Din dışında işlerle uğraşan din adamlarına sempatim olmadığı için ne Fethullah Gülen’le, ne de Fethullahçılarla aram olmuştur.
Abant’ta yapılan ve bir davetlinin davetlisi olarak katıldığım bir toplantı hariç, hiçbir toplantısına gitmedim, yurt dışı davetini kabul etmedim.
Gizli saklı halleri, kimin kim olduğu ve ne yaptığının belli olmaması, beni hep rahatsız etti. Halka dönük davranışlarındaki yumuşaklık ve güler yüzlülüğü samimi bulmadım. Bir şeyler gizlemek isteyen insanların tarzını sezdim bunlarda.
“İyilik yapacaksan önce evdekilerden başla” diye çevrilebilecek bir İngiliz atasözü var.
Türkiye’de yedi milyon okuma yazma bilmeyen ve sayısız yarı cahil insan varken Fethullahçıların yurt dışında okul açmasına da anlam veremedim.
Basında, sürekli, Fethullahçıların devlet kurumlarında, özellikle emniyette, yargıda falan denetimi ellerine geçirdikleri yazılıyor ama sürekli olarak yalanlanıyordu.
Yetkililer bu konuda endişeli görünmüyordu.
Erdoğan “hasreti” sona erdirmek için Gülen’i Amerika’dan Türkiye’ye davet ediyordu.
Fethullahçılar seçimlerde AKP’ye oy veriyor, karşılığında Erdoğan ne isterlerse yapıyordu.
AKP ile Fethullahçılar, ayranın içindeki su ve yoğurt gibi karışmışlardı, hangisi su, hangisi yoğurt belli değildi.
Ta ki malum şeyler oluncaya kadar.
İlginçtir. AKP’liler arasında bir tek Erdoğan - ki normalde kabahat samur kürk olsa sırtına giymez –mea culpa dedi. Ve yüksek sesle milletin, kendini affetmesini istedi.
Gerisi ya sustu, ya da Abdullah Gül gibi “Hiçbir şeyden haberim yoktu,” dedi.
Yalanın ve ikiyüzlülüğün, gerçekleri halının altına itmenin veya değiştirmenin norm haline geldiği Türkiye’de Fethullah Gülen olayının gerçek yüzünü araştırmak imkansızdır.
Ama su yüzünde olan gerçekler var.
Bunların en önemlisi, Fethullahçıların Türkiye’de darbe yapmayı düşünecek hale gelmesinin müsebbibinin AKP hükümetleri olduğudur.
Fethullahçılık AKP’nin ve onun başındakilerin eseridir.
AKP’liler ne yaparlarsa yapsınlar bu gerçeği değiştiremezler ve kaç kişiyi ezer ve ocağı söndürlerse söndürsünler bunun aksini kanıtlayamazlar ve vebalinden kurtulamazlar.
İkinci, daha az bilinen gerçek şudur:
Fethullahçıların çoğu Fethullahçı değildir. Lafta Fethullahçıdır, yani. Bu, siviller için olduğu kadar askerler için de geçerli.
AKP, Fethullahçıları o kadar şımartmıştı ki Fethullahçı olmadan sivil-asker bürokraside yükselmek, hatta olduğun yerde kalmak imkânsız hale gelmişti.
Ticaret hayatında, özellikle taşrada ve küçük yerlerde Fethullah’a biat etmeyenlerin devletten iş alması, devlet kapısında iş yaptırması mümkün değildi.
Nazilerin gamalı haçı gibi Fethullahçılığın sembolü olduğu için Zaman gazetesi bir milyondan fazla satıyordu. İyi bir gazete olduğu için değil.
Fethullahçılık bir türlü masonluk, ‘rotary’cilik idi. Nasıl bu kuruluşlar sözde yüksek ideallerin arkasında gizli birer çıkar birliği ise Fethullahçılık da din kisvesinin ardında bir “Ye kürküm ye” birliği idi.
Darbe girişimi de bu birliğin “Verdiğiniz yetmez, hepsini istiyoruz,” demesi idi.
Aralarında fanatikler yoktur demiyorum. Ama bugün işinden olan, hapse yollanan on binlerin çoğu mecburiyetten, pastadan başka türlü pay alamayacaklarından Fethullahçı olmuşlardı.
Nazi olmak zorunda kalan milyonlarca Alman gibi.
Daha önce de söyledim. Darbe girişiminden sonra yapılacak iş, elebaşlarını çarçabuk yargılayıp cezalandırmak, geriye kalanların bir kısmının işine son vermek, gerisine dokunmamaktı.
Ama AKP bunu yapmak için gerekli kendine güven ve sofistikasyona sahip değildir. İntikam hırsı, korku, aklın önüne geçti.
Fethullahçılık bir bela idi.
Ölçüsü çoktan kaçmış bir temizlik harekatı ile AKP, bu belanın yerine ileride daha büyük olacak bir bela ikame etti ve ediyor.
Ama, hata yapmayı kural haline getirdiği için kendi kuyusunu kazdığının farkında değil.
NOT: Yazılarıma bir süre ara vereceğim. Bundan sonraki yazım 24 Ocak’ta çıkacak. Buluşmak üzere ...