Herakleitos, Aldanmayınız! Eğer oluş ve yok olma denizinde herhangi bir yerde sağlam bir kara parçası gördüğünüzü sanıyorsanız, sebebi sizin öteyi göremeyişinizdir diyordu. Felsefe, bir anlamda, görünenin ötesini merak etmek, görünen parçaların görünmeyebilen bir bütünlük oluşturabileceğini varsayarak bu ilişkiyi anlamaya çalışmaktır diyebiliriz.
Geçtiğimiz günlerde, AKP'nin 4. yargı reformunda hayvanları koruma yasası ile ilgili değişikler gündeme geldi. Her ne kadar STK'lar eleştiriyor, eksikleri olduğunu söylüyorsa da, olumlu, iyi niyetli değişikler bunlar. Bazı eylemler kabahat olmaktan çıkıp suça dönüşüyor. Hayvanlar mal olarak görülmüyor. Onlara dönük suçlar hayvanın varlığına ilişkin ele alınıyor. Bazı yasakların kapsam genişletiliyor, istismarın önüne geçilmesi, sahipli-sahipsiz hayvan hakları ayrımının kalkması öngörülüyor. İktidar bu değişikliklerle muhtemelen, kentli, genç, eğitim düzeyi yüksek seçmenleri olumlu etkilemeyi, zaten kendisine yakın olan seçmen kitlesinin başka siyasi oluşumlara geçişliliğini engelleyerek, "Bu siyasi iktidar hayvan haklarını umursuyor, empatik, adil, etik duyarlı bir yaklaşım gösteriyor" diye düşünmesini bekliyor.
Buradaki düşünme beklentisini, bir parçaya odaklanarak, bu parçanın görünmeyen bir bütünlüğün içindeki anlamını anlayamamış olmaya benzetebiliriz. Düşünme, Nietzsche, Freud, Davidson, Rorty, MacIntyre gibi filozofların sonrasında rasyonel, bilinçli, açık seçik ve bir parça olarak anlaşılabilir, şu etki şu tepkiyi doğurur diye öngörebileceğimiz bir şey değil. Daha karmaşık, yüzeysel görünüşünü aşan, alttan alta akışını sürdüren bulanık, irrasyonel, muğlak bir işleyişi var.
Bu işleyişin bir tür kendiliğindenliği, bilinç düzeyinde tamamen bizim kontrolümüzde olmayan, bilinç düzeyine eşlik eden örtük bir boyut olduğunu söyleyebiliriz. Bu boyut, farklı parçalar arasında bağlantıları, ilişkileri, biz farkında olmadan kuruyor gibidir. Bir masa gördüğümüzde, onun başka masalarla bağlantısını, bu boyut zaten kurmuştur. Biz masayı ancak bu bağlantı, ilişki içinde, başka masalarla paylaştığı ortak etkileri -söz gelimi üzerinde yemek, yazı yazmak gibi- bağlamında düşünüyor, anlıyoruzdur[1]. Böyle düşünmek için bir şey yapmayız, zaten kendiliğinden böyle düşünüyoruzdur. Farklı görünen -elbette farklı olan- tek tek şeyleri bu masalık gibi tümelle ilişkileri bağlamında, aynı kategori altında topluyor, bir bağlam içinde anlıyoruzdur.
Hayvan haklarını da, tıpkı masa gibi, bir bağlam içinde anlarız. Mülteci hakları, eşcinsellerin -söz gelimi miras hukukunda engellenen- hakları, kadın hakları, yaşlı hakları, çocuk hakları gibi parçalar, insan hakları bağlamında anlaşılırlar. Hayvan hakları ve insan hakları da, bir üst kategori diyebileceğimiz, şu ya da bu canlının hakkını aşan, hakkın kendisi bağlamında anlaşılırlar. Bu parçalar, Aristoteles'in "Bütün parçalarda çünkü bütün parçaların dışında değil. Başka bir anlamda "insan canlıda", yani tür cinste… Bir başkası: "cins türde" yani türün parçası kavramda, kısaca biçim maddede" (Aristoteles 1997, 145/20) diye anlattığı gibi, basitçe onları içinde kapsayan bir tümelle ilişkili, bu tümele bağlı anlaşılırlar.
İşte düşüncenin bilinç düzeyinde farkına varmasak da karmaşık ve ilişkisel işleyişi -bir anlamda- budur. Bu nedenle, hakkın kendisi, hayvan haklarında görünmez, belirsiz ise de, bir biçimde vardır ve etki de eder. Bu etki, gündelik yaşamdaki pratik uğraşlarımızdaki işlev olarak söz konusudur. Nasıl bir masayı üzerinde yemek yenmesi, yazı yazılması gibi işlevlerinin gündelik yaşamda bize etki ettiği bağlamlarda anlıyorsak, hak ve adalet kavramlarını da böyle, işlevleriyle anlarız. Bunlar, diğerkâmlık, umursama, çıkarlarımızın ötesinde bir şeye değer verme, adil davranma, bizim gibi olmayanların fırsat eşitliği ve buna saygı gibi pratik işleyişlerle anlamlıdır. Büyük bir kentte sahipsiz bir hayvana su vermeyi umursayan bir genç, kendi çıkarı için olmayan bir şey yaparken, adalet pratiği de yapıyordur.
Özellikle büyük kentteki yaşam pratiklerimizde ve internette -yani dili daha çok kullandığımız ve farklı cümleleri daha çok duyduğumuz yerlerde- farkında olmadan bu kavramları yeniden anımsar, içselleştirir, onlara aşinalık geliştiririz. Hayvan hakları, belki de bu nedenle daha çok büyük kentlerde, etkileşimin arttığı yerlerde gelişir. Onunla birlikte, hak kavramının tümel, soyut kategorisi de gelişir. Hayvan haklarına duyarlılık arttıkça, hak, adalet kavramlarına, yani bu kavramların gündelik yaşamdaki yoksunluğuna duyarlılık da artacaktır. Hayvan hakları ile ilgili cümleleri internette, televizyonlarda, gençlik dizilerinde havalı karakterlerin kurduğunu duyan gençler -biraz da karşı cinsin ilgisine daha çok mazhar olmak için- bu cümleleri kuracaktır. Hakkın kendisi, bu cümleleri kullanırken, aklımızın arkasında bir yerlerde, bu cümlelere eşlik ediyor olacaktır. Platon'un en önemli tümeli, adalet, gündelik yaşam pratiklerinde, belli belirsiz, muğlak, bulanık bir akıntı gibi -Herakleitos'un öteye bakarsak görebileceğimizi söylediği akışta- alttan alta akacaktır.
Eğer iktidar, adil, etik, ötekine saygı duyan işlevleriyle anlam kazanamaz, bu bağlamda anlaşılmazsa, hayvan hakları beklenen olumlu etkiyi yapmayacaktır. Varsayılan neden-sonuç ilişkisi, tam aksine sonuçlanacaktır. Hayvan hakları ile ilgili cümleler, hak, adalet, etik beklentileri arttıracak, büyük kentteki eğitimli, genç seçmen üzerinde olumsuz etki yapacaktır. Bence bu nedenle iktidar, bu tasarıyı geri çekerse, amaçladığı hedef kitlenin konsolidasyonu için daha yararlı bir şey yapacaktır.
[1] Bir masayı anlayışımız, önceden masa olmanın ne olduğunu belli belirsiz anlıyor oluşumuza bağlıdır. Bir masanın masalıkla ilişkisi onu anlayışımızın olanağıdır.
Prof. Dr. Cihan Camcı
Akdeniz Üniversitesi, Gerontoloji bölümü