Gelin birkaç gelişmeyi bir arada okuyalım. Ardından kaynaklarımla yaptığım görüşmelere dayanarak size kulis bilgileri aktarayım. Önce MHP lideri Devlet Bahçeli'nin Twitter mesajları. 10 Aralık İnsan Hakları Günü nedeniyle aralarında gazetecilerin, yazarların, sendikacıların, hukukçuların, siyasetçilerin olduğu 805 kişilik grubun yayınladıkları bildiriyi hedef alması. Ne demişti bu 805 kişi bildiri metninde? En temel hukuki hakların tesisini. Birkaç cümleyi aktarayım bildiriden:
- Ayrımcı salıverme düzenlemeleri yerine özellikle siyasîleri içerecek bir af çıkarılmadan,
- Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına rağmen tutsaklıkları sürdürülen muhalif aydınlar, siyasetçiler özgürlüklerine kavuşturulmadan,
- HSK yeniden yapılandırılmadan, yargının yürütmeden bağımsızlığı sağlanmadan,
- Keyfi ve mesnetsiz KHK'larla mağdur edilen binlerce kişi gasp edilmiş haklarına kavuşturulmadan,
- Milyonlarca seçmenin iradesini hiçe sayan kayyım uygulamalarına son verilip seçilmişler görevine iade edilmeden,
- Kadınların kazanılmış haklarına yönelik saldırılar derhal durdurulmadan ve eşitlikçi yasalar uygulanmadan -ki İstanbul Sözleşmesi bunun için temel bir referanstır-,
- Doğal varlıkların ve çevrenin rant uğruna talan edilmesinin önüne geçilmeden, bu varlıklar halkın temel ihtiyaçlarına yöneltilmeden, insanın da parçası olduğu doğayı tahrip eden ve edecek olan verilmiş tüm ruhsatlar ve çılgın projeler iptal edilmeden, hiçbir reform söyleminin inandırıcı olamayacağını ve hiçbir soruna çözüm getiremeyeceğini ifade ediyoruz.
Bahçeli Twitter üzerinden, merkezine bu metni aldığı, içinde; 'imzacıları hedef gösterme, metinde geçen iki ismin başına koyduğu tanımlarla (terörist Demirtaş, Soros'çu Kavala gibi) HDP'nin kapatılmasını istemesiyle, iktidar ortağı olarak yargıya müdahale gibi pek çok (ne yazık ki iktidar ortaklarından daha önce pek çok kez görüldüğü üzere) ifade yer alıyor. Bu üsluba, tarza, hedef göstermeye susmamak, eleştirmek, alışmamak gerekiyor.
Metinde ayrıca dikkat çeken bir bölüm var. Gelin ona yakından bakalım:
"Cezaevinde tutuklu bulunan bir teröristten demokrasi abidesi çıkarma çabalarına bağımsız ve tarafsız Türk mahkemeleri geldiğimiz bu aşamada bir son vermelidir. Kim olursa olsun, muhatap şahısların hakkında Türk adaletinin vereceği her karara saygı duymak da temel ilkemizdir. Terörist Demirtaş davasının bu kadar sürmesinin, mesela 16 Mart 2021'e ertelenmesinin makul bir nedeni var mıdır?"
Bahçeli bir yandan isminin başına 'terörist' sıfatı getirse de 'muhatap şahısların hakkında Türk adaletinin vereceği her karara saygı duyacaklarını' belirtiyor. Bir de davasının 16 Mart 2021'e kalmasını sorguluyor. Bunu değişik bulup kaynaklarıma sormak üzere not almıştım. Üstüne GazeteDuvar'da tecrübeli gazeteci İrfan Aktan'ın 'Yeni bir çözüm sürecinin eşiğindeyiz' başlıklı söyleşisini okudum. Aktan'ın Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya ile söyleşisi bu başlıkla yayınlanmıştı. Kaya, söyleşide AKP ile yaptığı görüşmelere de atıfta bulunarak ve bu bir temenni mi, kanaat-izlenim mi sorusu ışığında şunları söylüyordu:
"Mevcut yol Türkiye açısından sürdürülebilir değil. Ne ülkenin ekonomik kaynakları ne toplumsal yapısı ne de bölgesel ilişkiler Kürt sorununu bu haliyle sürdürülebilir kılar. Çözülmek zorunda. Öte yandan biz Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası olarak Ak Parti'yle de görüşüyor, sorunları onlara iletiyoruz. Yaptığımız görüşmelerden, onların da mevcut politikayla yol alınamayacağının farkında olduklarını görüyoruz. 2013-2015 tarihlerindeki çözüm süreci de, Kürt sorunundan kaynaklı iç ve dış sorunların üstesinden gelinemez noktaya gelinmesi üzerine başlatılmıştı. Devletin tüm kademelerinde, Kürt sorununun çözülmesi gerektiği, aksi halde ülkenin bir bataklığa sürüklendiği kanaati hakimdi. Doğrusu bunun temenniyi aştığını, ülkenin koşullarından, gidişatından, yaptığımız görüşmelerden edindiğimiz kanaatten kaynaklı bir değerlendirme olduğunu söyleyebilirim."
Bahçeli'nin sözleri ve Mehmet Kaya'nın söyleşisini okuduktan sonra Ankara ve Diyarbakır'daki kaynaklarımla görüştüm. Bana aktardıkları bilgi şöyle:
Bundan bir süre önce Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Gülşen Orhan Diyarbakır'da iş insanlarından kanaat önderlerine bir grup isimle görüştü. (Görüşülen isimler bana iletildi ama teker teker izin almak gerektiği için yazmıyorum.) Bu görüşmelerde Kürt sorununun çözümü üzerine görüş alışverişinde bulunuldu. Görüşmelere katılanlar bu konuda yeni bir arayış olduğunu düşündüler. Gülşen Orhan, Van Bahçesaraylı. Daha önce AKP'den milletvekili seçilmiş bir isim. Bahçesaray Belediye Başkanlığı yapmış Naci Orhan'ın kızı.
Görüşenlerden biri "Orhan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yakını ve bölgeyi-sorunlarını bilen isim, sıradan bir görüşme değildi" diye konuştu.
Ankara'dan bir kaynak "Devlet Bey bu görüşmelerden haberdar ve hoşnut değil" diye konuştu. Diyarbakır'dan süreci yakından izleyen bir diğer kaynak ise durumu şöyle özetledi:
"Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın arayış içinde olduğu yolundaki haberleri umutla değil, başta Biden'ın göreve gelişiyle oluşacak yeni dönem ile ilgili pragmatist bir pozisyon alma olarak okuyorum."
Yazıyı bitirirken… Devlet Bahçeli'nin bir yandan AKP'ye Kürt sorununda çerçeve çizen, bazen 'başka yere mesaj veriyor' havasında iktidara seslenen havası… Diğer yandan AKP'nin yeniden bu konuda 'adım atacağına dair beklentinin' zayıflığı… Son cümle Kürt siyasetinde önemli bir isimden:
Başta Kürt sorunu, demokrasi ve hukukta kalıcı, güvenilir, şeffaf adım ancak seçimlerden sonra yeni bir iktidarla atılır. Gerisi umut ama boş umut olur…