16 Şubat 2020

İlk taşı en dürüst olanımız atsın!

'Karşı cenah'tan birini ahlaki açıdan 'tutarsız' diye linç etmek kolay ama ya biz 'öteki'ler ne kadar samimi, ne kadar güveniliriz?

Videoyu izlemişsinizdir. Youtube'da halkla söyleşiler yapan "Kendine Muhabir" kanalı, mikrofonu AKP'li olması muhtemel bir vatandaşa uzatarak bir tür sosyal deney yapıyordu. Soru, "Ekrem İmamoğlu, karşı çıktığı halde Kanal İstanbul civarında arazi almış. Ne düşünürsünüz?" şeklindeydi.

"Milli irade" abimiz de tabii fırsatı bulmuş, İmamoğlu'na verip veriştiriyor, hatta İBB Başkanı'nı "iki ayaklı tilki"ye benzetiyordu! Derken muhabir, güya stüdyodan kendisine yeni bir bilgi gelmiş gibi yapacak ve "Pardon! Araziyi alan İmamoğlu değil Berat Albayrak'mış" diye vatandaşın tepkisine bakacaktı. Beklendiği gibi cevap, "Abisi, parası olan istediği yerden arazi alır. Bize ne!" idi. Deney amacına ulaşmış, "Söz konusu AKP ise vatandaş 'koyun gibi'dir" imajı oluşmuştu. Artık sosyal medyada linç başlayabilirdi.

Dürüstlüğün ilk şartı: İğneyi kendimize batırmak

Gerçekten de video ortaya çıkar çıkmaz hayli ses getirdi. Kimileri, abinin kendi deyişiyle "90 derecelik" (!) dönüşünü "siyasal İslam"ın doğasına bağlıyor, kimileri "cehalet"ten girip "riyakârlık"tan çıkıyordu. Neticede karşımızdaki, ülkeyi 18 senede ahlaki bir çöküntüye sürüklemiş "öteki cenah"tan biriydi ve ağzımıza geleni söylememiz serbestti.

Videoya en ilginç yorum ise aktör Altuğ Yücel'den gelecekti. Yücel de Türkiye'nin mevcut durumuna üzülen her düzgün birey gibi videoya önce kızıp sonra çok güldüğünü söylüyor ama "biz"i iğneyi "kendimize batırmaya" davet ediyordu. Sahi, aynı sosyal deney "seküler kesim"den bir vatandaşla yapılsa ve söz konusu "tuttuğumuz parti" olsa, bu videoyu eleştiren birçok kişi, her ne saikle olsun benzer şekilde çark etmez miydi?

Biz ne kadar 'birey'iz?

Cesurca bir yüzleşme çağrısı, ikiye bölünmüş bir toplumda bilinçaltımıza tutulan bir ayna gibiydi Altuğ Yücel'in "tweet"i. Çünkü itiraf etmesi kolay olmasa da biliyorduk ki biz de "kendi kampımız"dan birini ya da bir partiyi sımsıkı kapalı gözlerle, fanatikçe savunabilirdik. Tıpkı 17/25 Aralık'ta ortaya dökülen ayakkabı kutularına, "Sıfırlıyorum babacım!" kayıtlarına tereddütsüz inanan; ama aynı elden çıkmış "şike tape"leri mevzubahis olduğunda "Komplo!" diyebilen futbol taraftarları gibi!..

Çünkü birçoğumuz, şeklen "Batılı" olsak da hâlâ daha modern bir toplumun "birey"i değil, kendimizi ait hissettiğimiz küçük küçük cemaatlerin müritleriydik. Birey olmak, devleti gerektiğinde karşımıza almayı gerektiren, düşünülemez bir durumdu bizim için. Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne neredeyse olduğu gibi intikal etmiş, "kutsal devlet - itaat eden vatandaş" ikiliğinin 2000'li yıllarda bile etkisindeydik.

Aman Ali Rıza Bey, ağzımızın tadı kaçmasın!

Öyle ya; doğalgazdan benzine, içkiden sigaraya kadar her şeye fahiş zamlar yapılıyor, bizse hiçbir tepki vermiyorduk. Gelişmiş bir ülkede ortalığın ayağa kalkması gerekirken biz, evde etil alkolden rakı üretip tütün sararak, kaloriferin birkaç peteğini kapatarak duruma adapte oluyorduk.

Wikipedia yıllarca yasaklanıyor, "Neden?" diye yüksek sesle sormak yerine "VPN" yükleyerek işimize bakıyorduk. Köklü aileleri, dev servetleri yöneten burjuvazisiyle bile "Aman Ali Rıza Bey, ağzımızın tadı kaçmasın!" toplumuyduk.

Dahası, bir fırsatını bulunca "biz" de trafik kurallarını rahatça çiğneyebiliyor, evlerimize ruhsatsız eklentiler yapabiliyorduk.

Tabii ki devlet tüm bunların farkındaydı, farkında olmasına... Hatta kaçak tütün dükkânlarını görmezden geliyor, yeri geldiğinde vergi afları, "imar barışları"yla reayayı bir "baba" olarak koruyor, kolluyordu! Yeter ki kendisine açık açık muhalefet edilmesin, mutlak otoritesi sorgulanmasın! Gül gibi geçinip gidiyorduk.

'Birey' olmanın sırrı: 'Hayır' diyebilmek

Böylesi bir "evcilik oyunu" sadece devlet - birey çatışmasında değil, bireyler arası ilişkilerde de çıkıyordu karşımıza... Özel alanda da "hayır" demeyi bilmiyor ve bunu kimi zaman "nezaket", kimi zaman da "gelenek - görenek"le açıklıyorduk. Hiç hoşlanmadığımız akrabamıza mecburen güler yüz gösteriyor, çat kapı gelen komşuyu hiç istemediğimiz halde buyur ediyorduk. Hasbelkader tanıştığımız bir Batılı'nın ikram ettiğimiz yemek için "Sevmedim!" demesine, kahve davetimizi "Üzgünüm, vaktim yok" diye geri çevirebilmesine gıptayla karışık bir hayrete düşüyor, yine de "maskeli balo"muzu sürdürüyorduk.

Çünkü zor işti "birey" olmak. Bugün mahallesindeki kırk yıllık esnaftan fiş isteyen bir "birey", maazallah yarın bir gün devlete de ödediği verginin hesabını sorabilirdi. Bu da idareimaslahatçılığın sonu demekti ve aman Ali Rıza Bey, ağzımızın tadı kaçabilirdi.

Elbette buradan "Herkes Batılı olsun", "En güzel kültür Batı kültürüdür" gibi bir sonuca varamayız. Ama modern manada "birey"i ve "özgür vatandaş"ı inşa edemediğimiz müddetçe demokrasi görünümlü saltanattan da kurtulamayacağız. Tüm bunların ışığında, sosyal medyada linç edilen "milli irade" abimizi suçlamadan önce bir kez olsun aynaya bakmakta yarar var. Karşımızda gördüğümüz; fikirlerini özgürce ifade edebilen, hakkını arayabilen, "hayır" diyebilen ve "öteki"nin "hayır" demesine saygılı bir "birey"se sorun yok.

O zaman ilk taşı en dürüst olanımız atsın!

Yazarın Diğer Yazıları

Alkollüydüm, şeytana uydum, Rabbim affetsin!

Bizler millet ve devlet olarak fevkalade kusursuzuz ama çeşit çeşit dış güç bizi kandırıyor, mütemadiyen yoldan çıkarmaya çalışıyor

Kereviz salatası ve dehşetin elastik sınırları!

Türkiye'de gece yatağa "Artık hiçbir şeye şaşırmam!" diye girip ertesi sabah daha da garip olaylara uyanıyoruz

Depremden cennete, laiklikten cinnete...

Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman kelimenin tam anlamıyla "laik" olamadı. Ama siyasette dinin bugünkü kadar içi boş ve pervasız kullanıldığı bir döneme de rastlanmadı