11 Haziran 2020

Cahilliğin kısa bir tarihi

Türkiye (ve KKTC) insan olsa ve doktora gitse doktor ona "sende okuma yazma eksikliği var," diyecek. "Düzenli olarak kitap okumalısın ve yabancı dil öğrenmelisin, yoksa iyileşemezsin..."

Michelangelo’nun (1475 - 1564) biyografisini okurken Rönesans Floransası’nın yüksek derecede eğitimli bir nüfusa sahip olduğunu öğrendim.

Kadastro defterlerinden elde edilen bilgiye göre daha 1427 yılında Floransalıların yüzde 70’i okuma yazma biliyormuş.

Bu yıllar aşağı yukarı II. Murad (1402 – 1451) ve oğlu Fatih Sultan Mehmet (1432 – 1481) dönemlerine rastlar.

Bu konuda kesin bir bilgi yok ama herhalde Osmanlı’da okuryazarlık yüzde yedi bile değildi o zamanlar ve o sayının çoğunluğunu da azınlıklar teşkil ediyordu.

Rönesans dediğimiz şeyin meydana gelmesindeki en büyük etkenlerden biri Johann Gutenberg’in (?- 1468) matbaayı keşfinden sonra patlayan kâğıt üretimi idi. Kâğıdın bollaşması o zaman için bugün internetin olması kadar devrimsel bir olgu idi. Sanatçıların değişik şekillerde düşünmesine ve çalışmasına yol açtı.

Gutenberg matbaasını 1450 yılında Almanya’da, Fatih tahta çıkmadan bir yıl önce kurdu. Matbaa çarçabuk İtalya’ya ulaştı ve 1460’lardan başlayarak orada matbaalar kurulmaya başlandı.

Avrupa’da zorunlu eğitim Almanya'da başladı. Büyük Friedrich (1712 - 1786) 5 ila 14 yaşındaki bütün çocuklar için mecburi eğitim getirdi, bu kısa sürede diğer Avrupa ülkelerine yayıldı.

18. yüzyıla gelindiğinde Avrupa'nın büyük bir kısmı yaygın eğitim kurumlarına sahipti.

Osmanlı, eğitimi hiçbir zaman dert edinmedi. Eğitim hiç aydınlanmayan bir karanlık olarak süregeldi.

Tarihimizin en iyi saklanmış sırlarından biridir bu açıklaması olmayan, tarihi yazılmamış öğrenme alerjisi.

Osmanlı dinle devlet işlerinin ayrılması ve modernleşme akımlarının da tümüyle dışında kaldı.

Birçok alanda reformlar getiren Tanzimat hareketi ilköğretimi tümüyle program dışında bıraktı. 1870'ten sonra "iptidai" adı verilen yeni bir tip okul açılmaya başlandı ve 1876 Anayasası ile çocuklara lafta kalan ilkokula devam zorunluluğu getirildi.

İlköğrenime devlet bir kuruş para bile harcamadı.

Eğitim olduğu kadarıyla din adamlarının yönetiminde olmaya devam etti. Tanzimat döneminde Ahmet Mithat Efendi (1844 - 1912), nüfusun yüzde 90 - 95'inin "kalemsiz ve dilsiz" olduğunu yazıyordu.

19. yüzyılın sonunda imparatorlukta lise düzeyindeki okulların yüzde 70'i gayrimüslimlere aitti. Liselerdeki öğrencilerin yüzde 78'i gayrimüslimdi.

Temel okuma yazma cehaletinin "korkunç karanlığı" cumhuriyete kadar sürdü.

Türkiye'de 1927'de bile altı yaşından yukarı nüfusun ancak yüzde 11'i okuryazardı. Kadınlarda bu oran yüzde 4'e düşüyordu.

Osmanlı'da temel eğitimin bu derecede ihmali, tek başına, Türkiye'nin geri kalmışlığını açıklamaya yeter.

Türkiye'nin temel eğitim düzeyi hâlâ Batı'nın değil, birçok Asya ülkesinin gerisindedir.

Eğitim, Osmanlı'da olduğu gibi Türkiye'de de kalkınmanın önündeki en büyük engel olarak duruyor.

Türkiye (ve KKTC) insan olsa ve doktora gitse doktor ona "sende okuma yazma eksikliği var," diyecek. "Düzenli olarak kitap okumalısın ve yabancı dil öğrenmelisin, yoksa iyileşemezsin..."

Yazarın Diğer Yazıları

Ağustos böceklerini güldürdüm

Bağırıyorum ama beni bahçede bağırışan ağustos böceklerinden başka duyan yok

Karar ver KKTC kardeş, açılıyor musun açılmıyor musun?

KKTC hükûmeti ise ülke turist akınına uğrayacakmış gibi davranıyor ve herkes için –ziyaretçiler, oteller ve uçak şirketleri– hayatı kolaylaştıracağına zorlaştırıyor