15 Haziran 2023

İttifaklar ittifakı

Taban sosyal sorunlarda nasıl birlikte hareket ediyorsa ittifaklar da siyasi düzlemde birlikte hareket etmek zorunda. Bu gerçekleşmediği sürece kimse demokrasi mücadelesi demesin

Mayıs 2023 seçimleri fiilen oldu bitti ama, bilinç düzleminde bir netliğe henüz varılamadı. İktidar cenahı açısından böyle olması çok normal, onlar zaten bulanık su balıkçılarıdır, özellikle seçer, hatta imal ederler bulanıklığı.

Demokrasinin ise berraklığa ihtiyacı var. Bu ihtiyaç bütün zamanlar için geçerli ama, önümüzde çok kısa bir süre sonra yerel seçimler yapılacak. İmamoğlu'nu yargılıyorlar, bir şeyler oluyor, demek ki direksiyonu demokrasi yönüne çevirebilmek için şimdi daha da ivedi hale geldi berrak olmak. Önümüze bakabilmek için biraz geriye çekilmemiz gerekiyor. O zaman sormalıyız: Nerede kalmıştık?

Komünistleri götürdükleri zamanlarda kalmıştık aslında. Komünistler diyorsam, lafın gelişi, onlar epeydir götürülmüyor. Şimdilerde en çok Kürtler ve Geziciler götürülüyor. İşte onlar için sesimizi çıkarmadık, rahat dursalardı dedik. AKP 2013-2015 yıllarında Çözüm Süreci diyerek silahlısı dahil Kürt sorununun temsilcileriyle görüşmeler yaptığı sırada da[1], neme lazım dedik, ilgilenmedik.

Sonra Sosyal Demokratları (mv. Enis Berberoğlu'nu) götürdüler, işte o zaman ünlü tarihsel anekdotu hatırlar gibi olduk, hani Alman din adamının "önce komünistleri götürdüler..." diye anlattığı. Aman sakın sıra bize gelmiş olmasın diye büyük kısmımız harekete geçti. Kılıçdaroğlu'nun 2017 tarihli, görkemli Maltepe mitingiyle biten büyük Adalet Yürüyüşü tam o olay üzerinedir. Yürüyüşte Kılıçdaroğlu en öndeydi. CHP'nin parti pankartları yoktu, kimseninki yoktu, tek slogan "Hak Hukuk Adalet"ti, tam gerektiği gibi. "Hepimiz" oradaydık, tıpkı Gezi gibi; diyebilirim ki düşünülebilecek bir antifaşist ittifakın ilk gerçekleşmiş haliydi.

Adı böyle konulmuş değildi tabii. Bilinçlerde de ne derece yer ettiği tartışılır. Yine de bir sezgi söz konusuydu. Belki de "Adalet" sloganı, eylemin de görkemi sayesinde, herhangi bir eksiklik duygusuna yer bırakmıyordu. Bu durumda, Berberoğlu serbest bırakılınca "Adalet" de, haydi AKP'nin adındaki gibi demeyeyim ama, bir dinamo-şiar olarak geri çekildi. Bu gerilemede, iktidardaki kurnaz baskı ustasının, Büyük Yürüyüş'ten bir yıl önceki FETÖ belasını "Allah'ın bir lütfu" olarak birinci sınıf bir bahaneye dönüştürmüş olmasının rolü olmalı: Tutuklamalar bir salgın halinde, kurunun yanında yaşı da yakarak, posta posta devam etti. Bulanıklık son haddine varmıştı.

2018 seçimleri bu ortamda yapıldı. Aynı yılın mayıs ayında oluşan fiili "millet ittifakı" da tıpkı Gezi ve Adalet Yürüyüşü gibi, hissedilen demokrasi ihtiyacının bir göstergesi idiyse de, süreç içinde sola değil sağa açıldı. Uzun vadede daraltıcı bir tavır olarak, açık diyaloğu dışlıyordu. Buna rağmen, susuzun serap görmesi gibi, dışarıdan bakan biz özgürlük yanlılarında bu ittifak için oluşan örtük varsayım şuydu:

Millet İttifakı bir demokrasi ittifakıdır. Adını böyle değil de "Millet İttifakı" (Mİ) koymaları, daha geniş kesimlerin oyunu almaya yönelik bir ifade biçimidir. Giderek Altılı Masa adını alan bu kesim, demokrasi nedir, gidişat ne yöndedir, böyle konuların az çok farkındadırlar.

Bu altı partinin bir yıl kadar çalışarak Mutabakat Metni[2] adını verdikleri iktidar programını yapması, yukarıdaki varsayımı güçlendirdi. Metin, az sayıdaki okur ve ciddi gazeteciler tarafından bir asgari müşterekler programı olarak fena bulunmamıştı.

Gelin görün ki, işin "mevzuat" kısmı böylece geliştirilmiş bir programa dönüşürken, demokrasi hedefiyle seferberlik ölçülerine ulaşılmış, bir "tabandan demokrasi" ağının kurulmasına girişilmiş değildi. Berberoğlu olayında gerçekleşen büyük direniş, aynı ölçülerde haksız biçimde tutuklanan başka mv, belediye başkanı ve siyasetçiler ile Geziciler için kendini göstermedi. Mİ somut durumlarda demokrasi mücadelesi vermek istemiyor, yalnızca söz veriyordu, gelecek için, iktidara gelirsek diyerek. Oysa gerçek bir demokrasi mücadelesi her koşulda ve her adımda kendini gösterebiliyorsa vardır. Aksi halde işte bizdeki gibi faşizan uygulamalar birikir, birikir...

Dışlanan sol, HDP/Yeşil Sol Parti başta olmak üzere beş partinin oluşturduğu ayrı bir ittifak kurmak zorunda kaldı: Emek ve Özgürlük İttifakı. Bu partiler daha çok "radikal demokrasi" ya da sosyalizm denebilecek hedeflerin partileridir ama, mevcut koşullarda bütünsel demokrasi anlayışının hayati bir ihtiyaç olduğu bilinci, basireti ve 2019 seçimlerinin deneyimiyle, 2023 cumhurbaşkanı seçiminde de Mİ adayının desteklenmesini önemli buldular. Böylelikle asgari müştereklere dayalı, bir tür ittifaklar ittifakı oluşmuş gibiydi. Ne yazık ki bu "ittifak" yine "dil ile ikrar" edilmedi, tabana doğru yayılmadı, kalıcı ya da kararlı kılınmadı, bir "çatı"ya kavuşturulmadı. Somutlaştırılabilen tek nokta, ortak aday olarak kaldı. Partiler, yürürlükteki seçim sistemi gereğince, verili coğrafya ve toplumsallık içinde akla en uygun kararları almak için bin bir hesap yapmakla meşgul oldular, ufukları daralmıştı, belki de zaten çok dardı, elektoralizm insanları seçmek ve seçilmekten başka bir şey düşünemez, kapıdaki faşizmi göremez duruma getirmişti. Oysa geniş kesimlerde kabul gören tespite göre, otokrasi ile demokrasi arasındaki bir seçimdi bu. Hatta, cumhuriyetin yüzüncü yılında olmamızın verdiği dönüm noktası duygusunun da etkisiyle, Türkiye için bir tür kimlik seçimi.

Peki, şimdi ne durumdayız, gidişat ne yöne?

Mevcut durumda, zeminini 12 Eylül faşizminin başlattığı Türk-İslam senteziyle belirlenen otokratik iktidar, her istediğini elde edemediyse de, yine ağır basıyor. "İkinci yüzyıl" demekten kaçınıyor, çünkü ilk yüzyılı sırtından atıp Rusya gibi bir emperyal devlete dönüşme çabasına girişiyor. Hakkı hukuku hiçe sayabilen şatafatçı "AKP İslamı" ile, arabasına oturmuş "direksiyon bende ve bu bana yeter" mesajları veren Bahçeli'nin "devlet"çiliği bu. Seçimler onların hegemonyasında yapıldı ve şeklen kazandılar. Ancak bitmedi, çünkü bir yıla kalmadan neredeyse aynı önemdeki yerel seçimler ve belki daha bile önemli olarak, RTE'nin yeni bir bulanıklık yaratarak anons ettiğine göre yeni bir anayasa yapmak istiyorlar, "sivil anayasa".

Bulanıklık yaratan, buradaki "sivil" sıfatıdır. RTE belli ki bütün değişikliklere rağmen bir 12 Eylül ürünü olan mevcut anayasaya karşı bir tür antimilitarist tavır izlenimini uyandırmak istiyor. Amaç herhalde demokrat kesimler dahil herkese hoş görünmektir, çünkü malûm, yeni bir anayasanın kabul edilebilmesi için meclisin ve nüfusun büyük çoğunluğuna ihtiyaç var. Dolayısıyla, direksiyonu tıpkı iktidarının ilk dönemindeki gibi yine demokratları kazanabileceği bir yöne kırmak niyetinde olabilir. Bu olasılığa 9-15 Mayıs tarihli Oksijen gazetesindeki yazısında Ali Yaycıoğlu da değiniyordu. Demokrasi gerekiyorsa onu da biz yaparızcı zihniyet her zaman iktidarda. Şimdiki kurnazlık şahikası karşısında yetersiz kalmak ve faşizmin ne olduğunu unutarak yeni yeni tuzaklara düşmek işten bile değil. Bir daha söyleyelim: Yerel seçimler yaklaşıyor ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı hapis tehdidi altında. HDP'liler zaten yıllardır hapiste. Ve yeni olarak TİP mv. Can Atalay da haksız hukuksuz hapiste... Taban sosyal sorunlarda nasıl birlikte hareket ediyorsa ittifaklar da siyasi düzlemde birlikte hareket etmek zorunda. Bu gerçekleşmediği sürece kimse demokrasi mücadelesi demesin. Ve yankı odalarıyla panik odalarından bıkıldığı bilinsin. Somutluğa, berraklığa ve her koşulda demokrasi inancına ihtiyaç var.


[1]Bkz. Barış Açısını Savunmak, haz. Necmiye Alpay, Hakan Tahmaz, Metis Yay., 2015.

[2] Bu program halen internette duruyor: https://milletittifaki.biz/ [Erişim: 13.06.2023]

Necmiye Alpay kimdir?

Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.

1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide ‘Türkçe' ve ‘Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.

2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. 

Kitapları

- Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)

- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)

- Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)

- Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)

- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)

Çevirileri

- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)

- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)


- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)


- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)


- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)
- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)


- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)


- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)


- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Taşın altında ne var?

Bahçeli’nin el sıkarak başlattığı Öcalan çıkışı AKP Genel Başkanı’nı zorladı. RTE her zorlukta yaptığı gibi önce uzun uzun sustu, sonra Bahçeli’yi “bilge” mevkiine oturtup överek “elini, hatta gövdesini taşın altına koymak” konusunu değerlendirdi. Belli ki her iki siyasetçi de birbirlerinden kopmayı göze alabilecek durumda değildiler

Trump ve Trevor Noah

Küreselleşmenin sıfır numara emperyal boyutunu Rosa Luxemburg ve Lenin anlatmışlardı. Trevor Noah da bir başka yolu hem içeriden hem dışarıdan aydınlatıyor

Ve melezler

Gaël Faye melezmiş. Annesi Ruandalı, babası Fransız. Eh! Gerçi her halinden Afrikalılık bilinci akıyor ama, yine de... Her durumda insana bir Ruandalı görmek iyi geliyor

"
"