Bahreyn'deki yaşanan olayların temelinde mezhepsel ayrımcılık yatıyor.
Bahreyn mezhepsel gerginliklerin ve çatışmaların yaşandığı bir tarihe sahip. Mezhepsel çatışmalar bazı dönemlerde en üst seviyelerde bazen de düşük yoğunlukta yaşanmış. Son yıllarda mezhepsel çatışmaları giderek arttıyor. Bahreyn genel olarak Sünni ve Şiilerden oluşmakla birlikte, ülkede başka azınlıklar da var.
Olayların başını da ülkenin yaklaşık yüzde 65-70’ini oluşturan Şiiler çekiyor.
Ülkedeki şii toplum; ekonomik, sosyal ve siyasal haklar açısından birçok imkandan mahrum bırakıldığını düşünüyor.
Şiiler, iktidarın kendilerine karşı ayrımcılık yaptığı düşüncesinde.
Şiiler ülkenin ekonomik olarak en geri kalmış kesimi. Ülkede yaşanan işsizlik ve enflasyon artışından en fazla etkilenen kesim. Ekonomik sorunların yanı sıra Şii vatandaşlar aynı zamanda ülkede iktidar etrafında yaşanan yolsuzluk sorunundan da rahatsız.
Bahreyn’de yaklaşık 500 bin Bahreynli var. Bir bu kadar da yabancı yaşamakta. Aile sayısına vurulduğunda yaklaşık 120 bin ailenin Bahreyn’de yaşadığı görülüyor. Ancak yaklaşık 45 bin aile kendilerine bir yerleşim edinmek için beklemekte.
Ülkenin önemli bir kısmı, Şiilerin yerleşimine kapatılmış durumda.
Bu bölgeler hanedanlığa ait topraklar arasında yer almakta. Diğer yandan söz konusu 45 bin aile kendi evlerini inşa edebilmek için hükümetten izin beklemekte.
Bahreynliler ev satın alamıyor. Bu toplumsal düzeyde ciddi bir huzursuzluk yaratmakta.
Şii toplumu ekonomik, sosyal ve siyasal haklar açısından oldukça düşük standartlara mahkûm edilmiş.
Bahreyn’deki seçimlerde biraz karışık.
Seçim bölgeleri, Bahreyn’deki Şii gruplarını temsil eden El-Vefak bloğunun 16 veya 18 sandalyeden daha fazla oy almamasından emin olacak şekilde dağıtılmış. Seçim bölgeleri sürekli bir şekilde Şiilerin daha az sayıda parlamenter çıkartmasına göre düzenlenmiş.
Bundan önceki Mecliste toplam 18 sandalye Şiilerin elindeymiş. Şii bölgelerinde bir parlamenter çıkartmak için bazen 8000 bazen de 10.000 oy gerekli iken Sünni bölgelerinde bu sayı 100 oya kadar düşürülmüş.
Daha açık bir ifade ile Sünni bölgesinden seçime giren adaylar 100 oy ile parlamentoya girmeye hak kazanırken Şii bölgelerinden seçilen adaylara ise 8000 bin ya da 10.000 oy yeterli olmuş.
Seçim bölgeleri de Sünnilerin lehine olacak şekilde sürekli değiştirildiği söylenmekte. Böylelikle Sünnilerin Mecliste çoğunluğu elinde tutmalarına her zaman imkân sağlanmış gözüküyor.
2010 seçimleri Şiileri ve Şii partileri kontrol altına almak için tasarlanmış bir seçim olarak önceki seçimlerin tekrarı olarak görülüyor
Şiiler ne istiyor?
Şiiler eşit vatandaşlık haklarına kavuşmak, yani her vatandaşın aynı haklara sahip olmasını istiyor görünse de asıl beklenti, iktidarı elinde tutan El Halife ailesini değiştirmek.
Peki bu gerçekleşir mi?
Kolay gözükmüyor.
Bahreyn tok insanların ülkesi. Açlık ve yoksulluktan kıvranan insanlar yok.
Demokrasi ile ilgili mücadele ile de buralarda iktidarı değiştirmek oldukça zor.
Dolayısıyla hem Şii hem de Sünni kesimin görüşlerini almak gerekir. Nasıl ki uçmak için iki kanata ihtiyaç duyuyorsak sorunlara çözüm bulmak için de toplumun çoğunluğunu oluşturan Şii ve Sünnilerin görüşlerine aynı anda başvurmak zorundayız. Açıkçası ben her ne kadar istediğim düzeyde olmasa da mesajın yavaş yavaş gideceği yere ulaştığını düşünmekteyim. Ancak mesaj yerine ulaşmakla birlikte sürecin yavaş ilerlemesi sorunların yaşanmasını da beraberinde getirmektedir. Sorunların bugüne kadar gelmesinin günden güne artarak devam etmesinin temel nedeni kuşkusuz mezhepsel ayrımcılıktır.
ORSAM: Sizinle ilk kez Bahreyn’de al Wasat gazetesinde bir mülakat gerçekleştirmiştik. Aradan geçen bir yıllık sure içerisinde Bahreyn’de parlamento seçimleri gerçekleştirildi. Dolayısıyla mülakatımıza 2010 yılında gerçekleşen seçimler konusuyla başlamak isteriz. Şii toplumunun basın yayın organları seçimi doğrudan eleştirmiş ve hükümetin, seçim kurallarını değiştirdiğini ileri sürmüştü. Nitekim seçimlerden sonra protesto gösteri oldu. Ayrıca seçimlerde Şii adayların beklenen düzeyde başarı sağlayamadıkları görülmüştür. Şiiler Bahreyn nüfusunun önemli bir kısmını oluşturduğunu belirtmenize rağmen seçimi kazanan Şii adayların sayısı 18’de kaldı. Geriye kalan 22 parlamenter Sünni kökenli. Bu çerçevede seçim ve seçim sonuçları hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Dr. Mansur Jamri: Sizinle Bahreyn’de daha öncede bu konuları görüştüğümüzde siyasal katılım hakkında bazı sorunların yaşandığını ifade ettiğini hatırlamaktayım.. Dünyanın başka bir yerinde böyle seçim kuralları olduğunu sanmıyorum. Az önce ifade ettiğim çarpıklıklara ilaveten, oy kullanılan sandıkların seçim gününde değiştirildiğini ve böylelikle seçmenlerin oy kullanmasının da yer yer engellendiğini gördük. Ayrıca aday olma süreci de oldukça sorunludur. İkamet ettiğiniz bölgeden aday olmak için başvurduğunuzda sizden habersiz ikamet adresiniz değiştirilip aday olmanız engellenebiliyor. Neticede seçilmenizin imkânınız olduğu bir bölgeden seçime girmeye zorlanabiliyorsunuz. Ya da bunun tersine, ikamet adresinizin dışında bir bölgeden aday olmak istediğinizde engellenebiliyorsunuz. Oysa Bahreyn’in küçük bir ülke olması nedeniyle, adayların ikamet ettikleri bölgeler dışında da kendi rızalarıyla aday olabilmeleri gerekir. Sorunlar seçim gününde oy verme sırasında da yaşanıyor. Oy kullanmak için sandık başına gittiğinizde isminizin seçmen listesinde olmadığını görebilirsiniz. Bu durumda birçok seçmen oy kullanamıyor. Sonuç olarak seçimleri yönlendirmek ve kontrol etmek için birçok yöntemin devrededir. Şikayet mekanizmaları ise işletilmemektedir. Yapılan şikayetlerden bir sonuç alınması mümkün olmamaktadır. Dediğim gibi bu uygulamaların nedeni, yönetimin seçim sonuçlarını kontrol etmek istemesidir.
Gelecekte mesela 10 yıl sonra uzmanlar Bahreyn’de politik istikrardan endişe duymaktalar. Siz bu öngörü için neler düşünüyorsunuz? Çünkü bilindiği üzere Bahreyn’de mezhepsel gruplar arasında büyük bir ihtilaf var.
Evet, hala devam eden iç sorunlarımız vardır. Ancak ben her şeye rağmen sorunlarımızı çözeceğimize inanmaktayım. Şu da bir gerçek ki Bahreyn küçük bir ülke olduğundan bölgesel problemlerden de etkilenmektedir. Dolayısıyla Irak’ta olan bir olay doğrudan Bahreyn’i etkilemektedir. Aynı şekilde Suudi Arabistan veya bir diğer Körfez ülkesinde yaşanan sorunlar da yine Bahreyn’i doğrudan etkileyebiliyor. Ortadoğu’da olan veya olabilecek tüm olaylar ve sorunlar bir şekilde Bahreyn’i etkilemektedir. Bu çerçevede Bahreyn’de yaşanan olayların bölgede meydana gelen olaylardan bağımsız olmadığını belirtmek isterim. Buna rağmen bazı sorunların çözülmesinde önemli bir yol aldığımızı düşünmekteyim. Ancak halen çözülmesi gerekilen önemli sorunlarla karşı karşıya olduğumuzun farkındayım.
Bahreyn Şii toplumunun karşılaştığı en önemli problemlerin neler olduğunu bir de sizden duymak isteriz? Şiiler Bahreyn’de eşit vatandaşlar olarak mı görülmekte yoksa bazı ayrımcılık politikalarıyla karşı karşıya mı kalmaktalar?
Son haftalarda, Mısır’da yaşanan halk hareketlerinin Bahreyn’deki etkileri tartışılıyor. Bu konuda bir öngörünüz var mı? Bahreyn de Mısır’daki benzer bir kriz yaşayabilir mi?
Mısır’daki halk ayaklanmasının önemli olduğunu düşünmekteyim. Mısır’daki halk ayaklanmasının Bahreyn’i etkilemesi muhtemeldir. Fakat bildiğini gibi Bahreyn küçük bir ülkedir ve Mısır gibi büyük ülkelerle karşılaştırmak mümkün değildir. Evet, sorunlarımız var ve belki de sorunlarımız olmaya devam edecektir. Ancak kişisel olarak bu sorunların çözülmesi gerektiğini düşünmekteyim. Ben de sorunlarımızın demokratik yöntemlerle çözülmesi için çaba harcayan insanlardan biriyim. Toplumda var olan kaygıların sesi olmaya çalışıyoruz. Bu kapsamda herkesin gelişmiş bir toplum olmamız için olumlu katkı sağlaması gerektiğini düşünmekteyiz. İnsan haklarının ve demokrasinin üstün olacağı bir ülke olmanın dışında herkesin eşit katılım hakkına sahip olduğu bir toplum istiyoruz.
Farklı toplumsal konulara da değinmek isteriz. Her şeyden önce şunu belirtmek gerekirse, Ortadoğu ile ilgili birçok önyargı bulunmaktadır ki bunlardan biri de kadının toplumdaki statüsüdür. Bahreyn’de kadınların toplum içindeki rolü nedir? Sisteme dâhil olduklarını söyleyebilir miyiz yoksa sistemin dışında mı yer alıyorlar?
Oldukça önemli bir konuya değindiniz. Açıkça ifade etmek gerekirse Bahreyn’de kadınların konumunun diğer Körfez ülkelerine göre biraz daha iyi olduğunu belirtmek isterim. Bunun sebebi, Bahreyn’deki kadınların eğitim seviyesi ve eğitim yaşının diğer ülkelerle karşılaştırıldığında daha erken bir dönemde başlaması ve daha uzun sürmesidir. Bahreyn’de kadınların araba kullanmalarına 1940’lardan beri izin verildiğine dikkat çekmek isterim. Ayrıca seçimlerde oy kullanma hakkının da daha önce verildiğini eklemek gerekir. Bahreynli kadınlar birçok temel hakkı çok daha önce elde etmişlerdir. Eğitim alanında çok iyi ilerlemeler kaydediyorlar. Kendilerini geliştirip iş hayatında ve diğer alanlarda hızla ilerliyorlar. Son yıllarda yapılan değişikliklerle Bahreynli kadınların seçimlerde aday olmalarına da izin verilmiştir. Şu anda iş kadını olarak birçok ticari nitelikli topluluklarının içinde kadınları görmek mümkündür. Bayan CEO’larımız ve banka yöneticilerimiz bulunmaktadır. Tüm bunlardan daha da önemlisi iki kadın bakanımız var. Bayanlar hükümette, parlamentoda, yargıda ve diğer yerlerde görevler alıyor. Yine de bazı sıkıntılarımız var. Özellikle kadın adayların seçilmesi konusunda sorunlar bulunmaktadır. Parlamento seçimlerinde sadece bir bayan milletvekili adayımız kazanmıştır. Nitekim onun da seçilmesinin temel nedeni seçimde söz konusu bölgede rakip adayların çıkmasına izin verilmemesidir. Böylelikle bayan adayımız rakibi olmadan seçimi kazandı. Ayrıca bir tane de belediye başkanlığı seçimini kazanmış kadın başkanımız vardır; fakat o da hakkıyla kazanmadı. Dolayısıyla bunu başarı olarak nitelendiremeyiz. Asıl problem, seçimi kazanacak olan grupların listelerine kadınları eklememeleridir. Şii İslami partisi olan El-Vefak partimiz var mesela. Kazanabilecek bir kadın ismini ilk önce listelerine eklediler ancak sonra adayı listeden çıkarttılar. Aynı şeyi Müslüman Kardeşler grubu da yaptı. Diğer yandan Selefiler ise bunun haram olduğunu düşünüyor. Sizin de Bahreyn’de görüştüğünüz üzere Bahreyn’de Cemiyet-ul Asalen gibi bir Selefi grubumuz var. Onlar seçime katılmanın kadınlara haram olduğunu ifade ediyorlar. Diğer yandan Müslüman Kardeşler bunu haram olarak görmemesine karşın seçim listelerinde bayanlara kontenjan tanımıyor. El-Vefak partisi de haram olarak görmüyor ama aynı şekilde onlar da listelerine eklemiyor. İlerde ekleyeceklerini söylüyorlar. Dolayısıyla kadınların siyaset sahnesinde geri kalmalarının önemli nedenlerinden biri bu ayrımcılık. Kadınlar sadece kadın olarak kazanamazlar, grupların bir parçası olmak zorundalar ve grupların da onlara destek vermesi gerekir. Asıl engel olan bu konunun derinlemesine incelenmesi gerekir.
Şimdi bu noktada bir diğer konuya dikkat çekmek gerekirse Arapça’da Meclis kelimesinin kökenine inmek gerekebilir. Meclis erkeklerin toplandığı yer anlamında kullanılmaktadır. Sorunların konuşulduğu veya toplantıların yapıldığı yerlerde kadınların olması düşünülmezdi. Siyasal sürecin üzerine oturduğu Meclis daha sonraları da kadınları dışlayan bir yapı olarak varlığını sürdürdü. Ancak bunun zamanla değişmeye başladığını görmek gerekir.
Dolayısıyla kadınların siyasal ve toplumsal alandaki rollerine yönelik bakışın yavaş yavaş değiştiğini söyleyebiliriz...
Kesinlikle ilerleme kaydediliyor. Toplumda kadınlar yavaş yavaş güçlenmektedir. Fakat Arap toplumu erkek egemen bir toplumdur. Daha önce de belirttiğim üzere Meclis erkeklerin bir araya geldiği bir yerdir. Eğer ki seçimlerde yer almak istiyorsanız Meclis’e veya Meclis’teki insanlara gitmeniz gerekir ve genellikle orada erkekler vardır. Dolayısıyla kadınlar nasıl Meclise girecekler ve burada nasıl konuşacaklar? Erkek Meclis’e, camiye veya herhangi bir yere gidebilir fakat kadınlar camiye gidemez ve aynı zamanda camide yüksek sesle konuşamaz. Aynı şey Meclis içinde geçerli, bir kadın Meclise gidemez ve yüksek sesle konuşamaz. Bu kültürel bir durumdur. Erkekler Meclis’te baskın konumdadırlar. Fakat yavaş yavaş bu durumun değiştiğini belirtmek gerekir.
Son olarak Türkiye konusuna değinmek istiyoruz. Siz Bahreyn Veliaht Prensi ile birlikte Türkiye’yi ziyaret eden resmi heyetin içindesiniz. Türkiye’ye gelen resmi heyetin temel beklentisi nedir?
Bahreyn Veliaht Prensi Emir Salman Bin Hamad Al-Khalifa liderliğinde bir delegasyonumuz ile Türkiye’yi oldukça önemli bir ziyaret gerçekleştirmekteyiz. Resmi heyet içerisinde üç kilit bakan yer almaktadır. Dışişleri Bakanı, Sanayi Bakanı ve Çalışma Bakanı. Bunların yanında Bahreyn’deki İş Konseyi Başkanı, iş adamları ve gazeteciler yer almaktadır. Heyetler arasındaki görüşmelerde Türkiye ve Bahreyn arasında ticari işbirliği artırmaya yönelik bir memorandum imzalandı. Biz Bahreyn’in Türk inşaat şirketlerinin ilgisini çektiğine düşünmekteyiz. Çünkü bizim yerleşim birimleri için inşaat sektörüyle ilgili önemli planlarımız bulunmaktadır. Aynı zamanda karşılıklı yatırımlar konusunda da ortak projelerin gerçekleştirilebileceğini düşünmekteyiz. Bu taraflar arasında görüşülüp üzerinde uzlaşma sağlanacak alanlardan bir tanesidir. Aynı zamanda Türkiye’nin gıda arzı için de ortak yatırımları tartışılacaktır. Çünkü Bahreynli yatırımcıların gıda temin güvenliği konusunda Türkiye’ye özel bir ilgisinin olduğu bilinmektedir. Gıda temini konusunda fiyat ve kalitede dalgalanmaların önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Öte yandan Bahreyn’de halı hazırda 10 Türk bankası faaliyet göstermektedir. Bu ilişki de Türk ve Bahreynliler arasındaki finansal işbirliğinin daha da gelişmesine katkı sağlayacaktır. Şu an iki ülke arasındaki ticaret payı yılda 250 milyon dolar civarındadır. Fakat Körfez’deki pazar imkânları düşünüldüğünde bu rakamın oldukça düşük olduğu görülmektedir. Körfezdeki pazarın yaklaşık 1 trilyon dolar olmasına karşın iki ülke arasındaki ticaret hacmi oldukça düşük kalmıştır. Bu yüzden Bahreyn aslında Türkiye’ye ve Türk şirketlerine Körfez piyasalarına açılmaları için güvenilir bir kapıdır. Eğer Türkiye Körfez de etkili olmak istiyorsa, Körfeze girmek için Bahreyn’i bir giriş kapısı olarak kullanabilir. Aynı zamanda Bahreynliler de Türkiye’den elbette faydalanacaklardır. Onlarda Türkiye’den uzmanlık desteği isteğinde bulunacaklardır. Bu yüzden karşılıklı antlaşma kapsamında bir memorandum imzaladılar. Başbakan Recep Tayip Erdoğan ve bizim delegasyonumuzdaki kişiler arasında görüşmeler gerçekleştirildi. Aynı görüşmeler Ankara’nın dışında İstanbul’da da sürecektir. İstanbul’daki iş adamlarıyla da benzer toplantılar gerçekleştirip, ortak işbirliği alanları üzerinde duracağız. Dolayısıyla bu aslında daha çok ekonomik işbirliğinin artırılmasını sağlamaya dönük bir ziyarettir. 2006 yılında ise Bahreyn başbakanı Türkiye’yi ziyaret etmiş ve birçok antlaşma imzalamıştı. 2008 yılında Bahreyn Kralı Türkiye’ye resmi bir ziyaret düzenleyip özellikle güvenlik alanında iş birliliği anlaşmaları imzalamıştı. Bahreyn ayrıca Türkiye’den askeri teçhizat alımı yapıyor. Bu süre zarfında politik alanlarda da iş birliği sağlanmışsa da daha çok askeri alanlarda iki ülke arasındaki ilişkiler gelişme göstermişti. Kralın ziyaretinin ardından Bahreyn askeri ürünler almaya, Türkiye ise Bahreyn’de bankalar açmaya başlamıştı. Gelecekte, özellikle gıda güvenliği konularında daha geniş çaplı işbirliklerinin gündeme geleceğini düşünmekteyim. Ayrıca Bahreynliler Türkiye’nin gelecek yıllarda daha da iyi bir konumda olacağına inanmaktadır.
Mısır kriziyle birlikte Türkiye’nin Ortadoğu politikasının Arap dünyasında nasıl bir yankı bulduğunu düşünüyorsunuz? Bir Arap gazetecisi olarak Arap kamuoyunun nabzını yakından takip etmektesiniz. Türkiye’nin Mısır’daki krize yaklaşımı çok farklı tartışmalara vesile oldu. Sizce Türkiye’nin Mısır krizindeki söylem ve politikaları Ortadoğu’daki devletler ve halklar tarafından nasıl algılanıyor?
Şimdiye kadar Ortadoğu’daki devletler tarafından Mısır olaylarına ilişkin olarak resmi düzeyde hiç bir açıklama yapılmadığını görmek gerekir. Sadece hükümete yakın bazı gruplardan Hüsnü Mübarek’i destekleyenlerin görüşlerine verilmiştir. Ancak genel olarak devletlerin derin bir sessizlik içerisinde olduğu gözlemlenmektedir. Bir diğer gerçeklik ise devletlerin sessiz kalmalarına karşın Arapların sokaklara çıkıp Mısırdaki devrim hareketini kutluyor olmalarıdır. Arapların çoğu Mısır’daki olası pozitif bir gelişimin doğrudan kendilerini de pozitif bir şekilde etkileyeceğine inanıyor. 85 milyonluk bir Mısır’da sistem demokratik olmak zorundadır. Dolayısıyla elde edecekleri demokrasi tüm Arap ülkelerinde yankı bulup pozitif bir etki bırakacaktır. Demokratik haklardan mahrum 150 milyon Arap vardır ve Mısır’daki gelişmelere tanık olmak onları mutlu etmektedir. Bakın Tunus şimdi demokrasi yolunda. Belki Mısır da bir demokrasiye ev sahipliği edecektir. Bu şekilde alınacak sonuçlar diğer ülkelerin de demokratikleşme yolunda önemli adımlar atmalarına yol açacaktır.
Mısır’daki halk devrimi sürecinde Türkiye’nin izlediği dış politika nasıl değerlendiriliyor? Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Erdoğan Mısır krizi hakkında açıkça görüş bildirdi. Bu durum Arap ülkelerinde ve Körfez ülkelerinde nasıl yankılandı?
Bence Başbakan Recep Tayip Erdoğan sözleriyle Arap dünyasındaki herkesi şaşırttı. Doğrudan Hüsnü Mübarek’e, halkının taleplerini dinlemesini söyledi. Mısır halkını desteklediğini ifade etti. Gerçekten bu söylemler tüm Arapları şaşırttı. Sayın Erdoğan’ın söyledikleri Arap ülkelerindeki bireyler tarafından memnuniyetle karşılandı. Bu insanlar, başbakanın iyi bir lider olduğunu söylüyor. Aslında Araplar Amerika, İngiltere veya Fransa tarafından bir şeyler söylenmesini bekliyordu fakat söylenmesi gerekenlerin Türkiye tarafından dile getirilmesi herkesi şaşırttı. Gazze olayları gibi başka birçok olayda da Türkiye net bir tutum sergiledi. İşte bu net tutumlar Türkiye’nin Arap kamuoylarındaki imajını güçlendirdi. Bilhassa Gazze’ye yönelik girişimler Türkiye’nin ne kadar kararlı olduğunu gösterdi. Oldukça büyük bir etkiye yol açtı. Bence Türkiye Arap dünyasında en büyük etkiye sahip ülke olacaktır. Özellikle şimdilerde Arap halkı Türkiye’ye karşı daha önceden var olmayan bir sempati beslemeye başladı. Eskiden Araplar Türkiye’ye daha farklı bakıyorlardı ve Türkiye’nin bizden oldukça farklı olduğunu düşünüyorlardı. Fakat şimdi Türkiye’nin aynı bizim gibi olduğuna inanıyorlar. Türkler Müslüman kardeşlerimiz ve bizim gibi Doğulular. Bizi anlıyor ve destekliyorlar dolayısıyla Türkiye’nin başarıları bizi mutlu ediyor.
Diğer yandan Türkiye İslam’ın modern şeklini temsil etmede de çok büyük bir rol oynadı. Ortadoğu’daki bazı İslami hareketler radikaldir, daha çok şiddet yanlısıdırlar ve uluslararası toplum tarafından kabul edilemez stratejiler izlerler. Bugün ise modern politikalar mevcuttur. Türkiye bir anlamda İslam’ın demokratik yüzünü çok iyi temsil etmekte ve uluslararası politikayı kurallarına göre oynamaktadır. İslam açık bir demokrasi anlayışı gözetmesine karşılık Ortadoğu’daki “demokratik sistem” İslam’dan ayrılır. Bu bağlamda Türkiye, Doğu ve Batı arasında bir şekilde köprü görevi görmektedir. Gazze, Lübnan veya İran nükleer programı konusundaki rollerini çok iyi oynamakta ve aynı zamanda herkesle çok iyi ilişkiler içindedir. Ekonomik gelişmeler ve kültürel ilişkilerde de iyi bir konumdadır. Türk dizilerinin bu konuda oldukça önemli bir rol oynadığını ve dizilerin aynı zamanda toplumlar arasındaki ilişkileri geliştirici bir rol yüklendiklerini ifade etmek gerekir. Bizler de bunu görebiliyoruz. Şu anda Türk TV yıldızları Arap dünyasında çok popülerdir. Aynı zamanda söz konusu yıldızların yerel isimleri bile var. Aileler her zaman onlara ilgi duyuyorlar. Açıkçası Türkiye doğru bir strateji kullanarak kartlarını iyi bir şekilde kullanıyor.
Bize zaman ayırdığınız içinde çok teşekkür ederiz.
Ben de Bahreyn’in meselelerine gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ediyorum.
* Bu röportaj 9 Şubat 2011’de ORSAM Ortadoğu Danışmanı Doç. Dr. Veysel Ayhan ve Ortadoğu Uzman Yardımcısı Nazlı Ayhan tarafından Ankara’da gerçekleştirilmiştir.