T24 ile tanışmam özellikle Gezi sırası ve sonrasında paylaştığı haberlerle oldu. Zaman geçtikçe hızlı haber paylaşımı ve kimi zaman özgün içerik üretimiyle dikkatimi çekti. Güncel haberleri takip ettiğim bir site oldu benim için… Liseden felsefe öğretmenim, kadim dostum, gürültücü komşum Yılmaz Murat Bilican’ın bu sitede blog yazarlığına başlamasıyla beraber T24’e olan ilgim daha da arttı.
Yılmaz’la yaptığımız sohbetler dünyamı şekillendirmiştir. Verdiği 3 tavsiye yaşamımın köşe taşları olmuştur diyebilirim. İnternetle ilgili bir şeyler yapmak, bisiklet sürmeyi öğrenmek ve yalnız yaşamaya başlamak. Yine sohbetlerimizin bir tanesinde –herhalde sıkılmış olacak ki- “bunları sadece bana anlatma. Yaz bunları” dedi. Çömeldim ve “Yazacak yer vardı da biz mi yazmadık” derken televizyonda İbrahim Tatlıses’in acılı acılı “Ayağında Kundura”yı söylediğini fark ettim. Önce Radikal’de sonra T24’te yazdığı yazılardan bahsetti. “Benim de söyleyeceklerim var” deyip T24’ün [email protected] adresine mail attım. Kendimi tanıttım ve örnek bir yazı gönderdim. “Banksy'den New york Sokaklarında Gerilla Harekâtı”** başlıklı yazım 30 Ekim 2013 tarihinde yayınlanınca artık bir T24 blog yazarı haline gelmiştim. Arkadaşlarım inanamadı, dostlarım “ne alaka?” dedi ancak olay tek bir yazıdan ibaret değildi artık. İşbu 66.yazımla karşınızdayım.
Yaklaşık 20 aylık bu birlikteliğimiz içerisinde T24 ile aramızda düzeyli bir ilişki yürüttük. Büyük bir heyecanla yazılarımı akşamüstüne kadar gönderip o gün gece yarısı veya bir sonraki gün gece yarısı yayınlanmasını beklerken T24’ten sağ olsun Aydın Engin ilk 2-3 yazımdan sonra bir mailiyle beni motive etti. Yazmaya devam etmemi istedi.
Artık T24 benim için yazılarımla self terapi yapabileceğim bir alana dönüşmüştü. Kimi zaman uçuk kaçık kimi zaman ayakları yere basan yazılarımla derdimi çoğu zaman dağlara taşlara anlatmaya çalıştım. Anlayan dostlarım oldu, paylaşan yabancılar oldu. Bundan sonrası nasıl gelir bilemiyorum ancak durumum sanırım yavaş yavaş Abasıyanık’ın ruh haline dönüşmeye başladı. Sait Faik’in sözleriyle anlatmak gerekirse;
"Söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kağıt kalem aldım oturdum. Ada'nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım."
Sonuç olarak daha çok okuyan, tartışan, yazan bir toplumun fertleri olmazsak bu toplumun değişmesi mümkün değil gibi görünüyor. Memnun olalım veya olmayalım Ekşi Sözlük, Twitter, Facebook gibi internet mecraları daha çok insanın görüşünü “kamu” düzeyinde açıkladığı bir ortama olanak sağladı. Belki bu sayede Gezi yaşandı. Artık her şeyi daha dikkatle izler, eleştirir hale geldik. İçinde yaşadığımız toplumun nasıl bir toplum olduğuna dair farkındalığımız arttı. Zaman içerisinde özellikle 80’lerin apolitikleştirilmiş kuşağı yerine derdini daha çok anlatan ve dinleyen bir kuşağın oluşumu şüphesiz artık sadece dinleyen değil dinleten ve kendini yöneten bir toplumun oluşumuna olanak sağlayacaktır.
“Olamaz mı olabilir!”
*Bu yazı kimi zaman maillerime cevap veren T24 editörü Gonca’ya ve yazılarıma sitede yer veren Doğan Akın’a adanmıştır.
**T24’te yayınlanan ilk yazıma buradan ulaşabilirsiniz.