15 Ağustos 2024

Enstantaneler

Bu savaş 7 Ekim’de başlamadı. İsrail kuruluşundan bu yana kesintisiz bir yayılmacılık politikasıyla Filistin’i adım adım parçalayıp işgal ederek yüzlerce BM kararını hiçe saymakta tereddüt etmedi ve iş 7 Ekim ile soykırıma kadar vardı. Bu aşamayla yetineceğinin de garantisi yok. İkisi de soykırım kurbanı olan iki halk söz konusu. Biri İbrahimi zamanlardan bu yana her yerde mağdur, şimdi de diğeri, hem de o en eski mağdurun eliyle gadre uğruyor...

Ezidi Soykırımı’nın onuncu yıldönümüdür.

Filistin Soykırımı devam etmektedir.

Adalet mekanizması fena teklemektedir.

Kadınlar “lüks” yerlerde bile saldırı altında.

Kınalı Ada Ku Klux Klan’ı çağrıştırmakta.

Londra’da Müslümanlara karşı Madımak girişimleri.

Bir İstanbul depremi kapıda, depremi fırsata çevirme planları alesta.

5 Ağustos günü bir tür durum tespiti olarak yukarıdaki cümleleri kaydedip bırakmıştım. Ertesi günlerde, her şeyi kapsamaktan uzak bu yedi satırlık saptamadan yalnızca birinde değişiklik oldu: Londra’da Müslümanlara karşı başlamış olan Madımak girişimlerine ertesi günü de devam etme hazırlıklarının duyulması üzerine saldırganlar Londra halkından esaslı ve etkili bir karşılık gördü.

Bana asıl zihin kurcalayıcı gibi görünen ise yine 7 Ağustos 2024 tarihli şu haber oldu:

Japonya’da atom bombası kurbanlarını anmak için Nagazaki Belediyesi’nin düzenleyeceği 9 Ağustos yıldönümü törenlerine İsrail'in davet edilmemesi üzerine, İngiltere ve ABD de törene katılmayacaklarını bildirdiler.

ABD! 1945 yılında Hiroşima bombasıyla 80 bin ve Nagazaki bombasıyla 40 bin kişiyi öldürmüş ve daha binlercesinde nükleer yanıklara yol açmış olan ABD! Ne şımarıklık, ne küstahlık! Şimdiye kadar katılmakla barış kavramından bir şeyler anlıyor göründükleri o anma törenlerine bu sene katılmamak gibi bir tavır göstermeyi seçebildi! Hem de en taze soykırımcı İsrail’in çağrılmadığı gerekçesiyle!

Hiroşima ve Nagazaki soykırım değil miydi? BM “Soykırım Sözleşmesi”nin altı yıl sonra kabul edilmiş olması, suçu işlenmiş olmaktan çıkarmıyor ki! ABD, haydut devlet: hem suçlu hem güçlü!

Ve 13 Ağustos tarihli haberin başlığı: “ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya'dan ‘Gazze'de ateşkes’ çağrısı”. Çağrıdan alıntı: “Kaybedecek daha fazla zaman kalmadı, tüm taraflar sorumluluklarını yerine getirmeli.”

Protestolar karşısında kaçınılmaz hale gelen bu tür yarım ağız açıklamalar soykırımın destekleniyor olduğu gerçeğini değiştirmekten çok uzak.

Nasıl oluyor peki? Bu çağda hâlâ nasıl olabiliyor bu “bırakınız yapsınlar” halleri? How come?

Bir yığın argüman var:

Emperyal Batı’nın Holokost nedeniyle kapıldığı suçluluk duygusundan ötürü İsrail’e haddini bildiremeyişi.

Gazze

Gazze’de temsil gücünü ele geçirmiş olan Hamas’ın da sütten çıkmış ak kaşık olmayışı; Mossad ve CIA desteğiyle FKÖ’ye karşı savaşarak kurulmuş olmasından öte, 7 Ekim saldırısında çoğu sivil olmak üzere 1200 kişiyi öldürmüş ve 250'ye yakın kişiyi rehin alarak Gazze'ye götürmüş olması, yani bu savaşta tek suçlunun Netanyahu olmayışı.

Hamas üstelik İsrail’in her yeri hedef alacağını bile bile camilere, okullara ve hastanelere konuşlanabilmektedir.

Peki ama, Hamas konuşlanıyor diye, camileri, okulları ve hastaneleri hedef almak suç olmaktan çıkıyor mu? Birinin suçu diğerininkini bağışlatır mı?

Üstelik bu savaş 7 Ekim’de başlamadı. İsrail kuruluşundan bu yana kesintisiz bir yayılmacılık politikasıyla Filistin’i adım adım parçalayıp işgal ederek yüzlerce BM kararını hiçe saymakta tereddüt etmedi ve iş 7 Ekim ile soykırıma kadar vardı. Bu aşamayla yetineceğinin de garantisi yok. İkisi de soykırım kurbanı olan iki halk söz konusu. Biri İbrahimi zamanlardan bu yana her yerde mağdur, şimdi de diğeri, hem de o en eski mağdurun eliyle gadre uğruyor...

Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Birleşmiş Milletler tarafından Filistinlilerin temsilcisi olarak tanınalı tam elli yıl oldu. Örgüt, 1974 yılında Arap Birliği, İslam Konferansı Örgütü ve BM tarafından Filistinlilerin tek meşru temsilcisi olarak tanınmıştı.

Barış ve iki devletli çözüm için gerçek bir çaba gösteren ve başarının eşiğine kadar gelen İsrail lideri İshak Rabin’in “faili meçhul” bir cinayetle “etkisiz hale getirilmesi”nin ve Yaser Arafat’ın kuşkulu ölümünün failleri gerçekten bilinmiyor olabilir mi?

İsrail’in askerî yapısının ABD ve Britanya’nın askerî yapısıyla tümleşik olması, diplomatik ve benzeri diğer yapılarının da neredeyse tümleşik hareket etmeye yönelmesi anlamına geliyor. Ve bu, İsrail devletine, milliyetçiliğin en faşizan türünün varabileceğini en çıkarçı şiar olan “Ne pahasına olursa olsun! / À tout prix! / At all costs!” şiarına demir atma olanağını sağlamış durumda.

İsrail devletinin bu noktaya varması, Yahudiliğin üstünlük/ seçilmişlik iddiasının sonu anlamına geliyor. Sizin devletiniz de çoğu devlet gibi kırımcı, çıkarcı ve sıradan. Kavim olarak seçilmişlik iddiaları artık tıpkı diğerleri gibi yerle bir.

Tabii biz dünya halkları olarak, ne Marx’tan vazgeçebiliriz, ne Freud’dan, ne Einstein’dan, ne de aslında Yahudi komşularımızdan. Antisemitizmin lüzumu yok.

Halklar kendilerine ve birbirlerine güvenmeyi, dünya egemenlerine ise hiçbir koşulda güvenmemeyi öğrenmedikleri sürece, ne bizim Kürt sorunumuz çözülür, ne Filistin sorunu, ne de Gazzeler kurtulur.

Necmiye Alpay kimdir?

Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.

1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.

2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. 

Kitapları

Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)

- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)

Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)

Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)

- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)

Çevirileri

Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.

- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)

- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)

- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)

- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)

- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)

- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)

- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Savaşın neresindeyiz?

Savaşın önce gerçekleri öldürdüğü ne kadar doğru olursa olsun, sansürleri aşan hakikatler her zaman var oluyor. Ve işlerinden atılma pahasına hakikatlere yaklaşma cesaretini gösteren barışçılar, her zaman

Bir olay, birkaç sınav

12 Eylül yönetiminin mezalimiyle yollarını döşemiş olduğu Kürt özgürlük hareketi, ‘ülkede bir altkimlik olarak Kürtlükten vazgeçemeyiz, Türklük ancak belirli koşullarda üstkimlik olarak düşünülebilir’ diye bir tavır geliştirir ve bu tavır bir yüzleşme ve yenilenme müzakeresine vesile kılınır...

Çokkültürlülüğün çıkışsızlığı

Çokkültürlülük elle tutulur bir gerçek, çokkültürcülük ise, içeriği değişebilen ve kültüralizmden demokrasinin çeşitli biçimlerine kadar çeşitlenen bir öneri, her barışçıl öneride mutlaka payı olacak bir fikirdir. Sönüp gitmesine herhangi bir biçimde göz yummamalıyız

"
"