8 Ekim Çarşamba 22:00 itibarıyla “Kobane eylemlerinde ölü sayısı 22’ye yükseldi, çok sayıda yaralı var.” İki gün içinde büyük çoğunluğu Kürt siyasi hareketi mensuplarıyla şehrine göre Hizbullahçıların, (IŞ)İDçilerin ya da ülkücülerin çatışması sonucu bu karşıt tarafların hepsinden çok sayıda can kaybı olduğu anlaşılıyor. Geleneksel polis şiddeti marifetiyle öldürülenler de yok değil, ama 22 kişi arasında azınlık. Hepimizin kanını dondurması gereken, çok vahim bir patlama ve çözülme durumu ile karşı karşıyayız. Kobane’de katliam, Türkiye’de çok katmanlı bir içsavaş ihtimali hızla yükseliyor.
Üç yazı önce, 11 Eylül’de, barışçı bir çözüm sürecinin iki önkoşulu olarak şiddetsizlik ve eşitliği tanımlamış; AKP hükümetinin şiddetsizlik bahsinde son bir buçuk yıldır bir başarı göstermesine rağmen, eşitlik bahsinde adım atmadığını, kapsamlı ve sistematik bir yüzleşme faaliyeti olmadan da atmasının pek mümkün olmadığını belirtmiş, “dolayısıyla ihtiyacımız olan, şiddetsizliği ilkesel düzeyde savunan, ısrarlı, tutarlı, kitlesel bir eşitlik mücadelesinden gücünü alan şeffaf, denetlenebilir, eleştirilebilir müzakere mekanizmalarıdır” diye yazmış ve mevcut durumun sahici, kalıcı, adil bir barış hiç umut vermediğini vurgulamıştım.
Kobane krizi, çözüm sürecinin kaygan zeminde de olsa şimdiye kadar dirençli durabilen şiddetsizlik bacağını da büyük bir hızla girdaba sokuverdi.
İki yazı önce, 21 Eylül’de, yüzleşmenin nasıl bir şey olduğunu tartışmaya başlamış; “yüzleşme ediminin ilk ürünü hakikat ise, ikinci ürününün de empati ve vicdan üzerinden öteki ile ilişkisel bir alan yaratmak olduğu söylenebilir” ve “bu [yüzleşme] imkânı[nı] Türk-Kürt, Türk-Ermeni ve diğer meselelerimizde kullanmak zorundayız. Hakikat zemininde yeni bir ilişkilenme. Bunu yapmadan hangi sorunumuzu çözebiliriz?” diye yazmıştım.
Kobane’nin sıkışması üzerine yazdığım 29 Eylül tarihli son yazımda ise “AKP hükümeti, insanlığın boğulduğu bu soydaş / dindaş / mezhepdaş bataklığında ilerlemektedir. Aynı bataklığın en dip noktasında ise (IŞ)İD ve benzerleri vardır…” demiştim.
Bir ayna olarak Kobane
(IŞ)İD’in Kobane’yi boğma hamlesi karşısında AKP hükümetinin ve Türk milliyetçileri / ulusalcıları gibi geleneksel Kürt-düşmanı çevrelerin takındıkları tavırlar, bu toplumun önemli bir kesiminin toplu katliam riski yaşayanlar Kürtler olduğunda nasıl kolaylıkla vicdan ve empati özürlü bir hale gelebildiklerini bize bir kez daha, hem de bütün zalimliği ve vurdumduymazlığı ile göstermiş oldu.
Burnumuzun dibinde gerçekleşmek üzere olan işgal / katliam durumunu umursamayanlar, yan dairede koca karısının kemiklerini kırarken ya da karısını bıçaklarken, “aman bana ne, aile içi mesele” diye kulaklarını tıkayabilenlerdir. Ruhen en azından bir düzeyde ezenler kastından olmak ya da bu yönde büyük bir arzu sahibi olmak böyle bir şeydir. Komşudaki ezen-ezilen ilişkisine laf edersem, kendi evimdeki ezen konumumdan da vazgeçmem gerekecektir. Eşitlik ise bütün ezenlerin ortak alerjisidir.
AKP bu yüzden soydaş / dindaş / mezhepdaş bataklığında ilerlemeye devam etmekte; bu yüzden birkaç yıldır en üst düzeyde temas / diyalog / pazarlık içinde olduğu PKK ile kendisi dışında hiç kimseye ve hiçbir insani değere zerre kadar saygı duymayan (IŞ)İD gibi bir vahşet ve dehşet yumağını aynı görme şuursuzluğunu sergileyebilmekte; bu yüzden bütün Orta Doğu için önemli / değerli bir eşitlikçi / özyönetimci sosyo-politik dönüşüm örneği sunan Kobane’nin da aralarında olduğu üç kantondan nem kapmakta; bu yüzden PKK ile (IŞ)İD’i olabildiğince birbirine kırdırarak buradan nemalanmaya çalışmaktadır.
AKP hükümetinin bu miyop konumlanışının Türkiye’yi nasıl bir yangın yerine çevirebileceğini son günlerde yaşayarak görüyoruz.
Kobane’de sıkıştırılanlar Türkmenler olsaydı ve / veya Kobane’yi sıkıştıranlar (IŞ)İD yerine örneğin PKK olsaydı, AKP hükümetinin ne tür tavırlar gösterebileceğini Türkiye’deki ve dünyadaki herkes kolayca tahmin edebiliyor.
Türkiye Devleti’nin onyıllardır süren inkâr / baskı politikalarının tavında yeşermiş olan Kürt ulusal bilincinin geldiği noktada, AKP hükümetinin mevcut tavırlarıyla Kürtleri kandırabilmesi mümkün görülmüyor. Kobane, Kürt ulusal tahayyül dünyasının güçlü sembollerinden biri olmuş durumda ve Kobane’nin direnmesine (her türlü) yardım etmeyen, dolayısıyla açıktan ya da örtük biçimde (IŞ)İD’in Kobane’yi boğmasına yardım etmiş sayılan bir Türkiye, Türkiyeli Kürtlerin çok önemli bir kesimi için artık birlikte yaşanması arzu edilebilir bir Türkiye olmayacak gibi duruyor. Protesto gösterilerinin barışçıl sınırlarda kalamayışı, hızla ve kolayca yıkıcı öfkenin egemenliğine girmesi, önümüzdeki günlerde AKP hükümetiyle birlikte Kürt siyasi hareketinin de ağır kararlar alma arifesinde olduğunu gösteriyor.
İki yol: Uçurum ve Barış
Önümüzde kabaca iki yol var:
Mevcut duruma müdahale etmezsek, olaylar akışında devam ederse, Kobane düşsün veya düşmesin, AKP hükümeti ile Kürt siyasi hareketi arasındaki güven sıfıra inmiş ve çözüm süreci bitmiş (ve zaten bitirilmek isteniyor) demektir. Türklerle Kürtler ve Kürtlerin kendi arasında içsavaş benzeri tablolar giderek büyüyen ihtimaller olarak kâbusumuz olacaktır. Türkiye bu yolda ilerlerse, ortak yaşam, HDP gibi projeler de boşlukta kalacaktır.
Diğer yol ise, mevcut gidişatın Türkiye’yi büyük bir sosyo-politik uçuruma sürüklediğinin görülüp, eşitlikçi ve şiddetsiz bir ortak zeminde buluşmaktır.
Türkiye, daha az demokrasiyle, daha fazla otoriterleşmeyle, daha fazla yüzleşmekten imtina etmeyle, Kobane’nin psiko-politik ve insani önemine daha fazla yüz çevirmekle, çözüm sürecini daha fazla oyalama üzerinden götürmekle sadece uçurumdan yuvarlanabilir. Bu yollar gelmiş bitmiş ve uçuruma dayanmıştır.
Kobane krizi, bir kentin / halkın krizi olmasının ötesinde, Türkiye’nin birkaç yıldır yeni bir dengede götürmeye çalıştığı Türk-Kürt meselesinin artık o denge noktasında taşınamayacağını göstermiştir. Statüko sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır.
Şimdi ya oyalanmaları bırakıp sahiden ve samimiyetle çözüm sürecine başlayacağız ya da uçurum diyeceğiz.
[email protected]
@PakerMurat