Dünyanın en ünlü şarap bölgesi olan Fransa'nın Bordo bağlarını belki onuncu ziyaretimdi. Bölgeyi neredeyse karış karış bildiğimi sanırken, aracımıza acil gereken bir yedek parça için farklı bir yola girdik ve gördüğümüz tabela karşısında şaşakaldık. Yön tabelası bir petrol rafinerisini işaret ediyordu. Bordo'ya yıllardır gelen ve ücra kasabalarına kadar gezen biri olarak, bağlara ve şatolara bu kadar yakın bir petrol rafinerisinin varlığını rastlantıyla öğreniyordum. Bölgeye gelen yüz binlerce şarap gezgini ise büyük ihtimalle bunu hiç fark edemiyordu. Şarap ve bağ ile yan yana pek düşünülemeyecek sevimsiz ve kirletici bir sanayi, belli ki büyünün bozulmaması için ustalıkla gizlenmişti.
Çarşamba günü Tekirdağ bağlarına doğru yol alırken bunları düşünüyordum. Zira doğanın insanoğluna en güzel armağanlarından bağlara doğru giderken çimento fabrikalarının ve sanayi sitelerinin önünden geçiyor, yollarda dev TIR'lar ve beton mikserleriyle boğuşuyorduk. Evliya Çelebi'nin 1600'lerde "Cihan bağı" dediği Tekirdağ; fabrikaları, sanayi siteleri ve şehir merkezine yakın dev limanıyla tercihini betondan, demirden ve egzoz gazından yana yapmış gözüküyordu. Ekilmemiş sarı toprakların ortasına serilmiş yeşil bir mendili andıran bağlar ve içlerindeki sevimli şaraphaneler ise, bu kargaşanın içinde kendilerine bir parçacık yer açmaya çalışıyor gibiydiler.
Bin yıldır şarap yapılıyor
Tekirdağ'a gidiş nedenim, kentin merkez ilçesi olan Süleymanpaşa Belediyesi'nin düzenlediği bağbozumu şenliğiydi. Belediye sağ olsun benden de bir söyleşi istemiş, bunun için Kumbağ'da Rumlardan kalan eski bir şarap deposundan restore ettiği Mutlukent Cafe'yi tahsis etmişti. 60'a yakın konuğun bulunduğu salonda dünden bugüne Tekirdağ bağcılığını anlattım, bölgede kazılar yapan Prof. Dr. Nergis Günsenin'in "Gaziköy'de karşımıza belki de XI. yüzyılın en büyük amfora üretim merkezi çıktı. Bu atölyelerin varlığı şarabın yerinde üretilip 'şişelendiğini' gösteriyor. Bölge halkı bin senedir bağcılık ve şarapçılıkla uğraşıyor" dediğini aktardım. Osmanlı döneminde bile bölgede ciddî miktarda şarap üretildiğini, asma biti hastalığı Avrupa bağlarını kuruttuğunda bazı yıllar Tekirdağ limanından Avrupa'ya 300 milyon litre şarap ihraç edildiğini söyledim. "Bu kadar köklü bir şarap bölgesinde bağcılığın yıllarca ikinci plana düşmesi çok üzücü. Bir uzmanın deyimiyle 'Türkiye'nin petrolü tarımıdır' ve tarımın da en gelir getiren biçimi bağcılıktır. Bağcılığa asılırsak, kırsal kesimde yoksulluğu da büyük ölçüde bitiririz" dedim.
Tekirdağ - Süleymanpaşa'daki bağbozumu şenliğinde Tekirdağlılar ile bağcılık üzerine söyleştik.
Şarap turizmi gelişiyor
Bölgeye uzanmışken, kent merkezine yakın üç önde gelen şarap üreticisi de ziyaret ettim. Neyse ki buralarda gördüklerim iyimserliğimi arttırdı, yeni kuşak aydın şarap üreticilerinin hem kaliteye, hem de şarap turizmine önem verdiklerini gösterdi.
İlk ziyaretim, Barel Bağları'na oldu. Uzun yıllar sadece büyük firmalara üzüm yetiştiren Akın ailesinin son kuşağından Barkın Akın 2011'de üzümlerini şaraba işlemek üzere tesisini kurmuş, Barel adını verdiği şaraplarının kalitesini günden güne arttırmıştı. 150 kadar konuğu aynı anda ağırlayabildiği restoranı da çok sevimliydi. Zeytin ağaçlarının gölgesinde asma yaprağına sarılarak fırınlanmış nefis birer kuzu incik yedik, Fransız kökenli üzümlerden yapılmış fiyat-kalite dengesi uygun şaraplar tattık.
Asma yaprağına sarılı kuzu incik, Tekirdağ merkeze yakın Barel Bağevi’nin en gözde yemeği.
İkinci ziyaretim Barbare Bağları'naydı, burada da yılların kurt iş adamı Can Topsakal'ın 50 odalı kır oteliyle ve dev restoranıyla karşılaştık. Her iki üretici de şarap turizminin gelişiminden mutluydu, "Hafta sonu bağ ve şarap gezisine çıkan İstanbullular çoğu kez yer bulamıyorlar. Hafta içi de daha çok şirket grupları gibi kurumsal müşteriler geliyor" dedi. Çoğu üreticimizin yapmadığı biçimde şaraplarını yıllandırarak yerinde satışa sunan Barbare, "Barbare Stüdyo" adıyla genç sanatçıları ağırladığı atölye çalışmaları da başlatmıştı.
Barbare Bağları’nın sahibi Can Topsakal bağlarının arasında 50 odalı bir de otel işletiyor.
Son ziyaretimi yaptığım Yazır köyündeki Umurbey ise tesisinde restoran ve konaklama işlerine girmemiş ama Tekirdağ merkezde şarap, peynir ve şarküteri sunan sevimli bir şaraphane açmıştı. Burada gecenin geç saatlerine kadar süren gitar dinletileri Tekirdağlı gençlerin gözde eğlenceleri arasındaydı. Firmaya adını veren Umur Arıner, her zamanki gibi "Ülkenin durumu daha iyiye giderse şarapçılık da ileri gider" diyordu.
Yeni kuşak üreticilerden Barkın Akın şarap gezginleri için bağların arasında bir otel yapıyor.
Tekirdağ bağ rotası mı?
Bundan birkaç yıl önce en büyük şarap bölgesi Tekirdağ'ın yanı sıra Edirne ve Kırklareli'ndeki üreticilerin de yer aldığı bir "Trakya Bağ Rotası" kurulmuş, Trakya Kalkınma Ajansı'nın da maddi destek verdiği bu oluşum kısa ömürlü olmuştu. Üreticiler arasındaki görüş ayrılıkları ve ego savaşları yüzünden iyi niyetli ve yarı-amatör bir çaba olmanın ötesine geçememişti. Tekirdağlı üreticiler ise aralarında daha iyi anlaşıyorlar, Barbare, Barel, Umurbey ve yine merkeze yakın Château Nuzun olarak bir günde bile ziyaret edilebilecek pratik bir rota sunuyorlar. Barbare'nin otelinde ya da yörenin en önde gelen oteli Tekirdağ Ramada'da konaklama halinde, bu rota günde ikişer şaraphane ziyaretiyle iki güne kadar çıkabiliyor. Şarköy ilçesinde şarap tesisi bulunan Kayra ile ziyaretçilere karşı serin duran Château Kalpak'ın ve Şarköy yolundaki Gülor'un da dahil olması durumunda ise yedi duraklı bir şarap rotasının oluşumu işten bile değil…
Barbare bağlarında "Barbare Stüdyo" adıyla atölye çalışmaları düzenleniyor ve genç sanatçıların yaptıkları işler sergileniyor.
Kısacası, ülkede şarap ileri giderken yıllardır gerilemeyi başaran Tekirdağ'ın bağcılık ve şarapçılığı, son günlerde umut sinyalleri veriyor. Yeni kuşak üreticilerden Barkın Akın'ın "Şaraplık üzüm fiyatlarının yükselmesi bağcıyı heyecanlandırdı, en azından bağların sökümü durdu. Böyle giderse yeni bağ yatırımları da artacak" sözleri de umudu güçlendiriyor.
80 dönüm bağın içindeki Barel Bağevi 150 kişiyi aynı anda ağırlayabiliyor.
Mehmet Yalçın kimdir?
Türkiye'nin ilk "içki yazarı" Mehmet Yalçın, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. 1984'ten itibaren haber ajansı ve dergilerde muhabirlikten genel yayın yönetmenliğine uzanan görevlerde bulundu.
1997'de modern yaşam tarzı dergisi Gurme'yi, 2001'de de Türkiye'nin ilk içki kültürü dergisi Gusto'yu çıkardı. Sabah ve Milliyet gazetesinin Pazar eklerinde 17 yıl gastronomi alanında köşe yazarlığı yaptı.
"A'dan Z'ye Viski", "A'dan Z'ye Şarap" ve "A'dan Z'ye Bira" kitaplarını yazdı.
Dünyanın dört yanında sayısız şarap ve sert içki tadım ve eğitimine katılan Yalçın, danışmanlık ve eğitmenliklerini sürdürüyor, her hafta Türkiye'nin en çok okunan bağımsız internet gazetesi T24'te yazıyor.
|