29 Eylül 2014

Soydaşlık, dindaşlık, mezhepdaşlık bataklığı

Zalimler üzerinden bakarsak; AKP hükümetinin yine oldukça ayrımcı davrandığını görüyoruz

Geçen yazıda giriş yaptığım yüzleşme bahsine devam edecektim. Kobane’deki vahim gelişmeler nedeniyle, yüzleşme konusundan büsbütün uzaklaşmadan bir parantez açmak zorundayım.

Her gün gözümüzün önünde (IŞ)İD ismi altında örgütlenmiş İslamcı teröristlerin ne tür kıyımlar yaptıklarını izliyoruz. Irak’ta Ezidilere uyguladıkları katliamlardan sonra sıra Suriye Kürtlerinin oluşturdukları özerk kantonlara saldırmaya geldi. (IŞ)İD, savaş hukuku veya genel insani değerler gibi “ayak bağlarından” kendini tamamen bağımsızlaştırmış; kendisini mutlak doğru bildiği İslam yorumunun asli temsilcisi olarak gören; bunun dışında kalan ve kendisine itaat etmeyen herkesi de duruma / keyfe göre öldürülebilir, tecavüz edilebilir, satılabilir köleler / düşmanlar olarak kodlayan; Irak ve Suriye’nin Sünni Arap kesimlerinde ciddi bir kitle desteği de sağlamış görünen bir ölüm / zulüm / baskı makinesi. Kobane’den binlerce insan canlarını kurtarmak için Türkiye tarafına geçti, geçiyor. Her an ciddi katliam haberleri bekleniyor. Genel olarak Orta Doğu ve de Türkiye’nin Irak / Suriye sınırı her zamankinden çok daha sancılı ve kanlı bir dönemden geçiyor.

Bütün bu toz duman arasında, bu şiddeti yaratan ve sürdüren başat faktörlerden biri ekonomik çıkar / paylaşım ise, diğerinin de ulusal, etnik veya dini kimliklerle aşırı-özdeşim kurulması ve öteki sayılanların düşmanlaştırılması olduğunu görüyoruz. Aşırı-özdeşim, ait olunan kimliğe dair eleştirel mesafenin kaybedilmesine, biz olarak görülen her şeyin yüceltilip, onlar olarak görülenlerin değersizleştirilmesine ve değersiz olana yönelik saldırganlaşmaya yol açıyor. Bu durumun adı: Biz-narsisizmi. Kısaca: “Biz çok iyiyiz, çok değerliyiz, haklıyız, üstünüz, hayran olunmayı hak ediyoruz; sizse tam tersi, değersizsiniz, aşağıdasınız, bizim üstünlüğümüzü / hâkimiyetimizi kabul etmek zorundasınız; bu ast-üst dengesini tehdit etmeye kalkarsanız sizi hemen tepeleriz.”

Biz-narsisizmini etraflıca ele almayı daha sonraya bırakarak, burada sadece milliyetçilik, ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi gibi konumların bir yapı olarak biz-narsisizmi ürettiklerini ve de bundan beslendiklerini belirtmekle yetinelim ve Türkiye üzerinden yazının başlığına dönelim.

 

Türkiye katmer katmer Biz-narsisizminden muzdariptir

 

Sadece Suriye iç-savaşı çıktığından beri olan bitene bakarak, Türkiye toplumunu bir arada tuttuğu iddia edilen sıvanın ne denli yalanlarla bezeli ve kof / çürük olduğu net bir şekilde söylenebilir. Türkiye gibi karmaşık bir toplumu bir arada tutabilecek en önemli mekanizma, bir hukuk devleti çerçevesinde eşit yurttaşlık hakkı ve deneyimidir. Suriye krizi, Türkiye’nin soy, din ve mezhep üzerinden bakıldığında eşitlikten alabildiğine uzak olduğunu, Türkiye’yi yönetenlerin böylesi eşitlik gibi bir derdi olmalarını geçtik, eşitliğe yönelik ciddi bir alerjileri olduğunu bir kez daha açıkça gösterdi.

Türk milliyetçilerinin, açıkça ırkçı olanları hariç, her türünün öteden beri iddiası, Türk-olmayanlara ayrımcılık yapılması gibi bir şeyin söz konusu olamayacağı, çünkü kendisine Türk diyen herkesin Türk olabileceği, bu anlamda Türk’ün etnik değil, siyasi bir kimlik olduğu idi. Bu iddianın nasıl bir yalan olduğunu ortaya koyan en önemli göstergelerden biri Türkiye’nin bitmek bilmez soydaş merakı oldu.

“Soydaşlarımız” her zaman başka ülkelerdeki etnik Türkler / Türkmenler oldu. Soydaşlık kategorisi bu sınırı aşıp Türkiye’de yaşayan bütün yurttaşlarımızın başka yerlerde yaşayan akrabaları mertebesine bile ulaşamadı. Dolayısıyla Türkiyeli Kürtlerin, Arapların ve diğer Türk-olmayanların resmen kabul gören soydaşları bir türlü olamadı; soydaşlık hakkı sadece Türklere tanındı. Suriye krizi boyunca da AKP’si, CHP’si, MHP’si, üçünün birden en temel dertlerinden birinin Suriyeli Türkmenler olduğunu gördük. Öyle ki silah yüklü TIR’ların meşruiyeti “Türkmenlere silah götürüyorlardı” üzerinden sağlanmaya çalışıldı. Sanki sadece Türkmenlerin silaha ihtiyacı varmış gibi ya da o silahlar Türkmenlere gidiyorsa zaten hiç bir sorun olmazmış gibi. “Biz ihtiyacı olan herkese aciliyet kriterleri çerçevesinde eşit bir şekilde yardım etmeye çalışıyoruz” olamadı bir türlü.

Ya da şöyle soralım: (IŞ)İD, Ezidiler ve Kürtler yerine Suriye / Irak’taki Türkmenlere saldırıyor olsaydı Türkiye ne yapardı? Şimdiki gibi sakince top çevirme veya havaya bakıp ıslık çalma gibi yöntemleri o zaman da dener miydi?

TC yurttaşları arasındaki bu soydaş eşitsizliği eksenine AKP iktidarı hiç de orijinal olmayan iki eksen daha ekledi. TC’nin kuruluşunda birincil düzeyde dayatılan sosyo-politik kimlik kurgusu Türklüktü (soydaş), ama onun hemen arkasında devlete bağlı diyanet işleri üzerinden Müslümanlığın ve Sünniliğin geldiği biliniyor. AKP iktidarı, bu geleneksel (ikincil) hâkim kimlik kurgularını birincil olan Türklüğe denk bir noktaya taşıdı.

İç politikada artık kanıksanmış olduğu için kolayca göze batmayan dindaşlık ve mezhepdaşlık üzerinden yürüyen ayrımcılıklar Suriye krizi ile kör gözüm parmağına apaçık hale geldi.

 

Makbul kimlikler

 

Sığınmacılar üzerinden bakarsak; AKP hükümetinin tavrı, savaştan kaçan insanların ne kadar dindaş (Müslüman), ne kadar mezhepdaş (Sünni) ve ne kadar soydaş (Türkmen) olmasına bağlı olarak büyük değişiklikler gösterdi. Bu makbul kimliklere ne kadar çok sahipse sığınmacılar, AKP hükümeti tarafından o kadar büyük esneklik ve kolaylıkla karşılandılar. Makbullere sorgusuz sualsiz açılan sınırlar, Ezidilere, Kürtlere, Alevilere o kadar kolay açılmadı, hep bekletmeler, ayak sürümeler söz konusu oldu. AKP hükümetinin pratiği, ihtiyacı olan sığınmacılara eşdeğer insanlar olarak yardım etmek yerine, sığınmacıların kimliklerini bir hiyerarşiye tabi tutarak, makbul bulduğu kimliklere açıkça kayırmacılık, makbul bulmadıklarına da açıkça negatif ayrımcılık yapmak şeklinde tezahür etti. Söylem düzeyinde bunu ne kadar inkâr etmeye çalışsa da, gözümüzün önünde cereyan eden olaylar, AKP’nin zihniyet dünyasında kimlikler hiyerarşisinin ne denli katı ve eşitsiz bir şekilde kurgulanmış olduğunu bir kez daha bize göstermiş oldu.

[Ara dipnot: Sığınmacılara resmi muamele açısından AKP’nin yarattığı bu ayrımcılıklara ek olarak, yüzbinlerce sığınmacı Türkiye’nin değişik bölgelerine hiçbir ciddi hazırlık / çalışma olmadan yayılmaya başladığında, gayrıresmi toplum düzeyinde bu sefer büyük ölçüde ekonomik temelli ama yüzeyde yabancı-düşmanlığı görüntülü ırkçı ayrımcılıklara da tanık olmaya başladık. Kendi içinde eşitlikten bu kadar uzak bir toplumun, kısa bir sürede bir milyonun üzerinde “yabancı”ya birlikte yaşamaya başlamasının Türkiye’de nasıl yeni bir tür ırkçılık problemine neden olacağını önümüzdeki dönemde daha çok idrak edeceğiz.] 

Zalimler üzerinden bakarsak; AKP hükümetinin yine oldukça ayrımcı davrandığını görüyoruz. Orta Doğu’daki rejimlerle ilişkilerini ilkesel standartlar yerine mezhebi yakınlıklar üzerinden ayarlamaya çalıştığı artık demagojiyle kapatılabilecek gibi değil. Suriye’deki Esad diktatörlüğü Alevi-ağırlıklı değil de Sünni-ağırlıklı olsaydı, AKP hükümeti yine böyle şahin bir siyaset izleyecek miydi? Bu soruya “izlerdi” diye cevap verenler için: Orta Doğu’daki birçok Sünni-ağırlıklı diktatörlükle can ciğer kuzu sarması konumunda olan yine bu AKP hükümeti değil mi?

 

Zalime-tavır-testi

 

Ama daha da çarpıcı olan başka bir zalime-tavır-testi var. AKP’li ya da değil, içinde en azından bir miktar vicdan kırıntısı olan herkes lütfen şu soruya cevap versin:

(IŞ)İD, Sünni Müslümanlara dayanan bir örgüt yerine, mesela Kürtlerin, Alevilerin, Musevilerin veya “afedersiniz” Ermenilerin örgütü olsaydı ve şimdi yaptığı şeylerin aynısını yapsaydı, bu AKP hükümeti (IŞ)İD için nasıl bir söylem kullanırdı ve ne tür eylemler yapardı? Şimdiki gibi sakin, mahcup, anlayışlı bir tavır sergiler miydi?

Dünyaya, siyasete soydaşlık, dindaşlık ve mezhepdaşlık üzerinden bakarsak; BİZ saydıklarımızı üstün / değerli, ONLAR saydıklarımızı aşağı / değersiz sayarsak; huzursuzluk ve çatışma çıkarmamız garantidir. Kendi çıkardığımız bu huzursuzluk ve çatışmadan kendimize yönelik tehdit algılayıp saldırganlaşmamız ve değersiz gördüklerimizi öyle ya da böyle tepelemeye çalışmamız, onların da öyle ya da böyle bize direnmeleri ve çatışmanın katmerlenerek büyümesi de garantidir.

AKP hükümeti, insanlığın boğulduğu bu soydaş / dindaş / mezhepdaş bataklığında ilerlemektedir. Aynı bataklığın en dip noktasında ise (IŞ)İD ve benzerleri vardır. O dip noktaya gelindiğinde Sünni Müslüman vb. olmak yetmez, belli bir dar yorumun mutlak doğru olarak dayatılması ve o dar yoruma uymayan başka Sünni Müslümanların da din-dışı ve yok-edilebilir sayılması gerekir.

AKP ve benzerlerinin, (IŞ)İD’le kaçınılmaz karşılaşması ve (IŞ)İD’in onları da yok etmeye çalışması, geniş bir Müslüman kesime demokratik zihniyetin ve seküler bir düzenin ne denli yaşamsal olduğunu benim gibilerden çok daha iyi anlatabilir.

[email protected]

@PakerMurat

 

Yazarın Diğer Yazıları

Travma psikolojisi, travma terapisi

Travmatik olayın en temel etkilerinden biri kişinin sembolizasyon kapasitesine ket vurmasıdır. O anlar için söz yoktur, kurulamaz haldedir.

Darbe Girişimi - 1

Darbe tahayyülü, başka bütün siyasi tahayyüller gibi, belli bir sosyo-politik bağlamda can buluyor. O sosyo-politik bağlam ne denli demokratsa, darbe hayali kurmak o kadar zorlaşıyor

Büyü yapsak Kürt sorunu biter mi?

Değişik tonlarıyla baskı, asimilasyon ve şiddet politikalarının işe yaramadığı açık değil mi?

"
"