Klasik faşizm deneyimlerinin üzerinden geçen süre uzadıkça toplumların bu konudaki bilinci de geçmişin karanlıklarına biraz daha gömülüyor, en azından canlılığını yitiriyor. Antifaşizmin zaten hiçbir zaman yaygın hale gelememiş olduğu bizim gibi toplumlarda büsbütün öyle.
Gerçi bizler, Güney Amerika, güney Avrupa ve Ortadoğu ülkeleri olarak farklı faşizmler yaşadık. Merkezî Avrupa'nın iki savaş arasındaki klasik denilen faşizminden, uzak dalgalar halinde etkilendik. Yine de deneyimlerimizin ve tartışmalarımızın ortak yönleri var.
12 Eylül 1980 askerî darbesinin ardından yaşanan "bu faşizmdir, yok hayır, askerî diktatörlüktür" tartışmasını yaşı yetenler ya da tarih okuyanlar bilecektir. Bugün artık 12 Eylül faşizm değildir diyen kalmadı, askerî diktatörlük denilen rejimler sonuçta klasik faşizm diye anılan İtalya ve Almanya örneklerinin oluşturduğu üstbaşlığın birer çeşitlemesidir şeklindeki anlayış üstün geldi, ancak belirli bir görelileşmeyi de beraberinde getirdi. Bu tür kavramlar ayrıntılarına bakılmadığı sürece yeterince aydınlatıcı olmayabildiği gibi, giderek olur olmaz her veriye 'faşist, faşizan' sıfatı yapıştırılması sonucu, meseleyi önemsizleştirme işlevi bile görebiliyor. Sözgelimi google'da "Erdoğan, faşist" verisini aratırsanız çıkan videolarda göreceksiniz, her mühimmatı yakalayıp gerisin geri fırlatmak taktiğini çok seven R. T. Erdoğan bir süredir yine aynı şeyi yapıyor, muhalefete, Avrupa ülkelerine, herkese, "nazi, faşist" gibi sıfatları yapıştırmaktan çekinmiyor, kendi koalisyon ortakları hariç! Belki onlara da aba altından sopa göstermiş oluyordur böylece, orasını tam bilemiyoruz. Her durumda, faşizmin bileşenleri üzerine bildiklerimizi gözden geçirmek, neyin ne olduğunu ve ne olabileceğini aydınlık tutma çabamıza katkıda bulunabilir, bu arada kendimize de ayna tutabilir.
Sintesi Fascista / Faşist Sentez (1935) Alessandro Bruschetti
"Klasik faşizm" adı verilen rejimlerin ayırt edici özellikleri nelerdi?
Bu özellikleri madde madde sıralamadan önce anılması neredeyse gelenek olmuş bir somut veri, İtalya'nın da Almanya'nın da Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmaları sonucu dayatılan tazminatlar nedeniyle bazı toplum kesimlerinde oluşan ulusal eziklik duygusu ile bunun ardından gelen 1929 iktisadi krizinin yarattığı iflaslar, kitlesel açlık ve yoksullaşma olaylarıdır. Kapitalizmin bu en büyük bunalımı, ideolojik arayışlarla iç içedir. Bir diğer yaşamsal gerçeklik sayılan demokrasi (temel hak ve özgürlükler, denge ve denetleme, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü) ve demokratik birlik konusundaki bilinç yetersizliği konusuna bu köşedeki 27.4.2023 tarihli "Antifaşist ittifak var mı?" başlıklı yazımda değinmiştim.
Özetle, çekirdek Avrupa'da en insanlık dışı rejim olarak tarihe geçen faşizmin yükselişi boyunca öne çıkan özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
1) Militarizm.
Emperyal ülkelerde militarizm, faşizm öncesinden beri önde gelen bir tarihsel ideolojidir. İtalya ve Almanya da bu konuda istisna değillerdi. Murat Belge, Militarist Modernleşme adlı çalışmasında bu özelliğin şampiyonu olarak üç ülkenin üzerinde durur: Almanya, Türkiye ve Japonya.
2) Otoritaryanizm.
Her şeye kadir bir lider. Ruhbilimciler bunu babaya duyulan ihtiyaçla açıklayabilir. Her durumda, güncel otoriteyi üstlenecek ve eskisinin yerini alabilecek biri. İtalya ve Almanya'nın tarihsel babaları belli ve Mussolini ile Hitler, onları unutturacak kadar öne geçiyor, en azından yeterli büyüklükteki bir kitlenin gözünde.
Bizde cumhuriyet boyunca 12 Mart ve 12 Eylül dahil bütün zamanlarda en fazla başvurulan şahsiyet, cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olmuştur. Yakın zamanlara kadar hiçbir güncel şahsiyet onun yanına yaklaşamamıştır. Şimdi yirmi yıldır yükselen bir İslamcı kesim hem kendisine cumhuriyet öncesinden bir parlak tarihsel baba arıyor, hem de güncel otokratın portresini Atatürk'ün önüne geçirmeye çalışıyor. Bu açıdan işi fazlasıyla zor.
3) Teokratik devlet öğeleri.
Kilisenin desteği. Benzer tarihsel destekler. (Bkz. Diyanet'in kılıcı ve zenginlikteki payı.)
4) Tekçilik.
"Ein volk, ein Reich, ein Führer (Tek halk, tek devlet, tek lider). Allah için, bizdeki farklı; işareti bile üç değil, dört parmaklı (ve belki de, tekçiliğin temsili değil, Rabia).
5) Irkçılık ve antisemitizm.
Toplama kampları, imha kampları. Dersim tertelesinde mağaralar. "Otuz Üç Kurşun". Diyarbakır ve Mamak. Roboski. "Her Türk asker doğar." "Bir Türk dünyaya bedeldir." Soydaş politikalar.
6) Cinsiyetçilik.
Hitler'in toplama kamplarına en çok Yahudiler kapatılmakla birlikte, muhalifler ve eşcinseller gibi aynı yazgıya uğratılan başka kategoriler de vardı. O çubuklu elbiselerin yakasına, kapatılma nedeninize dair ayırt edici bir, bazen birkaç kokart takılıyordu.
Faşizmin, kadınları kuluçka makinesi gibi gördüğü çok yazılıp çizilmiştir.
"İslamcı" denilen faşizmlerde ise kadınların kapatılma derecesinin nerelere kadar gittiğini bazı ülkelerden biliyoruz. İran'ı, hele Afganistan'ı tarife hacet yok. IŞID, Boko Haram.
7) Ağır sanayi, ücretsiz emek, yayılmacı politika.
En temelde ise faşizmin iktisadi politikası yatar. Bu politikanın esas olarak ağır sanayi ve silah sanayiine dayandığı, kitlelerin yaygın ve insani ihtiyaçlarından çok, devletlere ve sanayi kollarına yönelik üretim yapan, en yüksek kârları getiren sanayilerin geliştirildiği bilinir. Bu tür sanayilerin demokrasiye ihtiyaçları yoktur. Kamplardaki tutukluların zorunlu, dışarıdaki yoksulların ucuz çalışma rejimlerine tabi tutulması ise cabasıdır.
Yukarıdaki ölçütler tarihsel deneyimlerden süzülmüş olmakla birlikte, bunlara şovenizm, milliyetçilik gibi daha başkaları da eklenebilir. Avrupa'nın demokratları, milliyetçilik sözcüğünü duyduklarında irkilirler, oradan türemiştir çünkü faşist rejimler, kolektif bellekte yeri vardır. Peki, Fransa başta olmak üzere bazı ülkelerin antifaşist mücadeledeki başarıları işgalci Hitler ordularının saldırılarına karşı ulusal direniş motifini içermiyor muydu?
İçeriyordu elbette. Ulusal motifin büyük bir güç kattığında kuşku yok. Ancak, ulusalcı, hele milliyetçi olmak, başka bir şey. İttifaklarının adı Halk Birliği'ydi zaten.
Franco faşizmi, Pinochet faşizmi, Pol Pot faşizmi... Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir.
Ölçütlerden birinin gözümüze çarpması bile dikkatimizi bilemeye yetmelidir, çünkü bu bapta önemli olan gidişattır. Gücün yoğunlaştığı o nokta, bir tehlikenin filizlenmesi anlamına gelebilir. Almanya'da 1 Mayıs İşçi Bayramı Hitler seçimleri aldıktan sonra yasalaşmıştı. Her yerde kazanı yavaş yavaş ısıtmayı iyi biliyorlar gerçekten.
Faşistler için söylüyorum tabii.
Necmiye Alpay kimdir?
Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.
1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.
2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi.
Kitapları
- Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)
- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)
- Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)
- Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)
- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)
Çevirileri
- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.
- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)
- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)
- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)
- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)
- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)
- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)
- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)
- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)
|