22 Kasım 2024

Sol seçmen "güçlü lider" arayışında, iktidar seçmeni "sistem değiştirecek lider"e açık, Kılıçdaroğlu davasının önemi

İktidar partisi seçmenleri de ‘sistemi değiştirecek bir lider arıyor.’ Yani ‘sistemin iflas ettiği’nin herkes farkında. ‘Yeni’ bekleniyor. Burada kritik nokta, kendini solda tarif edenler de dahil ‘sonuç’ güçlü liderden bekleniyor

“Kamuoyu araştırmaları Trump destekçilerinin sadece daha iyi bir ekonomi değil daha otoriter bir yönetim istediğini ortaya koyuyor. Seçimlerden hemen önce yayınlanan PRRI anketine göre Amerikalıların yüzde 40'ı otoriter eğilimlere yatkın, ancak bu oran Trump destekçileri arasında üçte ikiye yükseliyor.”

T24 yazarı Evren Balta’nın ABD seçimleri sırasındaki yazılarından birinden not almıştım yukarıdaki alıntıyı. Trump’ın 2025 Ocak ayının 20’sinde devir alacağı başkanlık öncesi belli olmaya başlayan kabinesine baktığımızda dünya için daha da zor zamanlara doğru gidileceği ortaya çıkıyor. Elbette Türkiye de bu sıkıntılardan payını alacak. Ancak beni girişteki alıntıyla ilgili düşündüren kısım ‘otoriter eğilimlere yatkın seçmenlerin artışı.’

Ne anlama geliyor bu? Yönlendirebildiği medyadan desteğini aldığı iş insanlarına biriktirdiği, kontrol ettiği güçle geniş kitlelerin ‘korku-kaygı’ duygularıyla oynayarak, belirlemeye çalışmanın sonuç verdiğini mi? Elon Musk’ın X’i de içine alan, koşulsuz Trump desteği sonucu kazanılan zafer yeni arayışları devreye soksa da bir yöntem olarak yaygınlaştığını mı? Sağ-otoriter-popülist liderlerin yargıdan medyaya hatta ekonomik bölüşüm kararlarına birbirini taklit ederek sonuca gittiğini mi?

Ya Türkiye, burada yaşananlar... 2017’deki Anayasa değişikliği ile girilen yeni yolda-yeni sistemde Meclis’in yasama görevinin sınırlanıp, denetim işlevinin ortadan kalkması… Tek adamın, onun etrafındaki küçük bir grubun en kritik kararlarda etkili olması... Toplumun ‘muhalif görülen her kesiminin’ en sıradan iddianamelerle, suçlamalarla tutuklu ya da tutuksuz yargı ile karşı karşıya bırakılması… Hastanelerde bebekleri ölüme yollayan çetelerden yatağa aç giden çocukların varlığı, altın kaçakçılığına adı karışan vekillerden suç örgütleriyle fotoğraflarını ‘mutlulukla yayınlayan’ siyasetçilere büyük bir çürümenin ‘sıradanlaşması…’  

Peki seçmende bu durumun karşılığı nedir? Saygın araştırma kuruluşlarından PanoramaTR’nin kasım sonuçlarının Odak bölümünde şöyle ilginç bir fotoğraf var: İktidar partisi seçmenleri de ‘sistemi değiştirecek bir lider arıyor.’ Yani ‘sistemin iflas ettiği’nin herkes farkında. ‘Yeni’ bekleniyor.

Burada kritik nokta kendini solda tarif edenler de dahil ‘sonuç’ güçlü liderden bekleniyor. Burada yine de bir kısmın altını çizmek gerekiyor. AKP kurucu liderinin şahsında ‘cisimleşen’ bir parti de olsa, Erdoğansız AKP’nin düşünülemeyeceği bir gerçek, ana muhalefet CHP içinde öne çıkan isimler olsa da hâlâ kurumsal bir kimlik. Panaroma TR’nin Odak bölümünde Prof. Dr. Seda Demiralp’in de veriler üzerinden yaptığı analizle Türkiye’deki seçmen arayışı, durumu şu şekilde:

“Araştırmanın bu konudaki en önemli bulgularından biri, literatürde genelde sağ siyaset ile özdeşleştirilen, güçlü lider tercihine yöneliktir. Katılımcıların yüzde 87 gibi ezici bir çoğunluğu toplumların gelişmek için güçlü lider figürüne ihtiyaç duyduğunu belirtmektedir. Yine benzer bir başka soru, bu güçlü liderden beklenenin köklü bir değişim olduğunu, gerekirse sistemi tümden değiştirebilecek, en azından bunu yapabilecekmiş gibi hissettirecek bir lider arayışının son derece yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Katılımcıların yüzde 80’i, ‘mevcut sistemi baştan aşağı değiştirip yenileyecek güçlü bir lider çıkarsa’ oy vereceğini belirtmektedir.

Bu ciddi bir değişimci talebe işaret etmektedir. Bu talep ana muhalefet partisi CHP seçmenlerinde en yüksek orana (yüzde 87) ulaşmakla birlikte, iktidar seçmeninde de yüksek oranda seyretmektedir. AK Parti seçmeninin yüzde 66’sı, MHP seçmeninin yüzde 74’ü böyle kökten, değişimci ve güçlü bir lider çıkarsa destekleyeceğini ifade etmektedir. Bilhassa AK Parti seçmeni açısından baktığımızda, 20 yıldır iktidar olan bir partinin seçmendeki sistem karşıtlığı duygularından hâlâ beslenebilmesi ve bu duygulara bir ölçüde cevap verebilmesi oldukça ilgi çekicidir. Diğer yandan, dünyada genellikle sağ siyasetle özdeşleştirilen ‘güçlü lider’ talebinin bugün ülkemizde kendini sola yakın tanımlayan seçmen gruplarında da yüksek ölçülmesi, bu talebin artık siyasetin yalnız sağında değil, solunda da kabul gördüğünü göstermektedir.

Araştırmamız ‘mevcut sistemi baştan aşağı değiştirip yenileyecek güçlü bir lider’ talebinin siyaset kurumlarına güvenmeyenlerde bilhassa yüksek olduğunu göstermektedir. Kurumlara en az güvendiğini belirten kesimde bu oran yüzde 84 seviyesine çıkmaktadır. Bu çerçevede, araştırma katılımcıların siyasetle kaygılı bağlanma haline yönelik önemli veriler ortaya koymakta ve bu duyguların siyasi talepleri şekillendirme potansiyeline işaret etmektedir.

Katılımcılar siyasi işleyişe, siyasi kurumlara ve siyasi aktörlere yönelik hatırı sayılır bir kuşku beslemekte ve siyasete etki edebilme güçlerini oldukça zayıf görmektedir. Bu duygu, muhalif parti seçmenlerinde ve hiçbir partiye oy vermeyeceğini belirten seçmenlerde en yüksek seviyelere çıkmakla birlikte, iktidar seçmenlerinde de hiç azımsanmayacak oranda gözlemlenmektedir.

Diğer yandan bu kaygı, şüphecilik ve kişisel güçsüzlük algısı seçmenleri sorunlu kurumları kökten yıkıp, en baştan kurabileceği izlenimi veren, etkili ve mücadeleci bir lider arayışına yöneltmektedir.

Bu duygular derinleştikçe, seçmenleri müzakereci demokrasi ideallerinden uzaklaştırıp, karmaşık sorulara basit cevaplar verebilen, uzun vadeli sorunlara kısa vadeli çözümler vaad eden, az konuşup çok iş yapacağı sinyalini veren ve performatif açıdan ‘güçlü’ bir imaj çizen popülist alternatiflere yöneltmesi muhtemeldir. Bu sebeple de seçmendeki bu duygu durumuna ve onunla gelen popülist talebe demokrasi içinden nasıl karşılık verilebileceği, demokratik siyaseti geliştirmek isteyen partiler tarafından üzerine kafa yorulması gereken önemli bir konu olarak ortaya çıkmaktadır."

Analiz böyle söylüyor. ‘Performatif güçlü imaj çizen popülist lider’e yönelim… Bunun riskleri, bugüne kadar alınan ‘dersler’, yeni arayışlar… Hepsi üzerinde düşünmek gerekiyor.

Bitirirken…

CHP’nin bir önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bugün hâkim karşısına çıkacak. Kılıçdaroğlu memleketin zor günlerinde Adalet Yürüyüşü yapmış, özgürlüğünü haksız yere kaybetmiş pek çok isimle yan yana durmuş bir siyasetçidir. Adalet Bakanı’nın dava öncesi “bugün siyaset yapanlara sonlarının eski genel başkanları gibi olma” benzetmesiyle sarf ettiği sözler, elbette yargı ile ilgili ‘uzun utanç listesinin’ içinde yerini alacaktır. Kılıçdaroğlu ile partinin her kademesinden isimlerin göstereceği dayanışma önemlidir. Davada değişik gerekçelerle ‘yok’ yazılacaklar eminim ilerleyen günlerde bununla ilgili mutluluk duymayacaklardır. Geçmişte ne yaşanmış olursa olsun, bugün kimin yanında durulursa durulsun, adalet için eski genel başkanıyla yan yana duramayan yarın hukuksuzlukla mücadele eden kitlelere ne kadar güven verebilir? ‘Performatif güçlü imajla’ seçim kazanılabilir ancak memleketin ihtiyaç duyduğu yeni çıkışın adresi olunamaz. Kimileri hapiste olan; Selahattin Demirtaş, Can Atalay, Çiğdem Mater, Ekrem İmamoğlu, Selçuk Mızraklı, Tayfun Kahraman, bugün Kemal Kılıçdaroğlu farklı davalarla yargılansalar da işin özü aynı değil mi?

Murat Sabuncu kimdir? 

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. 

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. 

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü ve Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan avukat oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Sığınmacılardan Kürt sorununa ve ekonomiye ‘yeni Suriye’ Erdoğan’a ne kazandırır?

Halkına eziyet eden bir diktatör Esad gitti. Yerine geçmişinde El Kaide ve El Nusra olan bir ismin liderlik ettiği örgütün ‘daha ılımlı görüntü veren’ bir ismi geldi. Bunun Türkiye açısından çok uzak olmayan bir vadede barındırdığı risklerle karşı karşıya kalınabilir. Ancak içeride ve kısmen dışarıda şu anda ve bir süre ‘söz-gündem üstünlüğü’ Erdoğan’a geçmiş gözüküyor

Kapitalizmin yıkıcılığı, otoriterizmin baskıcılığı altında “çekmediğim her acı için acı çekiyorum”

Nahif, gerçekten uzak bulunabilir ama ‘çekmediğim her acı için acı çekiyorum’ içselleştirilebilirse farklı bir dünyayı, memleketi konuşabiliriz

Bir mesafe alınmamış olsa, İmralı’ya gitme konusu gündeme gelir miydi?

Türkiye ocak ayı sonundan itibaren görevi devir alacak Trump’ın yaratacağı belirsizlik, bölgede büyüyebilecek bir çatışma-savaş öncesi pozisyon alma çabasında gözüküyor. Elbette iktidarın bir yandan barış-birlikte yaşam için arayışları öte yanda kayyımdan tutuklamalara yaşanan sertlik görüntüleri “yeni bir mühendislik-algı çabası mı” şüphesini haklı olarak düşündürüyor

"
"