Bunu kaç kere yazdım, hatırlamıyorum: Tarihteki devletler bir günde çöküp gitmediler. Önce onları ayakta tutan kurumları çöktü, son çöküş için bir tek fiske yetti!
Bu kimi zaman bir savaş oldu, kimi zaman bir doğal afet.
AKP iktidarının Türkiye'yi sürüklemekte olduğu işte tam olarak böyle bir noktadır.
Erdoğan'ın tek adam rejimi, Türkiye'nin kurumlarını çökertti.
Önce "aynı menzili maksuda yürüdüğü" Fetullahçılar'la birlikte, onlardan kazık yiyince de kendi başına Türkiye'nin kurumlarını birer birer işlevsiz hale getirdi.
Kamu görevlerine girişten başlayarak, terfi işlemlerine kadar her aşamada bakılan tek şey "bizden mi değil mi" oldu.
Liyakatin yerini partizanlık, akraba kayırmacılığı alınca da kurumların birer birer çözülmesi kaçınılmaz oldu.
Hepimiz son depremin çok geniş bir coğrafyada çok ağır bir yıkıma neden olduğunu biliyoruz.
Depremin bu şekilde ardı ardına ortaya çıkmasını, yüzeye yakınlığı nedeniyle de ağır yıkıma yol açmasını önleyebilmek elbette mümkün değildi.
Ama depremden üç yıl önce "il afet risk azaltma projesi" için pilot bölge seçilen Kahramanmaraş'ın yıkılmasını önleyemeyen AFAD, yıkımın ardından da bir şey yapamadı.
Her şeyi bir üst makamdan bekleyen, yeteneksiz ve inisiyatif kullanabilmekten uzak kadroların elinde kalan kurumlar, depremden sonraki en hayati ilk saatlerde gözlerine far tutulmuş tavşanlar gibi donup kaldılar.
Deprem bölgesi için seferber olan vatandaşların ve belediyelerin acilen yola çıkardıkları yardımların geçeceği yolları açık tutmayı bile beceremediler.
"Yoğun kar yağışı", bu rezillik için öne sürülecek bir gerekçe değil. Karın yağacağını sağır sultan duymuştu.
Karayolları ekiplerini önceden o yollara çıkarıp, yağışa rağmen yolları açık tutabilmek mümkündü oysa.
Ama bunun için inisiyatif kullanacak, işinin ehli memurlar gerekiyordu, "bizdendir" diye göreve getirilen, harekete geçmek için yukarıdan emir bekleyen kullar değil.
Geçmişte Türkiye'nin örnek gösterilen bir kurumu olan Karayolları Genel Müdürlüğü bu yüzden çöktü.
"Bizden değil" diye yok ettikleri AKUT gibi sivil toplum kuruluşlarını da bunlara ekleyin, depremden sonra yaşanan büyük çöküşün nedenini bulursunuz.
Tek adam yönetimi, Türkiye'nin kurumlarını çökertti
Şunu düşünmek bile insanın dehşete düşmesine neden oluyor:
Ya bu ikiz depremin hemen ardından, her an olabileceğini varsaymamız gereken İstanbul ve Adana depremleri de gerçekleşseydi?
Deprem ile randevulaşmamız mümkün olmadığına göre hazırlıklarımızı en kötü senaryoya göre yapmamız gerekmiyor muydu?
"Sen işini kış tut, yaz çıkarsa bahtına" atasözü bu topraklardan çıkmadı mı?
6 Şubat sabaha karşı saat 04.17'de Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesi merkezli 7,7 büyüklüğünde, saat 13.24'te de Elbistan merkezli 7,6 büyüklüğünde iki deprem meydana geldi. Depremler; Kahramanmaraş, Kilis, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve Hatay illerinde büyük yıkıma neden oldu.
* * *
10 saniyelik karanlık yetti
Son 20 yılda yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz bir şey de bu iktidar için en önemli şeyin "algı" olduğu.
Memleket yanarsa yansın önemli değil, "algıyı yönetmek" onlara yetiyor.
Nitekim Kahramanmaraş merkezli ikiz depremin ardından da en çok gayret ettikleri konu bu oldu.
Devletin ve yandaş kanalların televizyonlarına çıkan bakanlar, her şeye hâkim oldukları izlenimi yaratmak için özel bir çaba harcadılar.
İnsanlar enkaz altında inim inim inlerken tek dertleri bunun görülmesini, duyulmasını engellemekti.
Böyle durumlarda halkın haber alma hakkını koruması gereken kurumlar, yayın kuruluşlarıdır:
Gazeteler, radyolar, internet haber siteleri, televizyonlar.
Ama medya üzerinde rejimin öyle bir kontrol ve baskısı var ki.
Karşısında televizyon kamerasını ve mikrofonu gören çaresiz vatandaşlar yakınmaya başlayınca HaberTürk ve NTV rejilerinin canlı yayını apar topar kestiğine tanık olduk.
Show TV muhabirinin, yardım isteyen depremzedenin sözünü bitirmeden koşar adım oradan uzaklaşması uzun süre hafızalarımızda kalacak bir utanç anıydı.
Adıyaman'daki TRT ekibinin yayına başlamak için AFAD ekibinin enkaza gelmesini beklemesi de bu utanç ile yarışacak başka bir utanç vesilesiydi.
Bunca karartma çabasına rağmen, bölgedeki yardımların ve arama – kurtarma çalışmalarının yetersizliğini somut olarak gözler önüne seren ise 10 saniyelik bir karanlık oldu.
Mehmet Akif Ersoy, HaberTürk canlı yayınında kamera ışıklarını 10 saniyeliğine kapattırınca, Hatay'daki gerçeği zifiri karanlıkta herkes gördü: Kurtarma çalışması yapıldığını gösteren tek bir ışık kaynağı yoktu!
AKP'nin iletişimini yürüten ve algı operasyonlarıyla durumu kurtaracağını zannedenlerin ihmal ettikleri bir şey var: Türkiye'de özgür medya olanca baskıya rağmen varlığını ve halkın haber alma hakkını korumaya çalışıyor.
Sosyal medyada kendine alan bulan vatandaş gazeteciliği de gerçeklerin saklanabilmesini rejim açısından zorlaştırıyor.
Ve unutmasınlar ki Türkiye, birbirinden izole edilmiş şehirlerde yaşamıyor.
Depremin yerle bir ettiği kentlerde, köylerde hepimizin akrabaları, yakınları, eşleri, dostları var ve bölgede ne yaşandığını herkes birinci elden, kendi yakınlarından öğrenebiliyor.
Yandaş kanallarınızda ve TRT eliyle istediğiniz kadar algıyı değiştirmeye, çarpıtmaya çalışın, yaşananlar o kadar acı ve gerçek ki istediğiniz kadar çamurlaşın bunu sıvayamazsınız.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?
Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu
Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı
Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu
1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.
Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.
1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.
2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.
2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.
Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı.
"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.
|