23 Ekim 2015

Mustang: Özgürlüğünü kaybettikçe ölmek…

Mustang, Yılmaz Güney’in 'Yol' filminden sonra Fransa’da en yüksek hasılat elde eden Türkçe film olma başarısını da gösterdi

Deniz Gamze Ergüven’in ilk uzun metrajlı çalışması, Fransa’nın Oscar adayı Mustang filmi ülkemizde 23 Ekim Cuma günü gösterime giriyor. Başka Sinema’nın ön gösterimi sayesinde Filmekimi’nde izleme şansını kaçırdığım filmi Karaca Sineması’nda izleme  fırsatına eriştim.

Fransızların kendi dillerine düşkünlüğüne rağmen 5 genç kızın hikâyesini anlatan Türkçe bir filmi Fransa’nın Oscar adayı olarak göstermesi oldukça ilgimi çekmişti. Fransa 1959 yılında Oscar için aday gösterdiği Portekizce “Orfeu Negro” filminden sonra ilk kez yabancı dilde (Türkçe) bir filmi, ülkesinin yabancı dilde Oscar adayı olarak  gösterdi.

Yönetmen Ergüven, NTV’de katıldığı Gece Gündüz programında Fransa’da doğan, Fransız sinema okulunda eğitim görmüş ve Fransız yapımcılarla çalışmış biri olarak Fransa’nın hem yapım desteğiyle hem de diğer Fransız filmlerinden ayrı tutmamasıyla filmi sahiplendiğini, güven gösterdiğini bu sebeple filmin Fransa’yı Oscar’da temsil etmesinin normal olduğunu belirtti.

Mustang, Yılmaz Güney’in “Yol” filminden sonra Fransa’da en yüksek hasılat elde eden Türkçe film olma başarısını da göstermiş. Filmi henüz izlemeden başarı hikâyesinin bu topraklara ulaşması sinemaseverlerin bu filme ilgisini doğal olarak arttırdı.

Film, anne babaları vefat etmiş 5 genç kızın hikâyesine odaklanmış.. 5 kardeşin çocukluktan ergenliğe geçmeleri yanlarına sığındıkları akrabaları açısından bir sıkıntı olarak görülmeye başlıyor. Çocukların genç kızlığa geçiş sürecinde ataerkil bir toplum içerisinde hem aileden hem çevreden hem de ülkenin genel anlayış biçimden kaynaklanan baskı, özgürlüklerinin de yavaş yavaş ellerinden alınmasına neden oluyor. Kardeş olmaları haricinde aynı cinsiyete sahip 5 kişinin yaşam hikâyeleri, bu baskıya verdikleri tepkiye göre şekilleniyor ve de değişiyor.

Filmi izlerken Kemal Tahir romanlarında olduğu gibi acılı bir sona doğru ilerlediğimizi fark ediyoruz ancak yönetmenin (aynı zamanda Alice Winocour ile beraber senaristi) hikâyenin akışı konusundaki ustalığı, izleyeni büyük bir buhran içerisinde bırakmıyor, gerçek yaşamdan kopartmıyor ve seyircinin filme yabancılaşmasını, filmin trajedisinden kaçmasını engelliyor. Seyirci film boyunca yaşananların tanığı oluyor.

Filmin benzerlerinden bir diğer farkı da kadınların hikâyesini kadın gözüyle anlatması.. Oyuncuların doğallığı ve hikâyenin samimiyeti sayesinde filmde yaşananlar olabildiğince gerçeklik çizgisine yakın bir çizgide seyrediyor. Küçük yaşlarda bile karakterleri başarıyla canlandıran oyuncular sayesinde çocukluk neşesinin, hayata karşı duyulan merakın ve toplumsal baskı karşısında eriyen özgürlüğün seyrini film boyunca takip ediyoruz.

Filmin adının neden Mustang olduğu sorusuna yönetmen filmin çekimleri sırasında doğa içerisinde koşan kızların görüntüsünü Amerika’nın ünlü yaban atı Mustang’e benzetmesi olarak cevaplıyor. İnsan doğasının toplumsallaşma sürecinde yaşadığı hezeyan, özellikle toplumumuz gibi baskın ataerkil yapılar içerisinde trajediye dönüşebiliyor.  

Filmde kızların yaşadığı baskı üç farklı cephede kendini hissettiriyor: Evin içerisinde baskıyı aile büyüklerinden gören çocuklar aynı zamanda medya aracılığıyla da ülkemizde kadın üzerinde kurulan baskı zihniyetini hissediyorlar. Toplumun baskısı ise karakterlerin ev dışında hareketlerinin kısıtlanmasına hatta evin içerisine hapsolmalarına neden oluyor.

Toplumsal cinsiyet, feminizm, ataerkil toplum, kadının toplum karşısında hissettiği baskı vb. konularda hem akademide hem basın hem de edebiyat alanında birçok  çalışma yapıldı, yapılıyor. Sinema toplumun bahsettiğimiz kavramları görselleştirmesi, anlayıp algılaması açısından kimi zaman önemli bir görevi yerine getiriyor. Kadın gözüyle kadının yaşadıkları ve ülkemizde artık kimi zaman gelenek haline gelmiş baskı mekanizmalarının anlaşılırlığı açısından filmin bakış açısı aslında her gün gazetelerde okuduğumuz hikâyelerin içerisinde kendimizi bulmamızı sağlıyor.

Mustang filmi doğallığını kaybeden ruhlar, çocukluğunu kaybeden zihinler ve nihayetinde özgürlüğünü kaybeden bedenler üzerine. Yönetmenin açıklamalarından öğrendiğimiz kadarıyla dünya üzerinde birçok farklı toplumda yaşanan aynı sorunları başarıyla dile getirdiği için filmin birçok ülkede gösterime gireceğini de belirtmek gerekiyor.

Not: Görseller filmin Facebook sayfasından alınmıştır. 

Yazarın Diğer Yazıları

Banksy İstanbul’da! Yani?

Evet, Banksy İstanbul'a geldi ve kendisi eserlerinin ücret karşılığında sergilenmesine karşı olsa da sergiyi gezmek ücretli

2015’te Google’da ne aradık, gerçekte ne kaybettik?

Hem gerçek sorunları tespiti hem de sorunlara çözümler geliştirilmesiyle ilgili hem bireysel hem de toplumsal olarak sıkıntılar yaşadığımız aşikar. Belki de bunun sebebini sorgulamamız gerekiyor…

Star Wars VII: Doğru! Hem de hepsi…

Star Wars VII’de eski karakterlerle özlemimizi giderirken bir yandan yeni kuşağın yeni hedef kitlelerin kucaklandığı görülüyor

"
"