05 Kasım 2017

Festivallerin “suyu çıktı”…

Çöp dağları arasında “lezzet” tadımı…

İstanbul’un Karaköy semtindeki terk edilmiş Rum okulunun ıssızlığı o gün kaybolmuş, binlerce genç ve neşeli insanın cıvıltısı kasvetli binayı canlandırmıştı. Metruk binanın kirden kararmış duvarları bile eskisi kadar kasvetli görünmüyordu. Kuyrukta sırası gelip içeri girmeyi başaranlar, sahnedeki rock grubunun gitar tınıları eşliğinde stantlarda şov yapan baristaları izliyor, kiminin dumanı tüten, kiminin de soğuğu bardağı buğulandıran ilginç kahveleri kapışıyordu. Masalardaki kurabiye, çörek ve sandviçler insanın iştahını açıyor, hediyelik eşya meraklıları ise kitap ya da obje satılan köşelere yöneliyordu.

Binlerce kişinin eski okula sığmadığı o ilk kahve festivalinden bu yana, 4 yıl geçti. Kahve festivali her geçen yıl büyüdü, bu tip festivallerin ilgi gördüğünü gören girişimciler de festival üzerine festival düzenledi. Ve bu Eylül’de insanı serseme çevirecek kadar çoğalan yeme-içme festivalleri, Ekim ayında doruk noktasına vardı. Özellikle İstanbullular, tam anlamıyla festival yorgunu oldu.

Gastronomist, GastroEntertainment, Gastronomica, Kahve Festivali, Kokteyl Festivali, Sokak Lezzetleri Festivali, TÜRES Uluslararası Lezzet Festivali, Bağbozumu Festivali, Hamburger Festivali… Son iki aydır bu festivaller İstanbulluların başlarını döndürürken, Türkiye’nin farklı yerlerinde de Adana Lezzet Festivali, Bozcaada Yerel Tatlar Festivali ve Antalya Meze Festivali gibi etkinlikler yapıldı. Lezzet festivallerinin tarihimizde hiç olmadığı kadar yoğunlaştığı bu ortamda yaşanan bir beklenmedik iptal ise, ilgili herkesi bir an için durup düşünmeye çağırdı: dört yıldır kahve festivalini başarıyla düzenleyerek festival patlamasını tetikleyen organizasyon firması DSM, Eylül’de yapacağı Acı Festivali’nden protesto gibi bir açıklamayla vazgeçti. DSM’ciler, ”Ortam fazla kirlendi, nitelikli iş yapmak zorlaştı. Günün ilk öğününden son öğününe, çeşitliliği olmayan yiyeceklere kadar yenen ve içilen her şeyden festival çıkarma çabaları, büyük gelirler kazanılacağı hayalleri ile İstanbul’u bir festivaller şehri yaptı. Bu etkinlik ve marka kirliliği ortamında düzgün bir festival yapılamayacağı ortaya çıktı” diyordu. Bu iptalin ardından festival furyası sorgulanmaya başladı, tartışmalar arttı.

Terk edilmiş bir Rum okulunda 4 yıl önce başlayan İstanbul Kahve Festivali, gördüğü ilgiyle festivaller furyasını başlattı.

Çöp dağları arasında “lezzet” tadımı…

 

Son iki aya damgasını vuran bu festivallerin yarısını gezdim, gezmediklerimden de kâh firmalardan, kâh bireysel katılımcılardan bilgi aldım. Ve doğrusu en az yarısından pek de iç açıcı izlenimler edinmedim.

Hamburger gibi bakteri üremesinin çok kolay olduğu bir yiyeceğin festivalinde, restoranlara verilen alanların elverişsizliği ve bakımsızlığı dikkat çekiciydi. Nitekim balık etinden yapılan bir burgeri deneme bahtsızlığına uğradım, iki günde midemi zor toparladım. Katılanların karınlarını doyurdukları tente altında da konforsuzluk, pislik ve derbederlik had safhadaydı. Bir başka lezzet festivalindeyse aşçılar yiyecekleri anlık olarak hazırlıyor, ancak akarsu düzeneği olmadığı için ellerini yıkayamıyorlardı. Yağlı ellerini kirli bezlere sildiklerini gördüm…

“Para verdik, karnımızı doyuralım” diyen bir kısım katılımcının yiyeceklere adeta saldırdığı, titiz ve seçici kişilerin ise neredeyse aç kaldığı ise bir başka gözlemimdi. Gürültü, kakafoni ve görsel kirlilik çoğu yerde sergilenenleri fark etmeyi güçleştiriyor, ürünlerle ilgili bilgi alınamıyor, kürsüye çıkan konuşmacı ya da şefleri ise kimse pek dinlemiyordu. Bir stantta verilen broşür, alandan çıkar çıkmaz çöp tenekesini boylayabiliyordu. Kısacası bunların bir bölümünde hem festivallere katılan firmaların, hem de bilet alıp gelen meraklıların parası sokağa atılıyor, tek kazancı olsa olsa organizatör sağlıyordu. Festivallerde belediyeden, Sağlık Bakanlığı’ndan görevlilerin gözükmemesi, uygun olmayan alanlara festival izni verilmesi de işin başka yönüydü.

Açık havada, tozun toprağın içinde dökme vaziyette şarküteriler... Son zamanların tipik bir lezzet festivali görüntüsü.

Belediyeler sıkı denetim yapmalı

 

Türkiye pek çok batı ülkesindeki gibi kitlelerin deşarj olacağı, içlerindeki negatif elektriği boşaltacağı faşing, Octobrfest, Mardi Gras şenlikleri, Cadılar Bayramı gibi kitle eğlencelerine sahip değil… Bir yandan da olağanüstü hal bahane edilerek üniversitelerin mezuniyet şenlikleri dahi iptal ediliyor, danslı-eğlenceli dev açık hava konserleri de güvenlik kaygısı ve maliyet yüksekliğinden eski sıklıkta yapılamıyor. İçki firmalarına gelen sponsorluk yasağı, bunları da budamış durumda. Büyük kentlerde beton yığınları içinde sıkışıp bunalan milyonlar ancak lezzet festivalleri gibi orta ölçekli etkinliklerle ferahlıyor,  hem biraz eğlenip rahatlıyor, hem “insan görüyor”, hem de yeni tadlar keşfediyor.

Kısacası, festivallere ihtiyacımız var… Ama festival enflasyonu yaşanmaması, işin “ayağa düşmemesi” için markalar da seçici davranmalı, dosyayı kapıp gelen bir masa-bir kasa şirketlere hemen sponsorluğa kalkışmamalı. Gireceği yerin kalitesini denetlemeli, içine sinmediği yerden çekilmesini bilmeli.

Bu iş bugünkü kadar kuralsız da olmamalı. Belediyeler festival yapılacak mekânda belirli bir altyapıyı zorunlu kılmalı, sağlık, güvenlik, hijyen gibi kriterlerle festivalleri bir hizaya sokmalı. Yoksa en hafifinden toplu bir zehirlenme yaşanacak, aklımız başımıza sonra gelecek…

Yazarın Diğer Yazıları

Tekirdağ şarabını hatırlıyor

Bin yıllık bağ ve şarap bölgesi Tekirdağ'da son yıllarda gerileyen bağcılık yeniden yükselme yolunda, şarap turizmi ise beklenmedik canlılıkta…

İzmir - Bordo şarap hattı

İzmir’in Selçuk ilçesinde Yedi Bilgeler Şarapları’nı kuran Dr. Bilge Yamen, Bordo’da 120 dönümlük bir şato aldı. İlk şarapları da mayalanmaya başladı…

Şarabımızın demokratıydı…

Zamansız kaybettiğimiz Türk şarapçılığının liderlerinden Yasin Tokat, paylaşımcı, halkçı ve ilerici bir iş adamıydı. Bağcıları kalkındırmayı ve uygun fiyatlarla geniş kitlelere şarabı sevdirmeyi misyon edinmişti…

"
"