09 Eylül 2018

Ekose etekli levrek – II

Aslında bir ziyafette sunulanların ülke gündemine oturmasına, hatta hükümet sarsmasına Türkiye çok da yabancı değildi

Chia tohumu eşliğinde ejder meyveli smoothie, liçi meyvesi eşliğinde efuli, starex meyvesi eşliğinde aloevera, pataşur içinde Çerkes tavuğu, zencefilli somonlu suşi, tartalet içinde humus, susamlı levrek simidi...

Geçen haftanın gündeminin en çarpıcı konularından biri, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ndeki 30 Ağustos davetinde sunulan bu egzotik içeceklerle lüks yiyeceklerdi. Birçok yorumcu “Millet pazardan filesini dolduramaz, etin tadını unuturken bu nasıl bir tezat!” diye ateş püskürdü, yandaş basında iktidarın her icraatını cilâlamada ustalaşmış birkaç kalem dışında durum en azından “yadırgandı”. Ve yıllar sonra ilk kez, gastronomi yeniden siyasî gündemi belirledi…

Aslında bir ziyafette sunulanların ülke gündemine oturmasına, hatta hükümet sarsmasına Türkiye çok da yabancı değildi. Bunun çok çarpıcı bir örneği tam 45 yıl önce, 1973 yılında yaşanmıştı. Başkahramanı da, T24 yazarlarından Hasan Cemal’di…

Birleşmiş Milletler listesi gibi menü

1973 yılında eski Dışişleri Bakanı'nın köşkünde verdiği ziyafet manşetlik olmuş, siyasi tarihimize geçmişti.

73 Eylül’ünde iktidarda Adalet Partisi hükümeti vardı. Demirel Başbakan, damak tadına tutkunluğuyla bilinen Dışişleri eski Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil de AP’den senatördü. Yabancı ülkelerle ilişkileri ısıtmak için, Çağlayangil’in Yalova’da yaptırdığı köşkün açılışı vesilesiyle büyükelçilere bir davet düşünülmüştü. Daveti de, yine bir lezzet üstadı olan Büyükelçi Oğuz Gökmen organize edecekti. Yalova’nın balıkçılarına en iyi balıklar, kasaplarına en iyi etler, bostancılarına da en taze meyve ve sebzeler ısmarlanmıştı. Ve bir sabah köşke, Oğuz Gökmen’in hayatında görmediği büyüklükte, ikisi de birer metreye yakın uzunlukta kocaman iki levrek gelmişti. Gökmen, “Fransızlar levreğin bu büyüklükte olanına ‘deniz kurdu’ derler” diyordu.

Dünyanın dört yanında görev yapan, hemen her büyük ülkenin mutfak âdetlerini bilen Oğuz Gökmen, bu ülkelerin büyükelçilerini onların mutfaklarına göndermelerle onurlandırmaya karar verdi. Levrekle, İskoç kökenli İngiliz elçisine bir jest yapılacaktı. Levrekler parçalanmadan bütün olarak haşlandı, derileri soyuldu, sırtlarına pul pul kesilmiş sebzelerden bir “etek” giydirildi. Buna da “Ekose (İskoç) etekli levrek” denildi. Rus elçisi, levreklerin yanına dev tepeler halinde konulan Rus salatası ile onore edildi. Istakoz ve böcekler Amerikan usulü bir sosla sunuldu ve o da Amerikan elçisine ithaf edildi. Latin Amerikalılar, ortadan ikiye yarılmış sığır karkaslarının çarmıha gerilerek açık ateşte piştiği “Asador Argentina” ile sevindirildi. Fransızlara Marsilya usulü acılı balık çorbası ile göz kırpıldı, diğer devletler de menüdeki garnitürlerle hatırlandı. Günün anısına basılan menü kartı, Birleşmiş Milletler üye listesi gibiydi.

Ziyafet çok neşeli başladı, eğlenceli geçti. Ama hiç hesapta olmayan bir şey vardı: iki gazetecinin beklenmedik ziyareti…

Ekose etekli levrek balığı, seçimlerde iktidar partisine hayli oy kaybettirmişti.

Deniz kurduna etek giydirilirse…

Ziyafetin en keyifli ânında, köşkün kapısını iki genç gazeteci çalmıştı: O günlerin Günaydın muhabiri Hasan Cemal ile foto muhabiri Ergin Konuksever… Hasan Cemal Çağlayangil’den menüyü alırken, Konuksever de ziyafeti fotoğraflıyordu. Çağlayangil, bir ara Oğuz Gökmen’i kenara çekti ve “Gazetecilerin Fransızcası yok, menünün tercümesini soruyorlar. Aman ha, bunlar cin gibi gazetecilerdir. Kafaları şeytanlığa çalışır. Sakın kâğıtta yazılanlardan başka bir şey söyleme” dedi. Oğuz Gökmen de, denileni harfiyen yaptı.

Eski bakan ile büyükelçi, akşama doğru konuk diplomatları uğurladılar ve dinlenmeye çekildiler. Gazetecileri çoktan unutmuşlardı bile. Ama sabah başlarına gelecekleri bilselerdi, o gece rahat uyuyamayacakları kesindi…

Ertesi sabah, Günaydın gazetesi “Muhteşem ziyafet” manşetiyle çıktı. Ziyafet ballandırıldıkça ballandırılıyordu. Kuş sütünün eksik olduğu sofraların fotoğrafları, bu halk gazetesinin okurlarının ağızlarını sulandıracak şekilde kocaman verilmişti. Çoğu o zamanlar ender çıkan pahalı bir balık olan levreği hiç tatmamış okurlar, faltaşı gibi açılmış gözleriyle levrek balığına ekose etek giydirildiğini okuyorlardı.

Arka arkaya seçimsiz birkaç yıl geçirmeyi beceremeyen Türkiye, o günlerde yine bir seçim arifesindeydi. Haber, AP’nin rakipleri için bulunmaz bir malzeme oldu. Muhalefet liderleri demeç üstüne demeç patlatıyordu:

“Millet açlıktan ölürken ekose etekli levrek yiyenler!..”

Kimi partiler de o günkü Günaydın gazetesinden binlerce aldı, seçim bölgelerinde dağıttı. Ve ekose etekli levreği ülkede duymayan kalmadı…

Hasan Cemal’in gazetecilik serüveninde de önemli bir dönüm noktası olan haber, ilk seçimlerde Adalet Partisi’ne hayli oy kaybettirdi, Çağlayangil seçim bölgesi Bursa’da koltuğunu kıl payı koruyabildi. Demirel Oğuz Gökmen’e “Bize kaç puan oy kaybettirdiğinin farkında mısın?” diye sitem ediyordu.

Yıllar sonra o günleri anılarında yazan Oğuz Gökmen, tatlı üslûbuyla, “O iki deniz kurduna etek giydirmeyecektim… İntikamları fena oldu!” diyecekti.

Beştepe'de sunulan ejder meyveli smoothie, geçen haftanın baş gündem maddesiydi.

Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Vahap Munyar’ın Ejder meyveli smoothie haberi de en az ekose etekli levrek kadar yankı yaratabilecek bir haber... Ülke ekonomik kriz içinde kavrulurken, siyasetçilerin “yerli ve millî…” nutuklarının mürekkebi kurumamışken, tanesi 15 lira olan ülkenin en pahalı -ve ithal fidanlı- meyvesinden içecek ikram edilmesi, bence ikinci ekose etekli levrek vakası. Ne var ki, bugünün evcilleşmiş basını 70’lerin basını değil.

Doğrusu iktidar çok şanslı…

Yazarın Diğer Yazıları

Fındıkağacı malikânesi

İskoçya'nın bir numaralı malt viski üreticisinin miras bıraktığı paha biçilmez fıçılar şişelendi, Türkiye'ye kadar geldi…

İçki dünyasından bir Levent Kömür geçti

İçki dünyamızın en büyük şirketi Mey Diageo’yu 7 yıl boyunca yöneten, görevini soranlara “Yeni Rakı’nın genel müdürüyüm” diyen sıradışı bir insanın serüveni…

“Ramazan'ın gülü” giderek soluyor…

Güllaçlarda gül tadının “eser miktarlara” indiği, gül reçelinin hepten unutulduğu, gül likörünün anılarda kaldığı günlerde, sitemli bir Ramazan yazısı…