25 Temmuz 2024

Bir yüzleşme alegorisi: Arafta Düet

Roman bir taraftan bizim demokrasi ve Kürt sorunumuzu dile dökmek için esaslı bir dolayım sağlıyor, diğer yandan dünyanın benzer çatışmalı deneyimlerinde tarafların konumlanışını ve deneyimlerini de çağrıştırarak oraya doğru açılıyor

Belki söyleyen olmuştur: Selahattin Demirtaş ile Yiğit Bener'in eşyazarı olduğu Arafta Düet eşsiz bir alegorik roman.

Romanı okumuş olduğunuzu sanmıyorum sevgili Fredric Jameson, henüz çok yeni ve Türkçe dışındaki dillere çevrilmiş değil. Yine de haberdar olduysanız, deyimi bağışlayınız, ellerinizi ovuşturmanız olasıdır, çünkü roman kaçınılmaz bir biçimde sizin ünlü tezinizi akla getiriyor, hani Üçüncü Dünya edebiyatının ille de ulusal alegori içerdiğine ilişkin o çok tartışılan tezinizi. Mutlak bir hakikat gibi anlaşılmamak kaydıyla belirli bir karşılığı da olabilen ünlü tez.

Şu var ki Arafta Düet, "ulusallık" açısından da arafta aslında. Diyebilirim ki bu iki yazarlı roman sanki sizin tezinizin üstüne gidercesine, yer yer didaktik görünmek pahasına açık bir niyetle alegori tekniğine başvurarak yazılmış gibi.

Birkaç yıl önce Barış Vakfı'nın bir çalıştayında "metin stratejileri" çerçevesinde edebiyatın araçsallaştırılması tartışılırken barış aktivisti bir arkadaşımız "araçsallaştırmak demeyelim de, bir olanak olarak değerlendirmek diyelim" diyerek, düşünmemizi kolaylaştırmıştı. Kendisine buradan sağlık diliyorum.

"Alegori" terimine Türkçe karşılık olarak bir ara "yerinel" önerilmişti ama, en önemli tartışmalarda sözcük olarak hep "alegori" kullanıldı, sonuçta "yerinel" tutmadı. Osmanlıcada "temsil istiaresi" denmiş, "istiare-i temsiliye". Dilbilimin terimleriyle söylersek, bir gösteren yoluyla iki ya da daha fazla gösterilen yaratılması diyebiliriz.

Arafta Düet, işkenceci geçmişi olan bir emekli general ile onun yaşıtı olan, işkence görmüş bir avukatın, neredeyse bütün insani yönlerinin ortaya dökülmesine elveren koşullarda karşılaşıp az çok uzun bir süreç içinde yüzleşmeye başlamalarını anlatıyor. Biz bu yüzleşmenin öyküsünü bireyler kadar ülke düzeyinde de okuyabileceğimizi anlıyoruz. Roman bir taraftan bizim demokrasi ve Kürt sorunumuzu dile dökmek için esaslı bir dolayım sağlıyor, diğer yandan dünyanın benzer çatışmalı deneyimlerinde tarafların konumlanışını ve deneyimlerini de çağrıştırarak oraya doğru açılıyor.

Romanda, görünürdeki anlatı ile derinde işaret edilen arasında gözetilen alegorik kopukluğun yapısı bir yandan temel önemdeki "insani" yönü göstermek için gerekli ayrıntılara zemin hazırlıyor, diğer yandan da yer yer kitabileşmek pahasına kişilerimizi neredeyse birer barış görüşmecisi ya da kuramcısı havasına büründürüyor. Her alegorik metnin, yerini aldığı derin yapıya çengel takmaya yetecek bir ya da birkaç öğesi olması gerekir. Buradaki bağıntı ise fazlasıyla güçlü. Gerçi roman dev boyutlu Kürt sorununun bütünsel bir alegorisi sayılmaz, öyle olması da gerekmiyor zaten. Açınımlarına okurlar olarak zihnimizin yettiği ve merakımızın uyanıklığı ölçüsünde katılıyoruz zaten. Söylemek bile gerekmeyebilir, eşyazarlardan birinin hapishane duvarlarının içinde (ve Selahattin Demirtaş!), diğerinin ise dışarıda olması zihnimizde başlı başına bir alegori bileşeni olarak yer alıyor.

Romanın altı çizilesi bazı başka yönleri: Başkişilerin idealize edilmemiş ve herhangi bir yönde mutlaklaştırılmamış olması; Kürt sorununu anlatma işlevi Kürt olmayan sol avukat başkişiye (Sinan) bırakılır ve bu yolla birleşik mücadele fikri güçlendirilirken, Kürt özgürlük hareketinin bir kadın (Berfîn) üzerinden –çok kısa, bir görünüp bir kaybolarak- temsil edilmesi; eşbaşkişilerin hem olumlu hem olumsuz kişisel özellikler taşımaya ve bunu görmeye elverişli anlatıcılar olarak kurgulanması; merceğin inceltilip kalınlaştırılması yoluyla ayrıntılara dalıp çıkmanın mümkün kılınması; dozu iyi ayarlanmış ironi ve gerilimin anlatıma enerji katması... olarak sayılabilir.

İçerik meselesinde, cumhuriyetin "laiklik" boyutundaki zaaflarının, her iki başkişi tarafından da kendi açılarından çıkmazlara dahil edilmesi; "şiddet" ve "terör" konulu, işkence konulu sorgulamalar (s. 98 vd.); generalin güya devleti korumak "adına" hukuku hiçe saymasının bir tür yenilgi olarak görülmesi... esasa ilişkin örüntülerden.

Bu sonuncu açıdan özellikle bitişin Murathan Mungan'ın 995 Km.'sini çağrıştırmasının belirleyici bir önemi olduğu fikrindeyim. İkisinin de bitiş bölümünün, bütünü belirleyecek ölçüde ağırlık taşıdığı halde, okuru şaşırtacak kadar kısa tutulmuş olması, Çernişevski'nin Nasıl Yapmalı'sındakini çağrıştıran bir kargaşa yaratıyor zihinde. Belki böyle olması daha iyidir. Her durumda iki roman arasında bir tamamlayıcılık ilişkisi kurmamak elde değil. Belki birlikte yol açıcılık da diyebiliriz.

Öte yandan, yararcı bir bakışla düşünürsek, barış isteyen herkesin kitapta anılan ve konusu açılan problemlerin bir listesini çıkarmak üzere elde kalem kâğıt, sırf bu işe yönelik bir okuma faslına daha girişmesi iyi olur. Kişisel olarak ilk fırsatta böyle yapmak niyetindeyim. Ne de olsa edebiyatın tek katkısı okura hoşça vakit geçirtmek değildir.

Necmiye Alpay kimdir?

Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.

1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.

2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. 

Kitapları

Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)

- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)

Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)

Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)

- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)

Çevirileri

Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.

- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)

- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)

- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)

- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)

- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)

- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)

- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

Yazarın Diğer Yazıları

Siyaset nedir ne değildir?

Bazı genel başkanların konuşur gibi yapıp çifte ekran kullandığı ve Bahçeli’nin de o başkanlardan biri olduğu sır değil. Bir sağdan okur, bir soldan. Kâğıttaki notlardan bile değil, bildiğin “monitör”dendir retorik; artık kim ya da kimler yazıyorsa

Çözüm süreci mi, Anayasa mı, erken seçim mi, neyin tartışması bunlar?               

Cumhuriyetimizin onyıllardır süren zora dayalı asilimilasyon uygulamaları konusunda empati içinde olamazsak, jeopolitiğin buz gibi sularında donakalmamız işten bile değil...

Olanlar ve unutulanlar

İnsanlığın çeşitli kesimleri arasındaki trajik yarılmalar “çatışan iki taraf”ı çok aşıyor. Arada bir nükleer lafının da edilmesi bende insanlığın tragedyası, yazılacak ölçülerde “gelişiyor” duygusunu uyandırıyor

"
"