19 Aralık 2024

Emperyal eğilim, sosyal eğilim

Devrimler yenilenmedikçe sosyalliğini kaybedip emperyalizme yem oluyor. Hem dışarıdan içeriye, hem de –artık- içeriden dışarıya yönelen emperyal eğilimlere yem... olmaya, sosyalliğimizi bozuk para gibi harcamaya yazgılı mıyız?

Geçen yüzyılın en önemli derslerinden biri şu oldu: Yoksulun yoksulu olmaktan kurtulmaya yaklaşan bir ülkenin önünde iki yol vardır: emperyal eğilim ve sosyal eğilim. Yüzyılın tarihi aslında bu iki eğilim arasındaki mücadelelerin tarihidir diyebiliriz. Belirli uğraklarda bu eğilimlerden biri ya da diğeri, kısmen ya da tamamen, belirli biçimler alarak egemen hale geliyor.

Çelişki şurada ki, sosyal eğilim daha çok emperyal olanaklar edinmiş ülkelerin dış kenarlarında, İsveç, Norveç, Danimarka, Hollanda, Britanya, İzlanda gibi denizci ülkelerin toplumlarında gelişiyor. Onlarınki okyanus denizciliği; uzak ülkeler, fetihçi uzak deniz sömürgeciliği. ABD sonuçta Britanya’nın kulağını geçmiş bir boynuzu değil midir? Kıtayı İspanyollar “keşfediyor” ama, dünyayı ABD’ye kaptırıyor ya da görünürde terk ediyor.

Emperyalliğin bir de daha karasal olanları var ki bunlar içselleştirilmiş bir militarizm çerçevesinde gelişiyor. Türkler, Almanlar ve Ruslar gibi. Okyanus kıyısındaki Japonlar Çin’in burnunun dibinde ve atom bombasının altında kalmasalar belki daha emperyal olmanın yolunu bulurlardı. Türkiye’de yaşamaya başlamış bir Japon olarak Nagiko Nakagawa’nın Kasım-Aralık 2024 tarihli Bayan Yanı dergisindeki “Kızım Sen Ne Zaman Eşarp Takmaya Başlayacaksın?” başlıklı yazısı bu açıdan ufuk açıcı. Bir toplumda biz kadınların varoluş deneyimleri bazen o toplum konusunda rakamlardan daha hakiki fikirler verebiliyor.

Coğrafya kaderdir demeyelim de, ne tür bir emperyal ya da sosyal olacağınızda tarihinizin yanı sıra coğrafyanızın da rolü vardır diyelim. Rusya öncülüğündeki sosyalizm hızla militarizmin renklerine büründüyse bunda çarlık döneminin olduğu kadar, içe dönük coğrafyasının da payı yok mudur? Son yıllarda Türkiye’nin “sınır güvenliği” kavramını sınır ötesine taşıması, Sovyetler’in uygulamaya çalıştığı çeper politikasını hatırlatmıyor mu? Gerçi iktidar canım Afrika’nın sağına sonuna da el atmadan edemiyor, bizim Fransa’dan neyimiz eksik?

Almanya iki dünya savaşı arasında bir kara emperyaline dönüşme çabası içinde militarizmin en canavar hallerine düşmüştü, hem de felsefenin, Kant’ın Marx’ın, Hegel’in ülkesi olduğu halde. Ama belki Willy Brandt’ın şahsında bir tür sosyallik dengesine kavuşmasında da bütün o deneyimlerin rolü vardır. Onlar derin birer devrim ülkesi, Almanya ve Fransa.

Gerçi Rusya ile bizim devrimlerimizin de altı o kadar boş değildir ama, tutunamayan devrimlere örneğiz biz daha çok.

Küba, ABD heyulasının burnunun dibinde hâlâ hayatta kalma çabasında. Biz onun kadar küçük değiliz ama, ayı olmadığımız da doğru. Tanrı bizi büyüyerek kurtulma çabasından korusun. Gelmiş geçmiş en büyük yerli ve millî devrimcimiz Atatürk, her ne kadar devlet örgütünün bütün hücrelerinden sökülüp atıldıysa da, küllerinden yeniden doğacak politikalara esin kaynağı olabiliyor. Bugünlerde en sık alıntılanan sözünün “Yurtta sulh, cihanda sulh” olması boşuna değil. Bu açıdan, Sinan Meydan’ın dünkü Cumhuriyet’te yayımlanan yazısı kayda değer.

Devrimler yenilenmedikçe sosyalliğini kaybedip emperyalizme yem oluyor. Hem dışarıdan içeriye, hem de –artık- içeriden dışarıya yönelen emperyal eğilimlere yem... olmaya, sosyalliğimizi bozuk para gibi harcamaya yazgılı mıyız?

Necmiye Alpay kimdir?

Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.

1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.

2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. 

Kitapları

Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)

- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)

Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)

Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)

- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)

Çevirileri

Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.

- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)

- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)

- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)

- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)

- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)

- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)

- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

 

Yazarın Diğer Yazıları

IŞİD’in D’si, SMO’nun M’si    

Suriye’de Halep-Hama-Humus-Şam hattı boyunca güle oynaya ilerleyen 2017 doğumlu HTŞ’nin “mücadele”si de bir “tuhaf savaş” değil mi sizce de? 

Ayna ne gösteriyor?

Oya Baydar’ın yeni romanı öncellerinden, iki başkişisinden birinin kadın ve hekim olmasıyla ayırt ediliyor: Hayat veren ve hayatı koruyan olarak kadın başkişi. Güçlü bir kadın, zorlayıcı bir aşk

Faşizmin kapıları çaldığı bir çağ

Mamak Cezaevi bir işkencehane olarak Diyarbakır’ın ardından ikinci geliyordu ama, kimse bize test uygulamaya ya da iğne yapmaya kalkışmamıştı. Peki böyle olması 12 Eylül’ün faşist bir rejim olmadığı ya da faşizmin Mamak’a uğramadığı anlamına mı gelir?

"
"