerim modern siyaset biliminin ve Avrupa Birliği gibi örgütlerin Kopenhag Kriterleri filan gibi kitaplarında yazılan idealler. Biz de lafta, bu idealleri kabul etmiş, hatta adını "Ankara kriterleri" yapmış bir toplum olma iddiasındayız. Gerçekte ise iktidar sahipleri her şeyi lafla örtüyor, siyaseti mutlak kazançlar ve mutlak kaybedişler biçiminde sunuyor, fiilen anayasa dahil bütün hukuku değiştirmiş gibi davranıyor. Tekadam R.T. Erdoğan oyların yalnızca yarısını aldığında bu oy kendisini 'kadir-i mutlak' kılmış gibi davranabiliyor, kendisine her tür karar ve hüküm hakkını vehmediyor ve çevresine de bu duruma boyun eğen "mübarekler" toplayabiliyor. Söylemi elektoralist, uygulamada ise elektoralist bile değil, düpedüz otokrat.
Muhalefetteyken, hatta iktidarının ilk yıllarında o da yukarıdaki demokrasi ideallerini savunur görünmeyi başarmıştı. Gerçi trenden inebileceğini de kaçırmıştı ağzından, nitekim kısa sürede atı aldı ve Üsküdar'ı geçtiğini söyledi.
Buna verilen yanıt "at da bizim Üsküdar da bizim" oldu ama, işin temeli yine pek anlaşılamadı. Daha doğrusu herkes kendi meşrebince anladı. Demokrasinin ölçüleriyle bakarsak, "adam" hukukun dibine kibrit suyu ekmekte olduğunu söylüyordu o sözle. "At" dediği askeriyesi, adliyesi ve maliyesiyle bütün bir devlet teşkilatının esasıydı. Tam da büyük Adalet Yürüyüşü'ne bağlanması gereken bir hâl. Atı alamazsın, alsan da Üsküdar'ı geçemezsin, geçti o günler diye karşılık vermemiz gereken bir herze. Üsküdar biziz. Vakitsiz Üsküdarlıyız.
Son yıllarda oyunu (oylarını) azar azar kaybetti ve tıpkı 2015 Haziran seçimleri gibi 14 Mayıs 2023 seçimlerinin ilk turunu da kazanamadı. Ancak kazanmaya çok yaklaştı. Bu kez "ilk tur" ile "ikinci tur" arasında beş ay değil, yalnızca birkaç gün ve daha deneyimli bir muhalefet var. Halk olarak gözümüzü hemen biraz daha açmamız ve temsilcilere tanıdığımız yetkilerin sınırsız olmayıp dirhemle ve adaletin terazisiyle tartılacağını anlatmanın yollarını bulmak zorundayız. Bir de "85 milyon" aynı dili mi konuşuyoruz, kısaca düşünmeliyiz.
Bu bapta aynı dili konuşmak, Türkçe, Kürtçe ya da Ermenice konuşmak meselesi değil. Birkaç temel kavramın zihinlerdeki karşılığının aynı olmaması meselesi.
Söz konusu kavramlardan ilki, "devlet" ve olanakları. İktidar partisi seçimlerde devletin olanaklarını tepe tepe ve artık gizlemeden, gözümüzün içine baka baka kullanıyor. Bu gerçeği çok tekrar ettik ve çok da doğru söylüyoruz. Ancak, demokrasi açısından bunun en kabul edilemez, en faşizan uygulamalardan biri olduğunu nüfusun yüzde kaçı idrak ediyor acaba?
"Devlet" kavramı bizim toplumumuzda dünya ortalamasının üstünde bir değer taşır. Yerine göre kutsaldır. Kemal Tahir her ne kadar Devlet Ana'ya çalıştıysa da o hep Devlet Baba olagelmiştir. "Allah devletimize zeval vermesin"dir. Aynı zamanda, "devlet malı deniz, yemeyen domuz"dur. Devleti ele geçiren onun olanaklarını kullanmışsa ne vardır bunda? Bal tutan parmağını yalamaz mı? At binenin, kılıç kuşananın değil midir? Sonunda getirip sandığı önümüze koyuyor mu koymuyor mu, sen ona bakacaksın. Devlet kapısında işim zora girerse gidip oy verdiğim milletvekilini bulacak mıyım bulmayacak mıyım? Vergi affı, imar affı, özel af, imdada yetişir evelallah. İktidarın peşinden ayrılmayacaksın. Zaten ötekiler de demiyor mu, yandaşa gitti, yandaşa gitti. Demek devletten yana yandaş olacağız.
Öyle bir yarış ki atlardan biri arpalığı mekân seçmiş, diğeri kuru otla gidiyor. Ve izleyip puan vereceklerin bir kısmı bu durumu normal kabul ediyor... Galip sayılır bu yolda mağlup.
Haksız yere hapsetmek bir devlet terörü değil midir? Şu an gazetecilerden başka, yöneticileri haksız yere hapiste olan bir yasal parti de var, HDP. Hakkında sürüp giden bir kapatma davası olduğu için seçimlere Yeşiller ve Sol Parti olarak katıldı. Bu bir terör örgütü değil. Teröre de şiddete de karşı olduğunu her fırsatta belirtmiş, geleneği olan bir siyasi parti. Çok boyutlu Kürt sorununun çözümünde kilit önemde bir yeri var. Millet İttifakı sorunun TBMM çatısı altında çözüleceğini söylüyor. Bu, Kürt siyasi hareketinde eski eş genel başkan Selahattin Demirtaş başta olmak üzere yasal alanı benimsemiş siyasetçilerin de tavrı ve demokratik çözüm için büyük bir şans. Gelgelelim, ülkenin neredeyse bütün sorunlarını ayrıntılarıyla ele alan Mutabakat Metni'nde Kürt sözcüğü bile geçmiyor. Demokrasinin asgari müşterekleri arasında HDP ile Yeşiller ve Sol Parti'nin yeri yokmuş gibi.
Bir büyük gerçeğin böylesine hasır altı edilmesini medeni cesaret ve bilinç yetmezliğinden başka neyle açıklayabiliriz, bilmek zor. Dünyada mevcut tüm çatışmalı durumlar için her seferinde "sorunun barışçıl yoldan ve müzakere yoluyla çözülmesi"nden dem vuracaksınız, sıra kendi çatışmalı sorunumuza gelince, siyasi hasmınızın yaptığı belki en iyi iş olan Çözüm Süreci adlı girişimi bile kötüleyeceksiniz. Aranızda söz sahibi olan bazıları da iktidar partisinin en demagojik formüllerini tekrarlamayı siyaset belleyecek. Biraz daha empati ustası, biraz daha sağlam demokrat olun lütfen. İkinci turda Kılıçdaroğlu'nun arkasında Emek ve Özgürlük İttifakı dahil, demokrasinin bütün asgari bileşenleri yer alacak. Birbirimize daha çok uzun yıllar ihtiyacımız olacak. Pısırıklar ittifakı olmanın lüzumu yok.
Necmiye Alpay kimdir?
Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.
1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide ‘Türkçe' ve ‘Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.
2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi.
Kitapları
- Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)
- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)
- Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)
- Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)
- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)
Çevirileri
- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)
- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)
- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)
- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)
- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)
- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)
- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)
- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)
|