05 Temmuz 2015

Kürsüde…

Hep onları görmüş hep onları izlemişti televizyonda. Kimisi yüzünü güldürmüş, kimisiyle beraber ağlamıştı

Gözlerini kırpıştırdı. Biraz bulanık gibi miydi ortalık? Sonra odaklandı ve netleşti görüntü. Beyaz bir fon. Turuncu renk koltuklar. Çok uzağa bakamadı. Işıklar çok parlak değil miydi? Yakına odaklandı. Hemen sağ tarafında Paşabahçe üretimi nefis bir kristal bardak. Yürüyen bir kadın gördü sonra. Elinde sürahiyle. Yüzünde aydınlık bir gülümsemeyle, başı bağlı... Adile Naşit!

“İç evladım” dedi. “Boğazın kurumuştur. İç de öyle konuş”

İçerken acaba çömelip başıma elimi götürsem mi diye düşündü. Bir yandan aklına nereden geldiyse takılıp kalan bir soru. “Turşu limonla mı yapılırdı yoksa sirkeyle mi?”

Kürsüdeydi…

Mecliste…

“Ne işim var benim burada?” diye düşünmeye başlarken arkadan bir öksürük sesi duydu. Kır saçlı toraman, haşmetli bıyığıyla bir adam. Hulusi Kentmen! Babacan bir ifadeyle “Evladım sürenizi başlatıyorum. 3 dakikanız var.” dediğinde içini bir panik dalgası kapladı.

Bu insanlara ne söyleyecekti?

Hep onları görmüş hep onları izlemişti televizyonda. Kimisi yüzünü güldürmüş, kimisiyle beraber ağlamıştı.

Başladı konuşmaya. “Şimdi ben buraya neden çıktım? Niçin çıktım? Nasıl çıktım? Bunu izaha gerek yok. Gördünüz! Yürüdüm ve çıktım. Ama çıkmamış da olabilirim. Çıkmışsam çıkmışımdır. Çıkmamışsam çıkmamışımdır…” Sol sıradaki koltukların arka taraflarında Aziz Nesin’in kahkaha sesi duyulurken Kemal Sunal daha ciddi, ancak gülümsediği anlaşılan bir ifadeyle bakıyordu. 

Sadri Alışık göründü o sırada meclisin sağ kapısında. Filmlerindeki gibi girivermişti meclise. Ama selamını da çakmıştı. Kürsü, başkan, süre… kavramlarına çok takılmadan başladı tiradına… “Hayat demek ölümü beklemek demektir; az çok hepimiz denizi, yıldızları, ağaçları, işte falanları, filanları göreceğiz. Birçok şeyin tadına bakacağız sonra da ister istemez “Gidiyorum Elveda!” şarkısını söyleyeceğiz. Öyleyse gidenin de kalanın da gönlü hoş olsun.” Tiradının şaşkınlığı yaşanırken meclisin  öbür kapısından çıkmıştı. Âşık Veysel’in bağlama sesi duyulurken nihayetinde herkes buranın iki kapılı bir han olduğunun da farkına varmıştı.

Bu sırada kürsüde konuşma süresi dolmuştu. Kürsüyü daha fazla işgal etmeye niyeti yoktu zaten. Turist Ömer’in sözünün üstüne başka ne söylenebilirdi ki? “Gol” diyordu bakışlarıyla. 

Elinde tavus kuşuyla Mahsun, mecliste 550 koltuk olduğu hâlde ayakta duruyordu. “Mahsun” dedi “neden oturmuyorsun?”. “Alışık değilim bu yerlere. Deniz kenarında bir göz kulübe, akşamcı kahveleri, bank üstleri benim mekânlarım.” dedikten sonra aynı utangaç tavırla sözünü tamamladı Mahsun. “Ama arkadaşlar iyidir.”

Turist Ömer’in tiradıyla aşka gelen vekiller koltuklarında hararetle hep bir ağızdan konuşuyorlar, gürültü yapıyorlardı. Hulusi Kentmen sesini hafif kalınlaştırarak “Eeeh susun bakalım hepiniz. Hep bir ağızdan konuşmayın. Anlatın bakalım nedir derdiniz. Ama tek tek konuşun”.

Küçük enişte fırladı yerinden. İnek Şaban hemen yakaladı, “Tutsun birisi Küçük Enişte’yi…” deyince çevredekiler müdahale ettiler. Hop iki kolundan yakalayıp oturttular küçük enişteyi koltuğuna.

Ortalık sakinleşti derken Şakir (Şener Şen) başında kasketi boynunda kırmızı atkısıyla başladı konuşmaya:

- “Aşıksan vur saza! Şöförsen bas gaza.”

Şakir’i duyar duymaz  sol tarafın arka sıralarından fırlayan Çiçek Abbas (İlyas Salman) lafını esirgemedi:

- “Sevene can feda. Sevmeyene elveda” (Çiçek Abbas)

- “Sen batan bir güneş ben yollarda çilekeş” (Şakir)

- “Şöförün bahtıkara muavinin gönlü yara” (Çiçek Abbas)

Karşılıklı atışma iyice alevlenmişti.

- “Gaz, fren, şanzıman halim duman” (Şakir)

- “Sev beni seveyim seni” (Çiçek Abbas)

Meclis bir anda Şakir ile Çiçek Abbas’ın atışmasına odaklanmıştı. Evet bu sefer çevrede çay içenler de vardı.

Dolmuşçuların atışmasını bastıran Hulusi Kentmen, Asya (Türkan Şoray) ve İlyas (Kadir İnanır) arasındaki tartışmayı engelleyememişti. “Sevgi nedir?” diye tartışıyorlardı hararetli bir şekilde. Şakir ile Çiçek Abbas’ın atışmasında keyiflenip hareketlenen meclis üyelerinin şimdi gözlerinde yaşlar, boğazlarında yumrular vardı. Meclis muhabirleri şaşkın izliyorlardı olup biteni. Asya, İlyas, vekiller, muhabirler… Kısacası herkes hep beraber ağlıyordu.

Ortam boş kalmışken iki çocuk sahneye fırladı. Enine çizgili tişörtü ve şortuyla Sezercik’ti birisi.  “Anne, anneciğim” diyordu “Neden ağlıyorsun . Hülya Koçyiğit “Hayır yavrum ağlamıyorum. Gözüme toz kaçtı sadece…” diyerek göğsüne bastırdı Sezercik’i. Beraber ağladılar. Diğer çocuk ise çırılçıplak fırlamıştı. O da ağlıyordu ama belli ki annesinin sıcak suyla yıkamasından kaçan bir erkek çocuğuydu. Arkasında Sultan (Türkan Şoray) önde çocuk bir kapıdan koşarak girip öbür kapıdan koşarak çıktılar.

O sırada Hababam Sınıfı’nın müdürü mikrofondan seslendi.

“Durdurun bu rezaleti. Bir çocuk eksikti. Kiminse bu çocuklar çıksın ortaya…”

Meclisin bir kapısından Yaşar Usta (Münir Özkul) diğer kapısından Kel Mahmut (Münir Özkul) girdi meclise. Hababam Sınıfı’nın sert mizaçlı müdürüne seslenmek için kürsüye yürüdüler. Yaşar Usta;

"Bak beyim, sana iki çift lafım var. Koskoca adamsın. Paran var, pulun var, her şeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde. Yakışır mı sana ekmekle oynamak? Yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak?”

sözlerini söyledikten hemen sonra Kel Mahmut konuştu;

“Ben tüccar değilim eğitimciyim.”

İkisi de samimi oldukları kadar heyecanlıydılar. Kalplerini tuttular. Yaşar Usta da Kel Mahmut da yere yığıldılar. Meclis bir anda karıştı.

Meclis televizyonu yayınına ara verirken ekranda Kamil Sönmez belirdi. Sönmez,  saman balyalarının olduğu bir tarlada bir yandan yürürken bir yandan potpuri  söylüyordu.

“Oynayın kız oynayın, durmanın ne karı var 
A bu köyün içinin, acaip bekarı var 
Derule del derule, derule del derule 
Oy kemençeci dayı, soktun gözüme yayı 
Kör ettin gözlerimi, göremedim dünyayı 
Derule del derule, derule del derule 
Oy kemençeci dayı, sokma gözüme yayı 
Ben gözümden vaz geçtim, çevirsene gaydayı 
Derule del derule, derule del derule...”

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Banksy İstanbul’da! Yani?

Evet, Banksy İstanbul'a geldi ve kendisi eserlerinin ücret karşılığında sergilenmesine karşı olsa da sergiyi gezmek ücretli

2015’te Google’da ne aradık, gerçekte ne kaybettik?

Hem gerçek sorunları tespiti hem de sorunlara çözümler geliştirilmesiyle ilgili hem bireysel hem de toplumsal olarak sıkıntılar yaşadığımız aşikar. Belki de bunun sebebini sorgulamamız gerekiyor…

Star Wars VII: Doğru! Hem de hepsi…

Star Wars VII’de eski karakterlerle özlemimizi giderirken bir yandan yeni kuşağın yeni hedef kitlelerin kucaklandığı görülüyor