Dile kolay tam 58 yıl, 1955-2013 arası kaç kuşak onunla büyümüştü. Şehrin kuzeye doğru geliştiği 90'lı yıllarda eski popülerliğini yitirip bakımsız kalsa da İstanbul'da toplu ulaşımın önemli bir parçasıydı. Döküntü istasyonları, sürekli geciken seferleri, seyir halinde kapıdan sarkan çocukları, tinerci ve şarapçıların uyuduğu duman altı "son vagon"una rağmen bambaşka bir âlemdi banliyö treni!.. Halkalı'yı Sirkeci'ye, Gebze'yi Haydarpaşa'ya bağlayan banliyö trenini bir ulaşım aracının ötesinde, kent kültürünün olmazsa olmazı haline getiren, kurulmasına imkân verdiği insani ilişkilerdi. Her gün aynı saatte gide gele insanların selamlaşmaya başladığı, kimin nerede ineceğini bile zamanla ezberlediğimiz bir yoldaşlık ruhu oluşurdu raylarda... Ucuz "sosisli" ve konsantre limonata (!) satan istasyon büfecisinden, "Abilerim, ablalarım!" diye söze başlayan, dikiş iğnesi alana yanında yara bandı ve kalem hediye eden (!) seyyar satıcısına kadar tüm karakterleriyle, bir İstanbul filmiydi banliyö treni... Ve o film, 19 Haziran 2013'te sona erdi.
Artık "Marmaray" var...
Marmaray'la entegrasyon nedeniyle 2013'te kapatılan banliyö hatları, tamamen yenilenerek nihayet bu hafta içi açıldı! Ve açılışla birlikte gördük ki yürüyen merdivenli yepyeni istasyonları, onlarca dijital turnikesi, eskisine göre gayet hızlı lokomotifleriyle son derece modern bir ulaşım sistemi vardı karşımızda. Üstelik Boğaz'ın altından geçiyor ve iki yakanın banliyö hatlarını birleştiriyordu. "Birinci mevki"nin yerini alan ve seyir yönünde dikey uzanan koltuklar, bir dönemin kapandığını anlatıyor gibiydi bizlere. Banliyö treni, modernleşmişti.
Peki bu durumda, artık büyük sitelerin mahallelere tercih edilmesi gibi, banliyö treni de "Metrobüs kültürü"ne mi yenilmişti? İstanbul'un en güzel manzaralı, kadim ulaşım aracı; insanların birbirine omuz atarak bindiği, oturmayı başaranların derhal cep telefonlarına dalıp ortamdan izole olduğu Metrobüs'e mi dönüşecekti?!..
Kapalıçarşı esnafından öğrencisine, Yeşilköylü gayrimüslim teyzelerden Sarayburnu'nun amatör balıkçılarına kadar rengârenk bir yolcu profiline sahip banliyö treninde, elbette bu pek mümkün değildi!.. Yani eski dostumuz, seyrine kaldığı yerden devam edecekti.
Tren hâlâ "komünist işi"!..
Ama tek bir hatta yapılan yenilemeyle, ülkenin tren kültürü çağ mı atlamış oldu? Gerekli gereksiz her yere havalimanı, köprü ve otoyol inşa edilen ülkemizde, banliyö hattını "iyileştirmenin" tam 6 yıl sürmesi bile bu soruya "hayır" demek için yeterli. Zira bugün yine tren demek, bir yaşam biçimi değil; açılışı hep seçimlere denk getirilen, sonrası hiç düşünülmemiş "proje"ler demek aslında... Ankara tren kazasında "sinyalizasyon"un önemli olup olmadığı tartışılırken, ortalama hızı saatte 300 kilometreyi bulan trenler cirit atıyor birçok ülkenin raylarında... Japonya, Almanya ve Çin mesela, bu hızı daha da yükseğe çıkarmak için birbirleriyle rekabet ederken bizde 25 kişi Çorlu tren kazasında hayatını kaybedebiliyor, suçlu ise "yağmur" olarak gösteriliyor! Avrupa'da kasabalar bile birbirine raylı sistemle bağlıyken TCDD'nin sayfasına baktığımızda, İstanbul - Ankara hızlı tren hattı dışında kullanabileceğiniz güzergâh sayısı, bir elin parmaklarını geçmiyor! İller arası trenlerde bile sadece 13 "ana hat" bulunuyor!
Yani "Demir ağlarla ördük, ana yurdu dört baştan" dizesini marş haline getirmiş bir toplumun ulaşım politikası, Turgut Özal'ın Soğuk Savaş'tan kalma "Tren komünist işidir" mottosunun dışına çıkamıyor.
Tren değil, son istasyondur demokrasi...
Hal böyle olunca bize de uzun bir aradan sonra tekrar kavuştuğumuz banliyö treniyle avunmak kalıyor! Hat üzerindeki konutlara rağbet artacak diye uman emlakçıdan, gıcır gıcır vagonlarda "selfie" çekerek sevinen kendi halindeki yolcuya, bugünlerde herkes çok neşeli!.. Eşeğini önce kaybedip sonra bulan Nasreddin Hoca misali!..
Oysa son 6 yılda daha neler kaybetmedik ki? Çoğulcu demokrasiden kuvvetler ayrılığına, basın özgürlüğünden şeffaf topluma, gösteri hakkından adil yargıya pek çok şeyi hızla yitirdik. Bir banliyö hattının geri dönüşüne böyle seviniyorsak, kim bilir bir gün o değerlere tekrar kavuşmamızı nasıl kutlayacağız?!..
Ve o zaman demokrasinin "amaca varılınca inilen bir tren" değil, varılması gereken istasyonun bizzat kendisi olduğunu yeniden anlayacağız!