30 Ağustos 2023

Seni bir daha kendine gömen

Galatasaray her iki maçta da benzer şeyler yaptı. Her iki maçta da Molde’nin futboluna esir düştü. Her iki maçta da esir düşmesine rağmen galip gelmeyi bildi. Her iki maçta da karşılaşmanın son bölümünde üçlü defansa döndü. Ve iki maçta da galibiyet golü uzatmalarda geldi. Galatasaraylılarda elbette sevinç büyük. Ama kimse de oynanan futbolun kötülüğünü inkâr etmiyor.

Geçen yıl Galatasaray’ın deplasmanda oynadığı ve 7-0 kazandığı maç öncesi yazımda kullanmıştım Alp Yalman’ın ağzından duyduğum, “Galatasaray’ın en önemli maçı, oynayacağı ilk maçtır” kalıbını. Yalman’ın bu vecizesinden yola çıkarak yazıyı, “Galatasaray tarihindeki en önemli maçını dün Molde FK karşısında oynadı ve rakibini 2-1 yenerek UAFA Şampiyonlar Ligi’nde gruplara kaldı” sözleriyle başlatıyorum. Gerçekten de Molde eşleşmesi Galatasaray’ın tarih boyunca karşılaştığı en kritik meydan okumalardan birisine şahitlik etti. Burada “tarih boyunca” öylesine kullanılmış bir ibare değil. İki boyutu var. İlki ülke boyutu. 

Türkiye, UEFA Şampiyonlar Ligi gruplarına bugüne dek sadece iki sezonda temsilci gönderemedi. Bunun ilk müsebbibi bir Norveç takımı olan Rosenborg’du. 1995-1996 sezonunda Türkiye şampiyonu Beşiktaş, Şampiyonlar Ligi play-off’unda Norveç şampiyonu Rosenborg’a 0-3 ve 3-1’lik sonuçlarla elenerek gruplara kalma hakkını yitirdi. İkincisinde ise müsebbib bir Norveçli değil, fakat bir İskandinav takımıydı. Türkiye şampiyonu Trabzonspor, geçtiğimiz sezon Danimarka’nın şampiyonu Kopenhag FC’ye 1-2 ve 0-0’lık sonuçlarla elenerek yoluna UEFA Avrupa Ligi’nden devam etti.

İkincisi ise Galatasaray boyutu. Sadece Beşiktaş ve Trabzonspor değil, Galatasaray da İskandinav ülkelerinin temsilcileri nedeniyle büyük acılar çekti. Buna örnek olarak Galatasaray’ın 2005-2006 sezonunda Norveç temsilcisi Tromsø IL’ye elenmesini hatırlayabiliriz. Keza 2017-2018 sezonunda ise İsveç takımı Östersunds FK’ya elenerek Avrupa kulvarının dışında kalmasını.

Peki nedir bunun esrarı? Takımlarımız niçin İskandinav ekipleri karşısında çoğunlukla sahayı üzgün terk ediyorlar? Yanıt basit; çünkü İskandinav takımları belirli bir sistem dahilinde oynayan takımlar. (Burada anahtar kelime yabancı dillerden Türkçeye geçmiş sistem sözcüğü.)  

Galatasaray’ın dün ciddi manada zorlandığı Molde FK maçının analizine aslında bir hafta öncesinden başlamak gerekiyor. Çünkü dün Ali Sami Yen’de yaşanan şeyin yönetmen montajı versiyonunu geçen hafta Molde’de oynanan deplasman maçında izlemiştik.  

Geçen hafta çarşamba günü Molde FK’nın her şeyden önce otomatikleşmiş bir oyun gücüne sahip bir takım olduğunu görmüştük. Gerçekten de basit, ama çok güçlü bir oyunu var Molde’nin. Neredeyse bütün hücumlarda aynı setin varyantlarını oynuyorlar: Önce rakiplerini sahanın bir bölümünde topluyorlar, sonra da diğer kanada gönderdikleri ters topla rakip defans yerleşimini altüst ediyorlar. Bu hücumlarda şahit olduğumuz başka şey de, en önde oynayan iki hücum oyuncusu rakibin iki stoperini kale çizgisine doğru çekerken yaratılan bu boş alana merkezdeki diğer oyuncuların akması. Kısaca Molde, büyük bir ahenk ve otomatizm duygusuyla geliştirilen hücum setlerine sahip bir takım.

Molde FK, geçen haftaki ilk maçta bu otomatik hücum setleriyle tempoyu öylesine yükseltmiş ve öylesine yüklenmişti ki Galatasaray kalesine, 13’üncü dakikada maçı 2-0 yapma şansının kıyısına gelmişti. 

Ben geçen haftaki maçın bu dakikasında Molde FK kaptanı Magnus Wolff Eikrem’in Galatasaray ceza sahasında boş durumda vurduğu ve Galatasaray kaptanı Fernando Muslera’nın parmaklarının ucuyla kornere attığı toptan sonra Okan Buruk’un ne düşündüğünü çok merak etmiştim. Size biraz ütopik gelebilir, ama ben Okan Buruk’un maçın bu anında Molde’nin sahada kaç oyuncuyla oynadığını bile merak etmiş olabileceğini düşünmüştüm. Tabii aklımdaki başka bir hatıra sebebiyle. 

Bu hatıranın başrolünde Almanya futbolundaki son devrimin kurucu mimarlarından Ralf Rangnick var. Şimdi biraz nefeslenin, zira sizi biraz eskiye götüreceğim.

 

Modern futbolun kurucu babalarından Valeriy Lobanovski. (Kaynak: Rob Croes, Nationaal Archief, Den Haag, Rijksfotoarchief: Fotocollectie Algemeen Nederlands Fotopersbureau (ANEFO), 1945-1989) 

Sene 1983, mevsim kış. Rangnick’in oyuncu-teknik direktör olarak görev yaptığı FC Viktoria Backnang takımı, bu tarihlerde Almanya’da kamp yapan Dinamo Kiev’le bir hazırlık maçı yapacaktı. (Yaşı yeten dinazorlar 1980’lerde, Valeriy Lobanovski’nin teknik direktörlüğünü yaptığı Dinamo Kiev için “21’inci yüzyılın takımı” yakıştırmasının yapıldığını hemen hatırlayacaklardır.)

Yıldızın parladığı an

Bu hazırlık maçının başlamasıyla beraber Dinamo Kiev topa karşı öyle bir baskı yapmaya başlamıştı ki, oyuncu teknik direktör Rangnick, oyun durduğunda Dinamo Kiev’in 11 kişiyle oynadığından emin olmak için onları saymak gereği hissetmişti. Bu eşsiz anı Rangnick’in kendi sözleriyle izleyelim: 

Maç başlayalı birkaç dakika olmuştu. Top taç çizgisinden dışarı çıktığında durup rakip oyuncuları sayma gereği hissettim. “Bir yanlışlık var diye düşündüm”, sahaya on üç, ya da on dört kişi mi çıkmışlardı? Sistematik olarak topa baskı yapan bir takıma karşı oynamanın nasıl bir şey olduğunu ilk kez o gün hissetmiştim. (…) Kiev’e karşı oynadığımız o maçta kendimi tam doksan dakika boyunca daimi bir baskı altında hissettim. Takım arkadaşlarım da öyle.[1]

Rangnick ilk kez karşılaştığı topa yönelik bu baskıyı, “bu, futbolun bambaşka bir haliydi” diye tanımlamıştı. Rangnick hayatının geri kalanını neredeyse bütün mesaisini topa nasıl baskı yapılır sorusunun yanıtlarını aramakla geçirdi. Halen de öyle. Biz şimdi Rangnick’ten Okan Buruk’a dönelim.

Kuşkusuz Okan Buruk, ilk maçta Molde’nin sahada yaptıklarını, “bu, futbolun bambaşka bir haliydi” diye değerlendirmemiştir. Nedeni basit; Okan Buruk futbolculuk ve teknik direktörlük yaşamı boyunca modern futbolun içinde yaşadı. Bu nedenle bilmediği, şahit olmadığı yeni bir oyun türü yok. Tam da bundan dolayı Molde’nin oyununu günümüzden çok daha ileride değil, güncel modern futbolun basit bir yansıması olarak görüyor olmalı. 

Şimdi madem durum böyle; yani futbol dünyasında Okan Buruk’a yabancı çok bir şey yok, o halde birkaç soruyu yüksek sesle dillendirmenin de sakıncası olmamalı.

Nasıl oldu da takım savunmasını sıklıkla övdüğümüz Galatasaray, Molde FK karşısında ilk maçta bu duruma düştü? Galatasaray ilk maçta rakibinin kendi kalesine toplam 22 şut atmasına nasıl fırsat verdi? Galatasaray’ın bu maçta gördüğümüz takım savunması zayıflığını sadece Lucas Torreira’nın eksikliği üzerinden açıklayabilir miyiz? Okan Buruk ve teknik heyeti Molde’nin bu oyununu nasıl oldu da tahmin edemediler? Eğer ettilerse niçin Molde’yle baş edebilecek bir futbol kurgusu inşa edemediler?

Sorular bunlar. Kanımca ilk maçta Galatasaray’ın Molde karşısında düştüğü kötü durumla Galatasaray teknik heyetinin yaptırmış olduğu rakip takım analizi arasında ciddi bir korelasyon var. Bu cüretkâr cümleyle şunu söylemeye çalışıyorum aslında: Galatasaray teknik heyeti Molde FK’nın oyun potansiyelini gerçekçi biçimde tahmin edemediler. Özellikle de sol stoper oynayan Martin Ellingsen’i çok doğru analiz edemediler ve rakip analizinde hücumda neler yapabileceğinden daha çok onun Molde savunmasında yaratabileceği sorunlara odaklandılar.

Aslında çok da haksız sayılmazlar. Zira Ellingsen futbol dünyasına kuzeyden gelmiş kimliksiz bir futbolcu gibi. Hakkında çok az şey biliniyor. Nedeni de şu: 2021 yılında dizinden (çapraz yan bağları) sakatlanan Ellingsen futbola iki yıl sonra yeni yeni dönmeye çalışıyor. Bu nedenle de Galatasaray maçından önce sadece bir kere ilk 11’de sahaya çıktı, o da KI Klaksvik’le oynanan eleme turunun ikinci maçta. Muhtemelen o maçta Galatasaray analistleri onun zayıf noktalarına odaklandılar.

Büyük yanılgı

Ancak bu bir yanılgıydı elbette. Zira ilk maçta gördük ki orijinal pozisyonu merkez orta saha olan Ellingsen, Molde’nin hücumlarında oyun kurucu sol stoper olarak çok önemli bir rol üstlendi. Öyle ki maça oyun kurucu orta saha oyuncusu Sivert Mannsverk’ten bile daha çok damga vurmayı başardı.

(Kaynak: https://www.sofascore.com/player/martin-ellingsen/322083 )

Konuya şöyle devam edeyim. Yukarıdaki ısı haritasının Molde FK’nın sol kanat beki Kristoffer Haugen’a ait olduğunu söylesem itiraz eder miydiniz? Sanmam; ama bu ısı haritası Molde FK’nın sol kanat oyuncusu Haugen’in değil, sol stoperi Ellingsen’in ilk maçtaki performansına ait. Görüldüğü gibi Ellingsen 90 dakikanın önemli bir bölümünü Galatasaray yarı sahasında geçirmiş.

Bu ısı haritasına baktığımız zaman Ellingsen’in Molde hücumlarını nasıl yönlendirdiği hemen ortaya çıkıyor. Dolayısıyla şu önermeyi çok rahat seslendirebiliyorum: Ellingsen sayesinde Molde FK ilk maçta orta sahada Galatasaray’dan hep bir fazla oyuncuyla oynadı. Galatasaray ise maç boyunca Molde’nin Ellingsen sayesinde orta sahada elde ettiği bu sayısal üstünlüğe bir türlü yanıt veremedi.

Okan Buruk’un ilk yanıtı

Okan Buruk önce maçın 2-2’ye gelmesinin hemen ardından, 59’uncu dakikada Dries Mertens yerine Kerem Demirbay’ı sahaya atarak üçlü orta sahaya döndü, ama bu da Molde orta sahasıyla sayısal eşitliği sağlamak açısından yeterli olmadı. Zira zaten Molde Ellingsen hariç üç orta saha futbolcusuyla oynuyordu, bu nedenle Ellingsen yine markajsız kaldı.

Buruk’un Molde’nin Ellingsen sayesinde orta sahada yarattığı fiili üstünlüğe karşı denediği son hamle 82’inci dakikada geldi. Sahaya Fredrik Midtsjø ve Tetê’yi süren Okan Buruk Galatasaray’a üçlü defans oynatmaya başladı. Bu değişiklik sonrasında bekler Sacha Boey ve Angeliño, Molde’nin çok etkili geldiği kanatlara kaydırıldı. Onların dublajına da iki stoper Victor Nelsson ve Abdülkerim Bardakcı verildi. Böylece Galatasaray kanatlarda üç kademeli; bekler, kanat stoperleri ve merkez stoper Kaan Ayhan’dan oluşan bir savunma hattı inşa etmiş oldu.

Bu formasyon değişikliğiyle kanat forvet oyuncuları Tetê ve Barış Alper Yılmaz da iç koridora kaydırıldı. Böylece merkezde Demirbay ve Midtsjø’yle birlikte dörtlü orta saha yapısı oluşturuldu ve Molde’nin sayısal üstünlüğüne nihayet son verilmiş oldu.

Bu yapı sayesinde Galatasaray topu baskı altındayken de oyuna sokmaya başardı. Burada özellikle merkezde derine gelen Tetê yaşamsal bir rol oynadı. Bu hamleyle maçın son bölümünde inisiyatif Galatasaray’a geçti; böylece Galatasaray hem kanatlardan gelen Molde’yi durdurmayı başardı, hem de stratejik öneme sahip galibiyet golünü üretebildi. (Bu galibiyetin ne derecede önemli olduğunu dünkü maçta bir kez daha gördük.)

Bu izin ilk maç analizinden sonra şimdi Molde FK maçındaki sorunları Okan Buruk’un nasıl çözümlediğine geçebiliriz. Önceki günkü basın toplantısında Okan Buruk Galatasaray’ın ilk maçtaki temel sorunlarını üç madde halinde sıraladı: 

  1. Agresyon eksikliği: Okan Buruk, “daha agresif olmak istiyoruz” sözlerini kullanmak gereği hissetti. 
  1. Savunma geçişleri: Okan Buruk bu sorunu, “burada sadece savunma hataları yapmadık, son Molde maçında takım savunmasını zaman zaman doğru şekilde (de) yapmadık” sözleriyle tasvir etti. 
  1. Top kayıpları: Okan Buruk basın toplantısında en çok bu soruna dikkat çekti ve aynen şöyle dedi: “Bizim için en kötü olan kolay top kayıplarıydı tabii. Top ayağımızdayken, çok rahatken, çok baskı yokken bile zaman zaman uzun top oynadık, bunlar kalemize tehlike olarak geldi.”

Burada meraklısı için şu istatistiği de paylaşmak istiyorum: Galatasaray Molde karşısında yüzde 78 pas isabetiyle oynadı. (Oldukça düşük bir oran.) Galatasaray ayrıca maç boyunca toplam 82 kez uzun top kullandı, ancak bunların 43’ü doğrudan rakibe gitti.[2]

Dün oynanan ve Galatasaray’ın 2-1 galibiyetiyle sonuçlanan dünkü Molde FK maçını ben Okan Buruk’un basın toplantısında ortaya koyduğu üç kriter üzerinden analiz etmeye çalışacağım. Ancak ilk olarak dünkü maçın üzerinden biraz geçmek istiyorum.

İki devre, iki ayrı oyun 

Maçın ilk yarısı başka, ikinci yarısı ise daha başka tempoda oynandı. İlk yarıda Molde topun arkasına geçen taraftı, Galatasaray’ın yapacağı hataları beklediler. Galatasaray ise defans güvenliğini elde tutmak için statik kıvamda pas yapan, neredeyse langırtan aşırılmış hareketsiz bir pas oyunu stratejisi izledi. Tabii burada maçın hemen başında Molde’nin cüretkâr hücumlarda bulunduğunu da unutmamalıyız. Öyle ki ilk iki dakika tamamlanmadan Molde tam üç kez Galatasaray kalesini yoklamıştı bile.

İkinci yarı ise her iki takım da farklı stratejilerle sahada yer aldılar. Molde yine bildiğimiz agresif oyun yapısına büründü. Çok fazla futbolcuyla Galatasaray’ın üzerine geldi. Nitekim ikinci yarının başındaki bir fotoğraf bu durumu açık biçimde gösteriyor (aşağıda).

 İkinci yarının hemen başında, klasik bir Molde hücumuna bakıyoruz. Top kanada indirilmiş. Molde’nin iki santrforu Galatasaray’ın iki stoperini kale çizgisine çekmiş. Yaratılan boşluğa da Molde’nin merkez oyuncuları sistematik olarak üşüşmüş. Birazdan Molde’nin kanat oyuncusu topu bu merkez oyuncularına aktarmayı deneyecek. Ayrıca bu hücumda Molde’nin sayısal üstünlüğü de (sekize karşı yedi) elinde bulundurduğu görülüyor. (Kaynak: https://www.tv8bucuk.com/tv8-5-canli-yayin )

Molde bu oyun stratejisi içinde pozisyonlar yakalarken Galatasaray’a da hızlı geçiş hücumları için fırsatlar verdi. Oyunun bu bölümünde bir anlamda bildiğimiz hızlı çıkan, rakip kaleye mümkün olduğunca daha az pasla inmeye çalışan bir Galatasaray izledik. Ancak bu hücumlarda Galatasaray’ın fiziksel ve zihinsel açıdan çok sağlıklı olmadığı da ortaya çıktı. Buraya üç örnek alıyorum.

İlk örnek, dakika 50,18. Muslera uzun top kullanıyor, ancak ilerideki Tetê’ye doğru gelen bu yüksek topu Ellingsen kafayla karşılıyor. Sivert Mannsverk’in kontrol edemediği topu Torreira hemen sol öndeki Icardi’ye, o da solundaki Aktürkoğlu’na oynuyor. Böylece Galatasaray dörde üç sayısal üstünlükle tehlikeli bölgeye giriş yapıyor. Aktürkoğlu burada yay üzerindeki Torreira’yı görüyor (aşağıdaki fotoğraf). Burada Torreira’nın yapması gereken topu yumuşatmak ve kendisine doğru kayarak gelen Haugen’den kurtularak gol vuruşu yapmak. Torreira bunun dışında sağındaki Mertens’e, veya sağ önündeki Tetê’ye de kilit pas verebilir. Ancak Torreira, Haugen’in kayarak üzerine gelmesinden etkilenmiş olmalı ki hemen şut atmak istiyor, fakat çok kötü vurduğu top sağdan taca çıkıyor. 

Torreira’nın kaçırdığı golün hemen öncesine bakıyoruz. Icardi’nin pasıyla ceza sahasına giren Kerem Aktürkoğlu (kırmızı daire) yay içindeki Torreira’ya (dikdörtgen içinde) pas veriyor. Ancak Torreira burada erken bir kararla topu gelişine hemen şutlayacak. Bu top sağdan taca çıkacak. Torreira burada topu şutlamak yerine sağındaki Mertens, veya öndeki Tetê’ye de oynayabilirdi. (Kaynak: https://www.tv8bucuk.com/tv8-5-canli-yayin )

İkinci örnek; dakika 54,32. Muslera bu kez de orta saha yakınlarındaki Icardi’ye yüksek oynuyor. Icardi topu kafayla taç çizgisi üzerindeki Aktürkoğlu’na kazandırıyor. Topu süren Aktürkoğlu ceza yayı üzerindeki Mertens’i görüyor, o da sağındaki Tetê’yi. Tetê’nin uzaktan şutunda top defansa çarparak kornere çıkıyor. (Rakip defansa çarpmasa Tetê’nin şutunun gol olma olasılığı vardı.)

Son örnek; dakika 57,34. Molde’nin korner atışında havalanan topu Icardi kafayla öne doğru koşan Aktürkoğlu’nun önüne indiriyor. Rakibinden birden sıyrılan Aktürkoğlu (aşağıdaki fotoğraf) hızla soldan ceza sahasına giriyor ve arkasından ceza sahasına giren Icardi’ye veriyor. Icardi Aktürkoğlu’nun bu sert pasını kontrol edemiyor.

Icardi’nin kaçırdığı golün hemen öncesine Molde yarı sahasına bakıyoruz. Icardi’nin kafa pasıyla hızlanan Kerem Aktürkoğlu yaklaşık 70 metre top sürüyor. Ancak bu hücumda Mertens (daire içinde) Icardi (dikdörtgen içinde) Aktürkoğlu’nun hızına yetişemiyorlar. Burada belki de en doğru şey Aktürkoğlu’nun doğrudan gole gitmesiydi. (Kaynak: https://www.tv8bucuk.com/tv8-5-canli-yayin ) 

Bu hücumda iki şey dikkat çekiyor. Mertens Aktürkoğlu’nun hızına yetişemiyor ve ceza sahasında topu alabileceği en kötü yere doğru koşarak Aktürkoğlu’nun seçeneğini bire indiriyor. Dikkat çeken ikincisi unsur da Icardi’nin fiziki yorgunluk (veya sakatlık) nedeniyle hücum sırasında yavaşlaması, ancak Aktürkoğlu’nun pas vermek için topa bastığını görerek yeniden hızlanması. Icardi hızını kesmeden koşusunu sürdürse muhtemelen ceza sahasına daha dengeli bir biçimde girecekti. 

Galatasaray, peş peşe yaptığı bu üç atakta gol üretemeyince takımın fiziki yorgunluğu daha da arttı. Ve hemen sonrasında neredeyse bir dakika süren bir periyot boyunca yapılan birçok hata nedeniyle kendisine yakışmayan bir gol yedi. 

Dakika 64,39. Tetê’nin yaptığı pas hatasında Brynhildsen topu kapıyor ve geriye oynuyor. Sekiz pastan sonra Breivik orta saha civarında Tetê ve Torreira arasında kalıyor. Torreira’dan sıyrıldıktan sonra merkeze doğru Mertens ve Demirbay’ın arasından Eirik Hestad’a oynuyor. Ancak Bardakcı ve Aktürkoğlu burada baskı yaparak topu kazanıyorlar. Aktürkoğlu geriye dönüp Demirbay’a oynamak istiyor, ancak burada pas hatası yapıyor. Bu topu alan Breivik Demirbay ile Boey arasından kolayca sıyrılıp ceza sahasına giriyor. Tam bu anda sayısal üstünlük dörde üç Molde lehine. Breivik biraz ilerleyip Nelsson’u üzerine çektikten sonra merkeze oynuyor. Orada topla buluşan Hestad soluyla vuruyor (aşağıdaki fotoğraf). Tetê’nin yaptığı top kaybıyla gol vuruşu arasında tam 54 saniye var. Bu 54 saniye boyunca Galatasaray rakibini büyük bir atalet içinde izliyor.

Molde’nin kazandığı golün hemen öncesinde Galatasaray ceza sahasına bakıyoruz. Aktürkoğlu’nun hatalı pasını yakalayan Breivik Demirbay ve Boey’nin arasından geçtikten sonra Nelsson’u üzerine çekiyor ve topu merkezdeki Hestad’a oynuyor. Sağıyla topu düzelten Hestad golü soluyla atacak. (Kaynak: https://www.tv8bucuk.com/tv8-5-canli-yayin )

Bu gol yine klasik Molde hücum seti üzerinden geliyor. Breivik çizgiye inerek Nelsson’u üzerine çekiyor. Diğer hücum oyuncusu Brynhildsen de Bardakcı’yı kale çizgisine götürmüş durumda. Böylece yaratılan boşluğa da üç Molde futbolcusu kayıyor ve gol bu üç oyuncu arasında en uygunu olan Hestad’dan geliyor. 

Maçla ilgili son olarak ilk karşılaşmanın son bölümünde gördüğümüz üçlü defanstan söz etmek gerekiyor. İlk maçta olduğu gibi dün de Okan Buruk dakika 79,50’de üçlü defansa döndü. Ancak bu kez merkez stopere Nelsson geçerken, sağ stoper Kaan Ayhan, sol stoper de Bardakcı oldu. Boey ve Angelinõ yine kanatlara geçtiler. Önlerindeki Barış Alper Yılmaz ve Cédric Bakambu da hafif merkeze devrildiler. Böylece yine ilk maçta olduğu gibi Molde orta sahasına karşı sayısal eşitlik sağlandı ve Galatasaray’ın galibiyet golü de yine bu zaman diliminde geldi.

Şimdi yeniden başa dönerek dünkü maçı Okan Buruk’un koyduğu üç parametre üzerinden, agresiflik, takım savunması ve top kayıpları ile uzun oynama üzerinden değerlendirmek istiyorum.

Agresiflik

İlk olarak agresiflikten başlıyorum. Futbolda agresif olmayı, gerekirse rakibe faul yapmayı da öngören topa karşı sertlik olarak anlıyorum ben. Ancak topa karşı sert olurken rakibe verilmeye çalışılan “bu maçı kazanmak istiyorsanız bildiklerinizden daha fazlasını yapmanız lazım” mesajı da önemli.

Agresif olma konusunu birkaç istatistik üzerinden kıyaslayabiliriz. İlk olarak Galatasaray’ın her iki maçta rakibine yaptığı faullere bakacağız. İlk Molde maçında Galatasaray rakibine sadece yedi kez faul yapmıştı. O maçta agresif olan taraf da Molde’ydi, zira Galatasaraylı futbolcuları 16 kez faulle durdurmuşlardı.[3] Ne var ki dünkü maçta da Galatasaraylı futbolcular Molde’lilere yine yedi kez faul yaptılar. Molde ise dün Galatasaraylı futbolculara 17 kez faul yaptı. Dolayısıyla faul açısından baktığımızda iki maç arasında agresiflik açısından bir fark olmadığı çok açık.

Agresif oynamanın tek kıstası daha faullü oynamak değil elbette. Yatarak top alma, pas arası yapmak ve ikili mücadele kazanmak da agresifliğin belirtileri olarak ele alınabilir. Şimdi de Sofacore verilerini kullanarak bu kriterler açısından ilk iki maçı kıyaslayalım.

Yatarak top alma

                               İlk maç            İkinci maç

Galatasaray          24                    17

Molde FK              10                    12 

Pas arası yapmak

                              İlk maç            İkinci maç

Galatasaray          4                      6

Molde FK              15                    12 

İkili mücadele kazanmak

                               İlk maç            İkinci maç

Galatasaray          53                    58

Molde FK              40                    40[4]

Görüldüğü gibi Sofacore verilerine göre yatarak top alma (tackles), pas arası yapmak (interceptions) ve ikili mücadele kazanmada (duels won) iki maç arasında çok belirgin bir fark yok. Yatarak top almada Galatasaray ilk maçta daha başarılı, pas arası ve ikili mücadelede ise ikinci maçta biraz daha iyiydi. 

Sonuç olarak Galatasaray ilk maça oranla dün daha agresif olan ve “bu maçı size vermeyeceğiz” diyen taraf olmadığını düşünüyorum.

Buradan geliyoruz takım savunmasına.

Takım savunması 

Takım savunması adına alınabilecek birçok veri var. Ben burada iki veriyi ön plana çıkaracağım. İlki toplam hücum sayısı.

İlk maçta Molde toplam 60 hücum gerçekleştirmişti. Dünkü maçta ise bu sayı 40’a düştü. Molde deplasmanında Galatasaray ise toplam 32 hücum gerçekleştirirken kendi sahasındaki dünkü maçta bu sayı 27’de kaldı.[5] 

Buradan şu sonuca varıyoruz. Galatasaray dün özellikle de ilk yarıda rakibinin hücum sayısını sınırlandırmaya çalışırken kendi hücum gücünü de aşağıya çekmiş oldu.

İkinci veri demetini ise rakip kaleye çekilen şutlar oluşturuyor. Rakip kaleye çekilen şutlara baktığımızda benzer tablonun yinelendiğini görüyoruz. İlk maçta Molde FK yaptığı 60 hücumdan 22’sini şutla sonuçlandırmış, bunların altısında Galatasaray kalesini bulmuştu. Buna karşın Galatasaray Molde kalesine sadece altı şut atabilirken bunların üçünde çerçeveyi ve golü bulmuştu.[6] 

Dünkü maçta Galatasaray Molde kalesine dokuz şut atabildi, yani ilk maçtan sadece üç şut daha fazla. Bunlardan da sadece üçünde rakip kaleyi bulabildi. Buna karşın Molde Galatasaray kalesine 12 kez şut atma fırsatı bulurken bunların üçünde isabet sağladı.[7] Sonuçta ikinci maçta ilkine oranla Molde’nin attığı şut sayısı azalırken her iki maçta da rakip kaleye daha fazla şut atan taraf hep Molde oldu. 

Demek oluyor ki, Galatasaray ilk maça oranla takım savunmasında kısmen daha iyiyken, kendi evindeki hücum performansını bir üst seviyeye çekemedi. 

Top kayıpları 

Galatasaray’ın top kayıpları dünkü maçta azaldı. Öyle ki ilk maçta 358 isabetli pasla oynayan Galatasaray bu sayıyı dün 470’e çıkardı. Molde ise ilk maçta 338 isabetli pas yaparken dün bu sayı 269’da kaldı.[8]

Uzun top kullanmaya baktığımızda da benzer bir tablo var. İlk maçta 82 kez uzun top kullanan Galatasaray bunların 39’unda (yüzde 48) başarılı olmuştu. Dün ise Galatasaray 65 kez uzun top kullandı ve bunların 35’inde, yani yüzde 54’ünde başarılı oldu.[9] 

Bu istatistiklerin anlamı

Bu istatistikler elbette çok değerli. Ancak bunları, daha iyi anlam haritası oluşturabilmek için oynanan oyun kalıbına dökmeliyiz.

Bu açıdan iki maçı bazı parametreler üzerinden karşılaştırmak yerinde olacak.

İlk parametre tempo. İlk maçta takımlar toplam 92 hücum yapmışlardı. Yani neredeyse her dakika başına bir hücum izledi o gün seyirciler. Dün ise iki takımın yaptığı hücum sayısı 67’de kaldı. Yani çok daha temposuz bir maç izledik Ali Sami Yen’de. Buna neden olan ise iki şey ön plana çıkıyor. İlki Galatasaray ve Molde rakiplerine ön alan baskısı yapmadılar. Hatta Molde ilk yarıda 532 formasyonuyla rakibini karşılarken neredeyse Galatasaray’ın ikinci bölgeye kadar gelmesine hiç sesini çıkarmadı. Ama Molde blokları arasına neredeyse hiçbir Galatasaraylı futbolcuyu da kaçırmadı. 

Molde hücuma geçmek için sadece rakibinin hata yapmasını bekledi ve yapılan top kayıplarına hızlı biçimde reaksiyon göstererek Galatasaray kalesini tehdit eden tehlikeli ataklar gerçekleştirdi.

Bu anlamda maçın özellikle ilk yarısının langırt gibi statik bir kıvamda oynandığını söylememiz gerekiyor. Bu langırt oyununda Galatasaray’da Kerem Demirbay’ı, daha çok geride, Lucas Torreira’yı ise rakibe baskı yapmak için daha önde izledik.

Bir anlamda Galatasaray rakibini durdurmak için kendi silahına susturucu takan takım kimliğine sahipti ilk yarıda. Dolayısıyla agresiflik, takım savunması ve top kayıplarıyla ilgili istatistikleri maç kalıbına döktüğümüzde Galatasaray’ın bir önceki maça oranla daha az top kaybı yapması, daha fazla pas isabetiyle oynamasının aslında çok anlamlı olmadığı da ortaya çıkıyor. Başka bir deyişle Galatasaray dün rakibini, daha isabetli pas yaptığı ve daha az top kaybı yaptığı için yenmiş değil. Elde edilen sonuç tamamen bunlardan bağımsız.

Sonuç

Aslında Galatasaray-Molde eşleşmesini bir açıdan Martin Ellingsen üzerinden okumak mümkün. Ellingsen İskandinav mitolojisindeki kader tanrısı Urth gibi maçın kaderini tayin eden isim oldu. Şöyle ki, Galatasaray’ın her iki maçta da attığı frikik gollerinde topun çarptığı Molde’li oyuncu Ellingsen idi. Ellingsen ayrıca ilk maçta takımının ilk golünü attı. Bunan yanı sıra bir stoperden daha çok bir orta saha futbolcusu gibi oynayarak Molde’nin yarattığı kusursuz fırtınada başrolü üstlendi.

Diğer taraftan şunu da söylemek gerekiyor. Her ne kadar Molde FK eşleşmesinde iki maçta da üstünlük sağlayan Galatasaray UEFA Şampiyonlar Ligi gruplarına kalarak önemli bir aşamayı tamamlamış da olsa, Galatasaraylı taraftarların ilk, özellikle de dünkü maçta oynanan futboldan oldukça mutsuz olmaları gerekiyor. Belki de dünkü maçta oynanan kötü futboldan ötürü Galatasaraylılar ilk maçtaki kötü futbolu, o maçta yaşanılan sevinçleri de (özellikle Icardi’nin ikonik golü ve asisti gibi) sık sık hatırlayarak daha orijinal bir acı kaynağı olarak kabul edecekler.

Tıpkı Edip Cansever’in dediği gibi.

Seni bir daha kendine gömen, bir daha

kendine gömdükçe de bir önceki acı yenisinden

elbette ki güzeldir…


[1] Ön sözünde Ulus Baker’in Valeriy Lobanovski portresinin yer aldığı bu harika yazıyı, https://yazihaneden.com/meali/bir-modern-futbol-adasi/ adresinden okuyabilirsiniz.

[2] Daha fazla bilgi için, https://www.sofascore.com/molde-fk-galatasaray/lnsllb#11542082

[3] Daha fazla bilgi için, https://www.sofascore.com/molde-fk-galatasaray/lnsllb#11542082

[4] Daha fazla bilgi için, https://www.sofascore.com/molde-fk-galatasaray/lnsllb#11542832 ve https://www.sofascore.com/molde-fk-galatasaray/lnsllb#11542082

[5] Daha fazla bilgi için https://www.uefa.com/uefachampionsleague/match/2039007--galatasaray-vs-molde/statistics/ ve https://www.uefa.com/uefachampionsleague/match/2039001--molde-vs-galatasaray/statistics/

[6] Daha fazla bilgi için, https://www.uefa.com/uefachampionsleague/match/2039001--molde-vs-galatasaray/statistics/

[7] Daha fazla bilgi için, https://www.uefa.com/uefachampionsleague/match/2039007--galatasaray-vs-molde/statistics/

[8] Daha fazla bilgi için https://www.uefa.com/uefachampionsleague/match/2039007--galatasaray-vs-molde/statistics/ ve https://www.uefa.com/uefachampionsleague/match/2039001--molde-vs-galatasaray/statistics/

[9] Daha fazla bilgi için https://www.uefa.com/uefachampionsleague/match/2039007--galatasaray-vs-molde/statistics/ ve https://www.uefa.com/uefachampionsleague/match/2039001--molde-vs-galatasaray/statistics/

Melih Şabanoğlu kimdir?

Melih Şabanoğlu, Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu.

Okur, yazar, merak eder. Çocukluktan itibaren her yaş döneminde ve değişik sektörlerde çalışırken spor ve futbol, amatör tutkusu oldu hep.

Futbolun matematiğini anlamaya çalıştı. Sabahtan akşama dek muhtelif maçlar izleyerek geçireceği günlerin hayalini kurdu.

Ana ilgi ve uğraş alanı ise Osmanlı modernleşmesi ve geç Osmanlı döneminde spor tarihi.

Bu konuda Kuruluş: Mekteb-i Sultani’den Galatasaray Spor Kulübü’ne Türkiye’de Futbolun Erken Çağı (1904-1907) başlıklı bir kitabı var.

Önümüzdeki dönemlerde bu çalışmanın diğer ciltlerini çıkarmayı umuyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Modern futbol Galatasaray’a ters geliyor

Dünkü Beşiktaş hezimetine de ben aynı kapsamda, modern futbol zihniyetiyle oynayan bir takıma karşı elde edilen yenilgi gözüyle bakıyorum

Son mu, başlangıç mı?

Türkiye ilk yarısında oldukça etkili olduğu maçta Hollanda’ya 2-1 yenilerek Avrupa Futbol Şampiyonası’na çeyrek finalde veda etti. Bu sonuçla birlikte Montella yeniden eleştirilmeye başlandı. Ancak sağlıklı bir karar için süreci, oyunu ve oyuncuları doğru analiz etmek gerekiyor

Kebap über Schnitzel

11. Kariyer maçını oynayan sadece Demiral, Kadıoğlu ve savunma anlamında Barış Alper Yılmaz değildi. Kanımca Mert Günok da kariyer maçını oynadı. Uzatmanın son saniyesinde yaptığı kurtarış Türkiye milli takım tarihindeki en ikonik anlardan birisi olarak çok uzun süre hatırlanacak, Galatasaraylıların 2000’deki UEFA finalinde Claudio Taffarel’in yaptığı kurtarışı yıllar boyunca unutmamaları gibi

"
"