27 Haziran 2024

Duvara yine silah asılı

Adalet artık işle(ye)miyor, savcılar da sürgünde. Yasalara uyan yok. Suç tepeden tırnağa birikti ve birikiyor

Hüda Kaya nihayet serbest bırakılmış. Kaygı yükümüzde biraz da olsa hafifleme. Ama cezaevleri hâlâ siyasi tutuklu dolu. Ve toplumsal atmosferimizde şiddet kol geziyor.

Anıt Sayaç’ı saymıyoruz bazen. Ama o sayıyor, tıpkı bir saat gibi durmamacasına çalışıyor. 2008’den beri, yıl yıl, ay ay.

“Duvarda asılı bir silah varsa o silah bir sonraki sahnede patlayacak demektir.” Gerçi siz bu sözü sanat (galiba tiyatro) yapıtları için söylemiştiniz sevgili Çehov, ama bizim buralarda olup bitenler de fena halde aynı sözü çağrıştırıyor: Ortalık yine silah-mermi teşhirleri, tehditler, hedef göstermeler, saldırılar, öldüresiye darp ve cinayet olaylarıyla dolu. Adalet artık işle(ye)miyor, savcılar da sürgünde. Yasalara uyan yok. Suç tepeden tırnağa birikti ve birikiyor.

“Siyasette tabancaya karşıyım!” 

Meseleyi bilmeyene hayli naif gibi gelebilen bu söz, Emre Kongar Hoca’nın bir yazısının başlığı. Yazının içeriğinde ise hepimizin bildiği çarpıcı gerçekler var: Bir cinayetler listesi olarak “faili meçhul”ler!

Ancak, benzer konulu yazılarda genellikle görüldüğü üzere Kongar Hoca’nın analizinde de arayıp bulamadığım boyut, süreç boyunca militarizmin oynadığı rol oluyor. Ülkedeki siyasi psikoloji açısından süreklilik göstermesine karşın bilinç ya da anlatım düzleminde pek az rastlanan, belirleyici bir öğedir oysa militarizm. Şiddet sarmalına son verip demokrasinin üstün gelmesini çok zorlaştıran, yerleşik bir ideolojik bileşen.

“1961 Anayasası ülkeye tam bir Demokratik Rejim getirdi” diyor Kongar Hoca.

1961 Anayasası, tam değilse bile, bizim tarihimize göre hayli demokratikti gerçekten. Türkiye İşçi Partisi o sayede kurulabilmiş ve Türkiye’nin 68’i o iklimde oluşabilmişti. Komünizm hâlâ yasaktı ama, Marx, Lenin, Nâzım gibi yazarların kitapları azar azar, eksik gedik yayımlanmaya o iklim sayesinde başlıyordu.

Gelgelelim, söz konusu “Demokratik Rejim” “tam” olmadığı gibi, “getiriliş” tarzı da “demokratik” değildi aslında. Siyaset bilimindeki Latince adıyla söylersek, manu militari getirilmişti o rejim, yani “asker eliyle!” Ortalıkta herhangi bir savaş ya da devrim olmadığı halde asker eliyle...

27 Mayıs ile 12 Mart ve 12 Eylül askerî müdahalelerinin ortak yanıdır bu. Ve ne de olsa cumhuriyet devriminin öznesi olduğu, halkın desteğini arkasına almayı (“kuvayımilliye” olmayı) başardığı için de askeriye, güçlü ve meşruluğu ölçüsünde kolay bir tutamaktır; çok yakın tarihlere kadar CHP çizgisinin de açıkça söylemeksizin her bunalım döneminde imdada yetişeceği umudunu için için beslediği güç olmuştur. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” Buradaki “asker” ne kadar mecazi olursa olsun, militarist ruhun temel maddi öğesidir. Hiç değilse olağan koşullarda yurttaşları olmak neyimize yetmiyor, neden her durumu “olağanüstü” saymak işimize geliyor, bir düşünmek lazım...

27 Mayıs’ta demokrasiden yana gibi gözükmeyi başaran “militari”den, emperyallerin “our boys” dedikleri hallere kadar giden (inen) yol hiç uzun değildi. O yolun iki yanında tezahürat yapanlara, özgürlükler için mücadele vermek yerine darbelerin ve vesayetlerin kolaycılığıyla yan tutan kesimlere “demokrasi güçleri” diyebildik mi hiç? Dediysek bile, derinlemesine düşünmüş olarak mı dedik?

Evet, yol kısaydı, farkına bile varılmadı.

Şimdi militarizm artık devletin ve hukukun dışına da dal budak sardı. Şu anlamda ki, şiddet tekeli devlete ait olmaktan çıktı, çıkarıldı.

Duvara yine silah asılı ve iktidar mensupları o silahların önünde farklı mensubiyetlere paravan işlevi görmekten çekinmeyebiliyor. Murathan Mungan’ın 995 km. adlı romanının önemli bir başarısı da işte bu gerçekliği gösterebilmesinde yatıyor.

Kısacası şiddet baş role oynuyor. Yoksa “baş rolü” mü demeliyim? Cezalandırılmamış her suçun, katliam suçları dahil, daha büyüğünün yolunu döşediği fazlasıyla açık; günlerimiz, her biri bir başka insanlık suçu oluşturan cinayetlerin ve katliamların milim ilerlemeyen dava haberleriyle dolu:

Ben bu satırları yazarken, yani 26 Haziran Çarşamba günü, 10 Ekim 2015 Ankara Gar Katliamı’nın son denilen duruşması görülüyor. Sanık IŞİD’lilerden on altı kişinin hâlâ firarda olduğu anlaşılıyor. Mitingle ilgili olarak kamu görevlilerine düşen sorumlulukların yerine getirilmemiş olduğu bilgileri, yine dikkate alınmamış vd.

Yarın (28 Haziran 2024 Cuma) saat 14.00’te İstanbul Çağlayan’da Pınar Selek, dört kez beraat ettiği davadan bir kez daha “yargılanacak.”

1 Temmuz’da devlet dışı militarizm açısından çok belirleyici bir siyasi cinayetin, Sinan Ateş cinayetinin duruşması var.

2 Temmuz, Ah, 2 Temmuz, Sivas’ın sönmeyen yangını.

Büyük kurban Gazze’de kayıp durumdaki çocuk sayısının 21 bine yaklaştığı bilgisini de eklemeden bitiremem...

Duvarda yine silah asılı. Bu silahın boş olma garantisi yok. Ve panzehir, zehirleyenin elinden alınmayı bekliyor.

Özgür Özel’in “normalleşme” şiarıyla ve Rıza Türmen Hoca’nın “sokak siyaseti” kavramıyla anlatmaya çalıştığı çizgi bu açıdan da yol gösterici. Ancak, mutlak surette ve hızla geliştirilmesi gerekiyor.

Necmiye Alpay kimdir?

Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.

1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.

2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. 

Kitapları

Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)

- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)

Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)

Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)

- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)

Çevirileri

Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.

- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)

- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)

- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)

- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)

- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)

- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)

- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

Yazarın Diğer Yazıları

Chomsky ve Lacan

Chomsky Lacan’ın herkesle dalga geçen bir kendini beğenmiş olduğu fikrine -bir kez daha- kapılıyor ve düpedüz gayriciddi buluyor onu

Netlik kazanan “normalleşme”

Özel, bazıları “yumuşama” dese de kendisinin kararlı bir içerikle tanımladığı “normalleşme” adını verdiği sürecin geçen şu iki ayında nelerin gerçekleşmiş olup nelerin olmadığını bir bir gözden geçiriyor ve gerçekleşmiş olarak yalnızca siyasiler arası görüşmelerde medeni ve geleneksel asgari insan ilişkilerinin yerine getirilmesi ile, hapisteki yaşlı generallerin tahliye edilmesi gibi tekil bir insani gelişmeyi sayıyor

Dilden dile geçerken değişenler

Dikkat çekmek istediğim bir nokta, "ajan" sözcüğü dilden dile geçerken doğan anlam bulanıklığı oldu. Bu sözcüğün bir süre daha etkili olmaya aday bir anlam kayması sorunu var. Başlı başına cerbezeli bir sözcük olması da önemini artırıyor